Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

cansen@leburo.com

Tüm Yazıları

YAZIK BU ÇOCUKLARA YA!

Türkiye günlerdir bu olayı konuşuyor!

Bir zamanların ünlü haber sunucusu Reha Muhtar, ikizlerinin annesi oyuncu Deniz Uğur ile 2010 yılında anlaşmalı olarak. Aralarında yapılan protokol gereği, çiftin ikiz çocuklar Mina Deniz ve Poyraz Deniz'in velayeti baba Reha Muhtar’a bırakılmıştı.

Aradan 12 yıl sonra anne Deniz Uğur'un, eski eşi Reha Muhtar'a çocuklarına şiddet uyguladığı gerekçesiyle dava açması magazin gündemine bomba gibi düştü. Yapılan yargılama neticesinde  mahkeme 13 yaşındaki Mina'nın geçici velayetini anneye verirken Reha Muhtar'a ise 2 ay süre ile kızı Mina'ya yaklaşmama cezası verildi. Tüm bunlar içinde Reha Muhtar'ın kızı Mina'ya şiddet uyguladığına dair ses kayıtları kan dondurdu. Kızına korkunç bir sesle bağıran babanın, 13 yaşındaki bir çocuğa; ‘Allah’ın belası kadın’ diye haykırması, bu nasıl bir kadın düşmanlığı dedirtti.

Haberin Devamı

Ya insanlar anlaşamayabilir, ayrılabilir, boşanabilirler ama çocuklarına travma yaşatamazlar!

Öncelikle yeterli maddi imkanı olmayan ve de  önceki evliliğinden olan otistik çocuğuyla ilgilenmek için velayeti baba Muhtar’a bırakan Deniz Uğur’a bu konuda hak vermiyorum maalesef! Henüz 1 yaşında, anneye en çok ihtiyaç duyulan yaşta iki çocuğun velayetinin, sırf maddi imkanları yerinde diye, ciddi alkol problemi olduğu söylenilen birine bırakılmasını ilk günden beri tasvip etmedim. Anne çocuklarına bakar, baba da destek olur. Bu destek hem maddi hem manevidir. Ne yani Reha Muhtar velayeti almasaydı çocuklarına bakmayacak mıydı! Onları iyi okullara yollamayacak mıydı! Sırf velayet kendisinde değil diye onlara istediklerini, ihtiyaçları olan şeyleri almayacak mıydı!

Yapacaktı da alacaktı da elbet! Velayet kendisinde olduğundan dolayı değil, baba olduğu için!

Üstelik Türk Mahkemelerinin de yaygın kararları bu kanıdadır! Bir yaşındaki çocuğun yeri, annenin yanıdır! Ne sebeple olursa olsun, bu hakkından vazgeçen Deniz Uğur, bence ilk hatalıdır!

Bir zamanlar ‘Atina’dan bildiriyorum’ diyerek hayatımıza giren Reha Muhtar!

Kendin için dünyanın en iyi babasıyım diyorsun ya, babalığının nasıl olduğu kriz zamanında ortaya çıkar!

Haberin Devamı

Yok kızı uyuşturucu kullanan biriyle konuşuyormuş, ona delirmişmiş yok kızı fazla bilgisayar kullanıyormuş ona sinirlenmişmiş, yok kızı okula gitmemek için boğazım ağrıyor demiş, yalan söylüyor diyor öfkelenmişmiş. Olmaz arkadaşım olmazzz! 60 yaşındaki bir adam çocukla beraber sinir krizi geçirip kendini kaybedemez! 13 yaşında çocukla bir olup kırıp döküp böğüremez! İddialar doğruysa demirle dövemez, bardak atamaz, elini kolunu ısıramaz! İki ergenin sorumluluğunu almak kolay değil biliyorum ama bu öfkeli, baskıcı tutumu da tasvip etmiyorum! Çocuklar hata yapabilir, başlarına dert açabilir ama ebeveynlerin görevi onlara doğruyu göstermek, güzeli öğretmektir. Bu da döverek, bağırarak, saldırarak, yasaklar koyarak, baskı kurarak mümkün değildir. Arkadaş olmaktır onlarla aslolan, dinlemek, sahiplenmek, anlatmak ve bir zamanlar onların yaşında olduğumuzu hatırlamaktır. Yoksa yavaş yavaş uzaklaşır çocuklarımız, arkalarında bakakalırız!

Haberin Devamı

Ne kadar iyi niyetle olursa olsun şiddetin her türlüsüne, kime yapılırsa yapılsın -çocuğuna- gencine-yaşlısına, kadına, ağaca, hayvana- karşısıyız!

Aksini düşünenlere Allah hem akıl versin hem ihsan!

Ne diyordu Reha Muhtar;

“İyi geceler Türkiye! Her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan!”

…………………………………………………..*…………………………………………………….

Yok artık, bu kadar da olmaz!;

Her seferinde bundan korkunç ne olabilir ki daha diye düşünüyorum ve her seferinde daha korkuncu oluyor! Artık hiçbir şeye şaşırmıyorum diyorum ve yeni bir ‘Yok artık, bu kadar da olamaz!’ ile sınanıyorum! Haftanın iki kan dondurucu olayı var ve ben bunları yazarken dahi utanıyorum!

İlk olayda İstanbul Bağcılar’da bir genç, annesinin kafasını kesip balkondan aşağı atıyor ve sonra evi ateşe veriyor. Evet yanlış duymadınız, annesinin kafasını kesip herkesin önünde aşağı atıyor ve korkunç an, kameralara yansıyor. Genç uyuşturucu bağımlısı, bulamayınca annesini kesiyor. Yıllardır aynı kabus bu uyuşturucu meselesi, gençliği yok ediyor, yuvaları dağıtıyor, ocakları söndürüyor. Uyuşturucuyu üretenler, satanlar, masum insanları uyuşturucuya alıştıran katiller, etrafta cirit atıyor, çoluğa çocuğa musallat oluyor.  Nasıl bir acı bu ki dokuz ay karnında taşıdığın, oğlum oldu diye sevinç çığlıkları attığın, yemeyip yedirdiğin, gözünden sakındığın evladın, katilin oluyor. Şuursuz bir genç, yaptığının farkında da değil, beyni uyuşmuş, idrak kabiliyeti uçmuş. Cezai ehliyeti yok muhtemelen, üç- beş gün geçecek sonra yine aramızda gezinecek. Bizler ise korkuyla yaşamaya devam edeceğiz, belki bir katilin yanından geçeceğiz, bir tecavüzcüyle yan yana yürüyeceğiz.  Korkuyorum daha neler göreceğiz!

Bir diğer olay da kendisini dinlemeye gelenlerin istediği şarkıyı bilmediği için hunharca öldürülen müzisyen Onur Şener! Tek suçu, o şarkıyı bilmemek, cezası da cam parçasıyla boğazı kesilerek öldürülmek!

Eğitimli bir sanatçı, dağ gibi adam, bir çocuk babası! Hayalleri vardı küçücük kızıyla ilgili, olmadı! O küçücük kız, eve gelsin diye pencerede bekliyordu babasını! Güvendir ya baba, koruyan- kollayandır, artık nasıl kapanacak bu kızın yarası! Bir şarkı söylemedi diye nasıl kıyılır bir cana, nasıl acınmaz bir yavrucağa, aklım- yüreğim almıyor valla! Kıyamet yakın galiba, dünya yörüngesinden çıkmış, kontrolünü kaybetmiş zannımca. Kötülerin karanlıkta, iyilerin de etrafta olmadığı çağdayız. Vahşetler örtüyor üstümüzü, kalabalıklar kastediyor canımıza. Bugün bir Onur Şener ölüyor, yarın bir katil doğuyor, ocakları söndürüyor, toplum vicdanını kaybediyor! Dilerim bu katilleri en ağır cezalarla hapse koysunlar, o küçük kızın gözyaşlarında can çekişerek boğulsunlar!

……………………………………..*………………………………………………….

Bir köpeğin dostluğu, bir dostun köpekliğinden iyidir!,

İşte katillerin, kötülerin ve de hainlerin hızla türediği, insanların birbirine güveninin olmadığı, kimsenin kimseye tahammülünün kalmadığı, şehrin kaosunda birbirleriyle konuşmaya mecalinin olmadığı günümüzde, bir seçenek hayvan sahibi olmak! Kendi düzenlerinde bata çıka devam eden ve sizinle ilgilenemeyecek kadar kendi dünyasında savrulup giden dostlarınızın aksine, evdeki ‘O’, size kendi diliyle bir şeyler söylemek isteyen, siz bir şey anlattığınızda, anlarmış gibi dinleyen ve sizi görünce hazine bulmuş gibi sevinendir. Teşekkür nedir unutmuş yurdum insanlarının aksine size minnet duyan, yalan-dolan ve de ihanetle başa çıkamayan insanda, sadakat duygusunu yaşatandır.

Hayattaki en büyük yatırımı dostluğa yapmış biri olarak hayvanların dostluğunu da en derinden tadan, yaşayan ve yaşatan şanslılardanım ben. Kendimi bildim bileli hayatımdalar benim; Köpekler, kuşlar, keçiler, ördekler!

Doktorluk kutsal bir meslek, tıp okusaydım kesin veteriner olurdum. Konuşamayan, derdini anlatamayan o canlılara yardım edebilmek, iyi edebilmek için. Malum hemen her gün şiddete, işkenceye, tecavüze ve kötü muameleye uğrayan hayvanlara yönelik haberler okuyoruz. Ne acıdır ki kanunlarımız, onların yaşam haklarına yönelik ihlalleri "suç" değil "kabahat" sayıyor, insan demeye dilim varmayan o mahlukların yaptıkları cezasız kalıyordu.  Ve nihayet halkın, hayvan severlerin yıllardır yürüttüğü mücadelede önemli bir kazanım elde edildi. Hayvanlara eziyeti önlemek amacıyla kanun tasarısı hazırlandı ve torbaya konularak yasalaştırılmak üzere ilk adım atıldı. Bu konu kabahat olmaktan çıkarılarak suç kapsamına alındı. Buna göre hayvanlara işkence yapan, öldürenlerin 4.5 yıla kadar, nesli yok olma tehlikesi altında olan hayvanları öldürenlerin ise 7 yıla kadar hapse mahkûm edilmesi kararlaştırıldı. Bundan sonrası, bu kararın meclisten geçerek kanunlaştırılması safhası! İşte haftanın anlam ve önemine uygun olarak 4 Ekim Hayvanları Koruma Günü’nde beklenti, bu kanunun artık çıkarılması ve hayvanlara eziyet edenlerin, en ağır şekilde cezalandırılması!

 Her şeyin maddeleştiği, medeniyet denen tek dişli canavarın insanları kıskıvrak yakalayıp bağımlı kıldığı şu günlerde,  sadece hayvan dostlarımız değil, gerçek dostluklar da bundan nasibini alıyor. Dostluk nedir bilmeyen bir nesil hızla yetişirken, dostluğun kıymetini bilen neslin de soyu hızla tükenmekte! Diğer kazıkların bir adı var mı bilmem ama en bilindik olanı, ‘Dost Kazığı’! Fenadır o fena, Allah yaşatmasın kimseye. Sırta saplanan hançerleri tek tek çıkarırken ihanetle yüzleşilir. Kimsesiz zamanların yetim yalnızlığında, bir aynayla bir de duvarlarla dertleşilir. Dost bildiklerin artık yanında değildir. İşte o zaman duyduğun, kendi iç sesindir. Ve o ses şunu demektedir;

 ‘Bir köpeğin dostluğu, bir dostun köpekliğinden iyidir!’ 

……………………………………..*…………………………………………..

HAFTANIN EN’LERİ;

Haftanın Şovu; Paris Moda Haftasında yapıldı. Tene temas ettiğinde kumaşa dönen bir maddenin spreyle ünlü manken Bella Hadid’in çıplak bedeni üzerine sıkılması ve elbise haline gelmesi, yılın moda olayı! Tekstil ve kimya dünyasında bir devrim bence bu. Yakında bu boyaları, spreyleri alıp kendi elbiselerimizi kendimiz yaratacağız anlaşılan! Elbiseleri koyacak yerim yok derdine, dolap alma- dolaba yer yaratma stresine son! Biz çok düşündük zamanında, şimdi mağazalar ve de marangozlar düşünsün!

Haftanın Ödülü; Nobel Fizyoloji/Tıp ödülü oldu. İnsanlığa hizmet eden çalışmaları ödüllendiren Nobel’in bu yılki Nobel Fizyoloji/Tıp ödülü, insan evrimi üzerine çalışmaları nedeniyle İsveçli Svante Paabo’ya verildi. Paabo’nun hikayesi, çok daha önceye uzanıyor. Eski bir Mısır mumyasından DNA izole ederek insan ve insan olmayan primatlar üzerinde ilginç çalışmalar yaparak bir nevi devrim yapan bilimadamı, 40 bin yıllık bir kemik parçasından canlının DNA dizilimine ulaşmayı başaran ilk isim. Svante Paabo bu Nobel ödülünü; “Yaşayan tüm insanları, soyu tükenmişlerden ayıran genetik farklılıkları ortaya çıkaran keşfi’ sayesinde kazandı. Tebrik ediyorum ve bu durumda bizim soyumuz ne olacak diye soruyorum. Gerçi biz tükeneceğimiz kadar tükenmişiz de neyse!

Haftanın Hadise’si; Adından belli- Hadise ile Mehmet Dinçerler’in boşanma hali! Hali diyorum çünkü olay, salt boşanmadan ibaret değil ki! Yaşanan büyük aşk, bu aşkı gözümüze sokmalar, paylaşılamayan takılar, kafaya atılan tek taşlar! Bir ünlü ve bir ünlümsü (adam ünlü değil ama hepimiz biliyoruz kendisini) arasındaki ilişki, haftalardır hepimizi gerdi. Boşandılar da çok şükür gündem değişti! Hayırlısı olsun, yolları açık olsun!

Haftanın Kira’sı; Asalet diyarı İngiltere’de ödeniyor! Kraliçe Elizabeth'in ölümünün ardından Prens William, Kral Charles'ın en sevdiği evlerden Highrove'un sahibi oldu. Kral Charles'ın bu evi 1980'lerde aldığı ve eğer burada oturmaya devam etmek istiyorsa oğluna kira ödemesi gerektiği ifade edildi. William bu sayede yılda 700 bin sterlini aşkın gelir elde edecek. Adalete bak hele, baba oğluna kira ödeyecek! Neymiş; bu kira derdi, zengin- yoksul, İngiliz- Türk illa herkesin başına gelecek!

 

CANSEN ERDOĞAN