Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

cansen@leburo.com

Tüm Yazıları

Başım uğulduyor, gözlerim doluyor. Etraf kan kokuyor, insanlar ağlıyor, ateş sadece düştüğü yeri değil her yüreği yakıyor. Güzel bir pazar günü, kimi yürüyüşe kimi alışverişe kimi de gezmek için Taksim’e gidiyor. İstanbul’un kalbinde, en turistik yerinde İstiklal Caddesi’nde büyük bir patlamayla onlarca hayat, onlarca hayal yok oluyor. Düşünsenize şehrin göbeğinde, güpegündüz bir saatte eş- dost- ahbabınızın, çoluk çocuğunuzun ölüm haberi geliyor. Tek suçları, o dakika oradan geçiyor olmaları onların! İnsanlık nereye gitti, nerede saklanıyor!

Haberin Devamı

O değil de merak ediyorum bu katliamı planlayanlar, zaferlerini kutlamışlar mıdır? Nasıl yaşıyorlar acaba, nasıl nefes alıp başlarını yastığa nasıl koyabiliyorlar? Sevdikleri insanlar var mıdır hayatlarında, annelerini, babalarını, evlatlarını, eşlerini koyabilmişler midir bir an için dahi ölenlerin yerine? Gözleri dolmuş mudur hiç acaba, hüzünlenmişler midir, bir zamanda, bir yerde? Hangi iktidar arzusu, güç olgusu altı yaşında bir çocuğun ölümünü, kopan kolunu- bacağını arayan insanları ve bir hiç uğruna can veren insanları meşru kılar, bu hangi vicdana sığar?

Bildiğimiz tek savaş; küsmek’ti bizim. Onunla cezalandırırdık birbirimizi en fazla; ‘Bak küserim ha!’ Sapanla kuş avlayanlara kızardı anneleri; ‘Canını acıtmasana yavrum hayvanın, yazık değil mi!’.

Şimdi ise bombalarla, satırlarla, kalaşnikoflarla saldırıyorlar, kana doymuyorlar, kanla besleniyorlar. Soruyorum, neden bu hırsınız, hayvanlığınız? Aileniz hiç mi sevmedi sizi?

Meydanlar yangın yeri, ülke koca bir cenaze evi. Haklı olmak yetmiyor, haklı ölmek bitmiyor. İnsanlarımızı kaybediyoruz, yanında bir de insanlığımızı. Ölenlerin ardından canlı kalmanın dayanılmaz ağırlığını hissedebiliyor musunuz, ben hissedebiliyorum! ‘İyi ki bana bir şey olmadı’ değil de ‘Yazık değil mi o ölenlere, biz yaşıyoruz da n'oluyor işte! Yaşasak n'olur artık bu vahşet ile!’ diyebiliyor musunuz içinizden olsa bile? Eğer öyleyse hala bir umut var sizde, yoksa gelirken vestiyere bıraktığınız insanlığınız kaybolmuş, hiçbir sorumluluk da kabul etmiyor müessese!

Haberin Devamı

Nöbet bekleyen polisler, gezmeye çıkan aileler, günahsız siviller ödüyor bedelini, mesnetsiz ideolojilerin! Haykırmak istiyorum yüzlerine; ‘Gücünüz ancak buna mı yetiyor katiller!’

Arkadan vurmak, kalleşliktir, neyse derdiniz önümüze geliniz, tabi varsa azıcık yüreğiniz!

İyi olanların değil, iyi oynayanların kazandığı bir oyun bu, adına ‘yaşamak’ diyoruz. Neyin bedelini ödüyorlar bu çocuklar, kaç varil petrolün, kaç metrekare toprağın, kaç milyon doların? Bir şey diyeyim mi dünyada yüzlerce dil, din, ırk, milliyet olabilir ama yalnız iki çeşit insan var; Vicdanlı olan, vicdanı olmayan!

Ben gecede kaç kere üstünü örtüyorum oğlumun, açılır da üşür diye peki ya o çocuklar? Ailelerini kaybetmiş, kolları, bacakları kesilmiş, alçak bir kurşunla yitip gitmiş o çocuklar? Merak ediyorum; Hain emelleri uğruna gözlerini kırpmadan öldürdükleri o minicik çocuklarla aynı cennete mi gitmeyi istiyor bu mahluklar?

 Yapmayın! Kesif bir barut kokusu duyuluyor, az ilerideki Suriye’ de, Halep’te. Bir alev yükseliyor karşı ki tepelerde, ağıtlar yakılıyor bir tüfeğin boyundan küçük, delik deşik olmuş minik bedenlere. Kendinize, birbirinize ne yaparsanız yapın, ama çocukları, masum insanları rahat bırakın!

Haberin Devamı

Tabi malum, kutsal isimleri var bu katliamların; ‘Vatan için’ deniyor mesela, din, dil, ırk için! Hangi toprak arzusu, iktidar hırsı, para tutkusu, minicik çocukların canına değebilir, günahsız bir yavruya bedel ödetebilir, bir aileyi yok edebilir? Hangi kitapta yazar bunun meşruluğu, hangi dinin Allah’ı, peygamberi kabul eder bu zalimliği?

Ne demişti Atatürk; ‘İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır!’ diye, oldu işte! Ama hatırlarsanız bir şey daha demişti; ‘ Vatanın mevcudiyetine kastedenler, geldikleri gibi giderler!’

Türk Milleti güçlüdür, daha önce de yapmıştı, gene dener!

Malum Cumhuriyet Mahallesi’ne giden yol, İstiklal Caddesi’nden geçer!

…………………………………*……………………………….

Marka Olmak- Marka Kalmak;

Hayat devam ediyor bir şekilde! Unutmak mümkün değil elbette ama gömüp acımızı içimize, bize bu acıları yaşatanları Allah’a havale edip devam ediyoruz işte!

Dünyanın önde gelen marka, pazarlama, reklam, iletişim, teknoloji ve düşünce liderleri Brand Week İstanbul'da buluştu!

Peki Brand Week yani Marka Haftası nedir, ne oluyor bu haftada diye soracak olursanız;

‘Dünyanın önde gelen marka, pazarlama, reklam, iletişim, teknoloji ve düşünce ikonlarının bir araya geldiği, bu alanlardaki en güncel ve önemli isimleri ve projeleri, ilham verici özel etkinliklerde buluşturmayı hedefleyen platform’ diyebiliriz!

Bir hafta boyunca konferans, workshop, forum, seminer, konser, sergi, yarışma ve ödül törenleriyle marka algısını ortaya koyan, marka yöneticileri, sanatçılar ve medyanın güçlü isimleriyle networking bağlantıları kuran,  başarı ve bilgi paylaşımı aktaran ortak zemin olarak da adlandırabiliriz! Bence en heyecanlı kısmı da reklam- pazarlama ve medya sektörünün, ilham paydası altında buluşması! Ne fikirler ne projeler çıkıyor hafta boyunca, profesyoneller ve girişimciler ne bağlantılar kuruyorlar ardı sıra, inanılır gibi değil valla!

Marka olmak daha da önemlisi marka kalmak! Marka ürünün ruhu, ruhunuzu markanıza, markanızı adınıza kattığınızı bir düşünsenize! Marka olmak ya da marka yaratmak hiç kolay değil! Kan, ter, emek, gözyaşı var her markanın arkasında. Yani o kadar pahalı olmaları, değil boşuna!

Bütün markalar, bir ürün olarak doğar ve adım atar hayata. Bazen öyle hızlı koşarlar ki ürünü geçer bu bu maratonda. Daha da güçlendikleri, ikonik markalar haline geldikleri zaman da sahipleri artık üreticileri değil tüketicileri olur. Ürüne koyulan ad olarak nitelendirdiğimiz marka bence ürünle değil kullanıcıyla ilgili. Kendilerini yansıtan, onları bir sınıftan bir sınıfa, bir duygudan bir duyguya taşıyan markaları seçerler ve o markaları kendi kimliklerinin bir uzantısı olarak görürler. O markalarla hayal kurup düşlerini gerçekleştirirler. Olmak istedikleri kişiye dönüşmenin yöntemi olarak görürler. Üstünlüklerini, farklarını, ayrıcalıklarını hissedip hissettirirler de! Ait olurlar bir yere, sahip olurlar bulundukları yere!

Velhasıl marka, insan zihninde işgal ettiği yerle ölçülür. O yüzden; ‘“Ürünler fabrikalarda, markalar zihinlerde üretilir!’ sözüne katılıyorum ve Allah herkese zihin açıklığı versin diyorum!

……………………………*…………………………………………

En Ünlü Fare;

Dünyanın gelmiş geçmiş en ünlü, en tanınan karakteri kim desem, ne cevap verirdiniz?

Evet bildiniz; Mickey Mouse !

Amerika’nın medar-ı iftiharı, yapımcı, yönetmen, senarist ve karikatürist Walt Disney'in yarattığı çizgi film kahramanı Mickey Mouse, gelmiş geçmiş en unutulmaz çizgi film karakterlerinden biri. Neşeli, iyimser ve dost canlısı tavırlarıyla dünyanın en ünlü faresi!

Mickey Mouse’un doğuşu, Walt Disney’in yeniden doğuşu aslında! Anlatayım;

Walt Disney, 1901 yılında Amerika’nın Chicago kentinde doğmuş. Karnını doyuracak parayı dahi bulamayacak kadar fakirmiş. Babası çok hastaydı olduğu için çalışamıyordu. Disney de ne iş bulursa orada çalışarak hayatta kalmaya çalışıyormuş. Bir mesleği olmadığı için ancak gazete dağıtıcılığı, ambulans şoförlüğü gibi geçici işler bulabiliyormuş. Bu arada babasını kaybeden bunun sebebinin de fakirlik olduğunu düşünen Disney bu yüzden uzun süre kendini suçlamış. Bir gün yolda yürürken gözüne bir ilan ilişiyor ve o ilan kaderini değiştiren viraj olmuş. Bedava sanat kursu ilanını gören Disney, bu kurslara katılmış, çizimini geliştirmiş, animasyon işine girmiş. Bazı ajanslara minik çizgi filmler çizmiş ama para kazanamamış. Parasız gecelerden birinde hayatı değişmiş. Geceleri çalıştığı bir depoda minik bir fare görmüş. Korkmak ya da kovmak yerine onunla ekmeğini paylaşmış, konuşmuş, izlemiş saatlerce! Disney de onu çizmiş kağıtlara sabaha kadar!

1978 yılında Hollywood Şöhretler Kaldırımı'nda yıldız kazanan ilk çizgi film karakteri olan, dünyanın en sevilen maskotu Mickey Mouse işte o gece doğmuş, Walt Disney de dünyanın en zengin adamlarından biri olmuş!

Hani marka dedik, marka olmak dedik ya yukarıda, işte markanın hası burada! Bir çizgi film karakteri olarak doğsa da o artık her sektörde, her alanda! Çocukların en sevdiği kahramandan yıllar içerisinde popüler bir kültür ikonu oldu valla. 95 yıllık hayatında moda, müzik, sinema, televizyon, perakende gibi sektörlere ilham veren Mickey Mouse, benim için de her zaman 1 numara!

18 Kasım Dünya Mickey Mouse Günü’ymüş, bunu da yazın bir kenara!

Uzun kulaklarıyla Mickey Mouse bir yana, dünya bir yana!

………………………………………*……………………………………………….

HAFTANIN EN’LERİ;

Haftanın Tatbikatı; 12 Kasım 1999 Düzce Depremi’nin yıldönümünde, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) koordinasyonunda, ülke genelinde; Çök- Kapan- Tutun Tatbikatı yapıldı! Ülke genelinde ilk kez uygulanan tatbikat kapsamında, saat 18.57'de tüm cep telefonlarına, "Hayati Uyarı Bildirimi" gönderildi. Aslında plan öyleydi, niyet iyiydi de bu bildirim maalesef herkesin telefonuna gelmedi. Bazılarına ise birkaç saat sonra geldi. ‘AFAD bile bana mesaj göndermedi’ diyenlerden, ‘Ülke beni gözden çıkarmış’ diyenlere kadar yorumlar bitmek bilmedi! Bence fikir gayet güzel, hedef de doğru, çok da önemli bir konu!

Haftanın Salgını; Tam Covid bitiyor, kabus geride kalıyor diye sevinirken aceleci davrandığımızı fark ettiğimiz bir durum yaşanıyor şimdi de! Birçok kişi, geçmeyen öksürük şikayetiyle hastanelerde, solunum yolu enfeksiyonu oranı zirvelerde! Alt solunum yollarını tutan Respiratuar Sinsityal Virüs (RSV) ve grip etkenli İnfluenza, başımızın yeni derdi olmak üzere! Herkes sağlığına dikkat etsin, bağışıklık sistemini güçlendirsin, hasta olup da başkasına geçirmesin! Valla el ele verip kurtulacağız bu illetten, çıksın o zaman büyükanne reçeteleri, sandıklardan- çekmecelerden!

Haftanın Fütursuzluğu; Bana pes dedirtti, size de dedirtecek eminim! Kars’ta 7 defineci, kepçeyle kaçak kazı yaparken suçüstü yakalandı! Ya bu defineciler, eskiden, geceleri, gizli gizili kazarlar sonra da kazdıkları yerlerin üstünü kazarlardı. Şimdi güpegündüz hem de kepçeyle yapıyorlar. Cesaretin bu kadarını nasıl buluyorlar, neyin kafasını yaşıyorlar anlamak mümkün değil! Bunlar define yerine akıl- fikir arasalar sonunda da bulsalar daha iyi olacak galiba toplum huzuru ancak böyle sağlanacak!

Haftanın Teknolojik Gelişmesi; Vergi dünyasında kodlamaya geçiş oldu! Gelinen noktada kodlama, muhasebe ve vergi bilgisinden daha önemli hale geldi, en çok aranan yetenek kabul edildi! Yöneticiler, değişen vergi ihtiyaçlarını karşılamak için talep ettikleri eğitim şartlarını da değiştirmeye, çalışanların becerilerini artırmaya ve daha teknoloji meraklısı yetenekleri işe almaya başladı. Yani vergi de dijital dönüşümden nasibini aldı, teknoloji onu da ensesinden yakaladı!

CANSEN ERDOĞAN