‘Aylardan kasım ama ben hep yazım!’ diye dolanır dururum hep ama bu, kasım ayını tüm kasvetiyle yaşadığımız gerçeğini değiştirmiyor elbet!
Tamam hava soğuk, güneş bir triplerde göstermiyor yüzünü, ay ile atıp tutuluyorlar birbirlerine. Gökyüzü, grinin elli tonunda bulutlarla cilveleşmekte. Yani depresyona girmek için zemin hayli müsait de vakit bulamıyoruz işte!
Kasım ayını sevmememin sebebi, ulu önder Atatürk’ün bizi bırakıp gittiği ay olması bence. Her 10 Kasımda, Atatürk büstlerine bırakılan kasımpatılar, bu acı gerçeği hatırlatıyor her sene. Yeri doldurulmayacak bir liderin, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir mücadeleye imza atan büyük bir askerin, vizyonu, zekası, dehası, başarısı ve insanlığıyla aradan geçen onca yıldan sonra da hala aynı sevgi ve saygı ile alınan zat-ı şahanenin özlemini hissettiriyor her seferinde.
Atatürk ile ilgili onlarca hikaye dinlemişimdir bugüne kadar herhalde. Ama bir tanesi var ki gözlerimi doldurdu, o yası hissettim iliğimden kemiğime. Hikaye düğme ile ilgili. Evet evet bildiğimiz düğme. Giysileri iliklemek ya da süs olsun diye iliştirilmek için dikilmiş nesne. Erkek gömlek düğmeleri sağdan sola, kadın gömlekleri de tam tersi şeklinde iliklenirmiş bu arada. Gayet basit, küçücük bir düğme, 84 yıl öncenin 19 Kasımında, bambaşka bir anlam kazandı, bu hikayeyi bilenlerin, duyanların, okuyanların yüreğinde. İşte o hikaye;
Atatürk’ün 10 Kasım’da vefatından sonra nereye defnedileceği uzun süre tartışma konusu olmuş. Nihayet naaşının, Dolmabahçe Sarayı’ndan alınarak Ankara’ya nakledilmesine karar verilmiş. Ulu önderin naaşı, 19 Kasım 1938 Cumartesi günü sabahı, Dolmabahçe Sarayı tören salonunda cenaze namazı kılındıktan sonra gözü yaşlı cenaze alayı eşliğinde Gülhane Parkı’na getiriliyor. Karaköy’den geçerken birdenbire, 'Çıt' diye bir ses duyuluyor, Çıt ! Çıt ! Çıt ! Gökyüzünden düğme yağıyor! Çıt sesi, dakikalar içinde artarak devam ediyor. Atatürk’ü sonsuzluğa uğurlayan kalabalık yas ve özlem içinde giysilerinden kopardıkları bir düğmeyi tabuta doğru atıyor. İnanılmaz bir görsel şölen yaşanıyor o anda, gökten dolu gibi düğme yağıyor cenazenin üstüne, rengarenk düğmelerden naaş görünmez oluyor. Pencerelerden atılan düğmeler, atanın gözyaşlarını taşıyor. Binlerce kişinin gözyaşları, Ata’ya değiyor, Ata’sına veda ediyor. Musevi vatandaşlarımız önderlerini, kendi matem geleneklerine göre “gömleklerinin, ceketlerinin düğmelerini kopararak” uğurluyor.
Peki bu ne demekmiş, gömleklerin ceketlerin düğmeleri kopartılarak gerçekleştirilen uğurlama ne anlama geliyormuş biliyor musunuz?-
-“Ben senden sonra eksiğim!”
Ve biz vefatının 84.yılında, hala bitmeyen bir özlem ve hasretle anıyoruz Atatürk’ü!
En büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyeti’ni yaşatmaya çalışarak, sahip çıkarak!
Işıklarda uyu büyük lider, Mustafa Kemal Atatürk! Ardından ne söylesek eksik, yetersiz!
Biz sensiz, inan çok eksiğiz!
……………………………………………….*……………………………………
Kuduz Kalpler;
1983 yapımı bir film vardı hatırlar mısınız? Abdurrahman Keskiner’in yapımcılığını üstlendiği, başrollerinde Necla Nazır ve Tarık Akan’ın oynadığı; “Çocuklar Çiçektir” filmini?
Konusu şöyleydi; Bir ağanın Almanya'dan getirdiği kurt köpeği aralarında ağanın da oğlu olmak üzere köyün çocuklarını ısırır. Köylüler köpeği öldürmek isteseler de ağa, köpeğin kuduz olduğunu kabul etmez ve bunu engeller. Üstüne üstlük kendi oğluna aşı yapılmasına da izin vermez. Dispanser köye hayli uzaktır. Çocukları dispansere götürme işi, ağanın kızına(Necla Nazır) aşık olan topal gence(Tarık Akan) düşer. Film de bu dispansere ulaşma macerasını anlatır.
Film deyip geçmemenin, her filmin gerçek hayatın izdüşümü olduğunu gösteren bir olay yaşandı geçen hafta. Hem de uzay çağında, 21.yüzyılda!
Olay Bitlis’te yaşanıyor. Köpek tarafından ısırılan ama ailesine bisikletten düştüğünü söyleyen küçük Mustafa, bir süre sonra kolunun uyuşmaya başlamasıyla durumu ailesine bildiriyor. Hastaneye gittiklerinde uyuşmaların arttığı, karnının ağrıdığı, titremelerin başladığı ve sudan korkmaya başladığı görülüyor. Birkaç saat içinde de hırçın, anlamsız davranışların görülmesi, kollarını kasılması gibi bazı belirtiler ve tükürük örneğinden Mustafa’nın kuduza yakalandığı netleşiyor. Durumun vehameti, aynı bölgede 36 kuduz vakasının daha ortaya çıkmasıyla gözler önüne seriliyor!
Kuduz, enfekte hayvanların tükürüğünden, yani salyasından insanlara yayılan ölümcül bir virüs, genellikle ısırma yoluyla diğer canlılara bulaşıyor. Aynı zamanda bir hayvanın etinin veya sütünün çiğ olarak tüketilmesi de kuduz bulaşmasına neden olabiliyor. Kuduz, erken müdahalenin zorunlu olduğu bir hastalık. Belirtileri görülmeye başlandığı hemen her vakada, ölüme neden olabiliyor. Bu yüzden kuduza yakalanma riski taşıyan, köpek ya da başka bir hayvan tarafından ısırılan herkes, semptomlar başlamadan hemen hastaneye gitmesi, kuduz aşısı yaptırması gerekiyor.
Olayın tıbbi boyutu bu iken bir de sosyal ve kriminal bir tarafı da var ki mevzuyu bambaşka yerlere taşıyor. Zihni sinir, kendilerini insan zanneden bir grup kişi, sokak hayvanlarına savaş açarak öldürülmeleri için ayaklanıyor. Bu nasıl bir mantık, nasır bir vicdansızlık anlamak mümkün değil! Sen kimsin de Allah’ın verdiği bir canı, almayı kendinde hak görüyorsun! Bu talihsizliğin hesabını ilgili mercilere, belediyelere sormuyorsun da hepsi öldürülsün diyebiliyorsun! Sırf dedeleri kıllarını diğer orangutan arkadaşlarından birkaç nesil daha erken döktü diye günümüzde "insan" olarak kabul edilen ama insanlık nedir bilmeyen bu kadar sığ düşünceli, kalbi kararmışlarla aynı dünyada yaşadığıma inanamıyorum, inanmak da istemiyorum! Doğru bir planlama ile kısırlaştırma, aşılama ve barınaklar vasıtasıyla durum kontrol altına alınabilecekken öldürmeyi düşünmek nasıl bir hastalık!
Tek tesellim, bunlar gibi düşünenlere karşı 14 Temmuz 2021'de kabul edilen 7332 sayılı Kanunla hayvanlar, mal kapsamından çıkarıp canlı olarak kabul edildiler. Hayvanları sahipli ya da sahipsiz ayrım olmaksızın kasten öldürmeye, 6 aydan 4 yıla kadar hapis cezası verildi. Hayvanlara cinsel istismara ve işkenceye de 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası getirildi!
Kuduz hastalığının tedavisi mevcut, sokak hayvanlarının rehabilitesi mümkün peki ya kalbi kuduz, vicdanı hasta olanlar!
Bence bu asıl trajedi!
……………………………………………*…………………………………………………
Tek Taşınızı Kim Aldı ?
Ne evlilikmiş be mübarek! Sadece 5 ay evli kaldılar ama hala konuşuluyorlar!
Evet ünlü şarkıcı Hadise ile Mehmet Dinçerler’den bahsediyorum. Tanışmaları, nişanları, hediyeleri, evlilikleri ve de boşanmaları yankı uyandıran hala da çok konuşulan bir birliktelik onlarınki. Aldık elimize çekirdekleri, çitleye çitleye takip ettik ülkece bu ilişkiyi. Ne zaman tanıştılar, nasıl aşık oldular, tatile nereye gidiyorlar, en büyük gündemimizdi. Nazar mı değdi, böyle olacağı zaten belli miydi bilmem de bu magazin dünyasının yıldızı olan bu ilişki, sonunda gökyüzünden kaydı gitti. Geriye kalan ise iade edilmeyen takılar ile evdeki robot süpürgesiydi!
Tam haberler durdu, ortalık duruldu derken Dinçerler’in aldığı 3 milyonluk tek taşın sahte, ünlü bir markanın replikası olduğu ortaya çıktı! Hadise’yi bilmem ama Türk kadınları bunu hiç hazmedemedi, baya kızdı. Takıdır, süpürgedir tamam da biliyorsunuz tek taş yüzük, kadınların kırmızı çizgisidir.
‘Tek taş yüzük’ deyip geçmeyin, bir semboldür kendisi. Medeni hal göstergesi, statüdür. Varlığının da yokluğunun da nelere mal olduğunu bilse çok üzülür. Erkeğin, kadının parmağına diz çökerek takması makbuldür zaten çöküp çökeceği de bir o gündür!
Pırlanta, eşsiz güç, güzellik ve kalıcı sevgi anlamına geliyor. Belki ondan paha biçilemiyor. Erkek, bir tek taş yüzük ile sevdiği kadına yaptığı teklifi resmileştiriyor. Tarihteki ilk olay ise, 1477 yılında, Avusturya Arşidük Maximillian’ın sevdiği kadın olan Burgundy Mary’e rekor büyüklükte pırlanta taş göndermesi olarak biliniyor. Bu olay, Avrupa aristokrasisi ve soylular arasında pırlanta yüzüklere ilgiyi bir anda arttırıyor. Dünyada 1930'larda popüler oldu. 1965 yılına gelindiğinde Amerika’daki yeni gelinlerin yaklaşık yüzde 80'ine pırlanta yüzük hediye ediliyor. Oradan bize de sıçraması çok uzun sürmüyor. Bugün evliliklerin çoğunun başlangıcı, tek taş yüzük! Biz kendisine kısaca maymuncuk diyebiliriz zira ilişkilerde her kapıyı açtığı bariz!
Canım doğru kişiyi bulamasak da sıkıntı yok, tek taşını kendi almış kadınların kıymetini, hiçbir şeyle ölçemeyiz!
………………………………………………….*…………………………………………..
HAFTANIN EN’LERİ;
Haftanın Endişesi; tabi ki yine Çin’den geldi! Çin’in Dünya yörüngesinde kurduğu 23 tonluk "Long March-5B" roketi 31 Ekim’de uzaya fırlatıldı. Görevini tamamlayan devasa roketin, kontrolsüz şekilde Dünya atmosferine girmesi ve yeryüzüne düşmesi hatta Türkiye’ye düşmesi kuvvetli bir ihtimalmiş. Korona belasını başımıza sardığında; ’Böyle ölmeyiz, füze atsaydın’ sitemimizi baya ciddiye almış olsa gerek Çin, o roket de bir zahmet çıktığı yere geri girsin!
Haftanın Gururu; İlk kadın valelerimizin sertifikalarını alması oldu! Türkiye Otomotiv Bakım Dernekleri Federasyonu (TOBFED) Sürdürülebilir Gelecek Zirvesi’nde sertifikalarını alan Türkiye’nin ilk kadın valeleri, cinsiyet ayrımı yapmadan kadınların da vale sektöründe ne kadar başarılı olduğunu göstermiş oldular. Tamam belki henüz mesleğe talep fazla değil ama sektördeki erkek egemenliğini kırmak için önemli bir adım bence! Valla kadın olarak bir vale olmadığımız kalmıştı neyse ki o da yapıldı! Şimdi beyler düşünsün!
Haftanın Tespiti; Teknoloji hızla ilerlerken insanoğlu uzayın derinliklerini keşfetmek için hayli uğraşırken yeni bir iddianın daha ortaya atılması oldu! Bilim insanlarına göre; Gelişmiş medeniyetlerin olduğu bir düzende, karıncalarla aynı durumdaymışız. Güneş sisteminin 4.5 milyar, evrenin ise 13,8 milyar yaşında olduğunu düşünüldüğünde, dünya dışı medeniyetler o kadar ileride olabilir ki bizim karıncaları gördüğümüz şekilde onlar da bizi görüyor olabilirmiş! Bence karınca gibi değil de görse görseler ağustos böceği olarak görüyorlardır. Ne de olsa milyarlarca yıldır bir aya bastık ayağımızı bir de Mars’a, oturum izni de alamadık hala!
Haftanın Kazası; Lüks bir markanın Türkiye’nin distribütörü olan ünlü iş insanı Dilek Ertek’in arkadaşlarıyla birlikte gittiği Tahiti'de gemiden düşerek hayatını kaybetmesi oldu. En dramatik yanı da Ertek'in cansız bedenine ulaşılamamasıydı! Bilmiyorum kaza mı cinayet mi de, ‘ölümün de hayırlısını versin Allah’ diyen büyüklerin varmış bir bildiği!
CANSEN ERDOĞAN