Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

cansen@leburo.com

Tüm Yazıları

Uzun zaman sonra umut dolu bir yazı yazmak üzereyim galiba!

Acılar taze hala, yaralar kolay kapanacak gibi gözükmüyor ama hayat işte, bir şekilde devam ediyor!

Çifte bayram var bu hafta, iki bayram birlikte geldi bu defa! İyi de oldu valla, kasvet çökmüş ruhlarımıza, kararmış mutluluklarımıza bir nebze de olsa ışık olsun inşallah! Çünkü toparlanmak, yeniden başlamak için buna ihtiyacımız var aslında!

Bayramlara girmeden geçen haftaya damgasını vuran şu ‘ Gelin Maaşı’ olayın bahsetmek istiyorum unutmadan! Birçok kişi sordu bana, böyle bir adet var mı hala, ne düşünüyorum bu konuda acaba diye!

Haberin Devamı

Madem öyle dedim, malum konuda iki kelam da ben edeyim;

Son dönemlerin popüler yapımlarından Aile dizisinin geçen hafta yayınlanan bölümünde Serenay Sarıkaya'nın oynadığı Devin karakterine 189 bin TL yatırıldığı, açıklama kısmına da; "gelin maaşı"  yazıldığı görüldü. Dizideki bu gelin maaşı sahnesi kısa sürede sosyal medyada gündem yarattı, maaş yatmayan gelinler, ayağa kalktı :))

Üstelik gelin Devin, bu maaşa sinirlendi, sinirlenmekle de kalmadı bir de reddetti! Kendi parasını zaten kazanıyormuş, işi varmış- eli ekmek tutuyormuş, bu parayı almak istemiyormuş. İzleyiciler ikiye bölündü hemen, bir kısmı; “Allah’ım bize de nasip et” derken bir kısım da; “Aile maaş verip evde oturtacak, asıl amaç kızın kariyeriyle oynamak” dedi. Valla bence iki fikir de kabul edilebilirdi!

Belli ki dizi de her aile ferdine maaş ödeniyor holdingden. Dizinin sinsi, kurnaz, entrikacı karakteri Hülya Soykan tarafından verilince ödeme talimatı, insan bir işkilleniyor haliylen. Adet midir bu gelin maaşı, var mıdır her yerde bilmiyorum ama kulağa da fena gelmiyor hani, itiraf ediyorum!

İçinde ‘gelin’ geçtiğinden mi tartışıldı bu maaş meselesi bu kadar acaba? Evlada verilince iyi hoş da gelin- damat olunca mı batıyor yoksa? Hani gelin de damat da evlattı, evlatların eş diye getirdikleri de evlat sayılırdı, nerede kaldı? Tüm aileye verilince sıkıntı yok da gelin yazınca mı olay oluyor! Kim bilir belki de yüzyıllardır süren anne- kayınvalide ayrımı kendini burada da gösteriyor!

Haberin Devamı

Gülmeyin ama benim aklıma ilk gelen, yatırılan maaş net mi, vergisi kesilmiş mi oldu :)) Dünya kaosta, kıtlık kapıda, ekonomik sıkıntı hayatımızda, jest yapmışlar para yatırmışlar hesabına, niye kötü tarafından bakıyorsunuz canım mevzuya! Sana işi bırak dememişler, kır dizini otur evinde dememişler, ihtiyaçlarını karşılasın, kocasının eline bakmasın, ondan para istemek zorunda kalmasın diye para yatırmışlar, ne güzel yapmışlar! Öyle zarfla eline falan da vermemişler, incitmemişler. Bence niyetleri kötü değil, gelinlerini evlat olarak sahiplenmişler. Hayır önce acaba fiyat düşük ona mı bu kadar tepki dedim, fiyatı görünce şoka girdim! Kullanmayacaksan da al koy kenara, iyilik yap o parayla mesela! Değer mi ortalığı yıkıp karıştırmaya! Keyfine bak, ister biriktir ister harca!

Ah be Devin! Kıvanç Tatlıtuğ’la pardon Aslan Soykanla evlenmişsin üstüne her ay 189 bin TL verilmişsin, Daha ne istiyorsun ya! Kızlar seni parçalar, söylemedi deme valla!

Haberin Devamı

……………………………………………*……………………………………

İyi Bayramlar;

Ve gelelim haftanın ilk bayramınaaaa!

Birlik- beraberliğin,  paylaşmanın- kardeşliğin zamanı ramazanın ardından gelen en şeker bayramımıza; Ramazan Bayramı’na!

En büyük heyecanımdı benim bayramlar! Hareket demekti bayram, misafir ve elbette ki bolca şeker, çikolata! “Bayramlık” ritüeline yetişenlerdenim, neyse ki ucundan. Minicik topuklu, önü fiyonklu, kırmızı, rugan ayakkabıyı vitrinde gördüğümde, aşık olmuştum o an. “Az kaldı bayrama, bayramda giyersin artık” diyen annemin sesi var,  hala kulaklarımda. Minicik topukları, fiyongu ve parlak kırmızı rengiyle küçük, süslü bir kızın hazinesi rugan ayakkabıları koyup başucuma, bayram sabahını beklerdim heyecanla!

Bu bayram buruk aslında! Deprem felaketinin ardından iki ay geçti ve yaralar sızlıyor hala! O kadar çok kayıp var ki, öyle acı hikayeler yazıldı ki oralarda bayram sadece kaybettiklerini hatırlatacak bir çoğuna!

Tabi malum; “Nerede o eski bayramlar” düşmüyor yine dillerden!

Aslında eskiyen, bayramlar değil biziz galiba, değişen de bayramlar değil, yine biz! Ailenin, el öpmenin, vefanın ne demek olduğu unutuldukça bayramlar da küf kokmaya başladı. ‘Bayramda ziyarete gidilir, el öpülür’ kültürü, ‘bayram demek, tatil demek” kültürüne dönüştü yavaş yavaş! Yaşlıların, özlem çekenlerin, kimsesizlerin umutla yol gözlediği bayram, işten uzaklaşma, okuldan kaytarma, şehirden kaçma demek oldu artık valla! Günler öncesinden, el emeği göz nuruyla yazılan tebrik kartlarının yerini herkese gönderilen, birbirinin aynı, standart mesajlar aldı. Ne horoz şekerlerinin eski tadı vardı, ne de yiyenlerde aynı heyecan kaldı. Mendil içinde harçlık bekleyen çocuklar kalmadı, hoş mendil veren nesil de yok zaten artık!

Uzun masalar, kalabalık sofralar demek bayram! Özleyenler için kavuşma, küsler için barışma, yaşlılara vefa, çocuklara çikolata demek! Her şey değiştiği gibi bayramlar da değişti elbet, biz değiştik onlar mı değişmeyecek! Bayram, derin bir nefes bence, içe çekilecek, ana-baba eli öpülecek, sağlık- sıhhat- ağız tadı şükredilecek! Sizi bilmem de eskiden daha bir severdim özel günleri, anneler günü- babalar günü, en çok da bayramlar güldürürdü yüzümü! Hep yanımızda olacaklar, sonsuza kadar bizimle kalacaklar sanırdım büyüklerimiz, sevdiklerimiz. Büyüdükçe onların yaşlandıklarını görmek, kaç özel gün- kaç bayram kaldı birlikte geçirilecek diye düşünmek hüzünlendiriyor beni. Anası- babası, eşi- kardeşi, evladı gidenler, sevdiklerini kaybedenler için ne zordur bu günler! Yalnızlık en çok bugünlerde koyar insana, eksiklik deler geçer bağrını, özlem acıtır canını!

Dedim ya hepimizi acıya boğan, ülkemizi derinden etkileyen deprem felaketinden sonra renkli, şekerli bir bayram yazısı yazmak içimden gelmese de tutunacak ümide, şükredecek sebebe ihtiyacımız var bir şekilde! Şarkıdaki gibi; “Bütün dünya buna inansa/ Hayat bayram olsa” keşke, ama nerdeee!

Nerede eski bayramlar demeyecek misin sen de derseniz, diyeceğim elbette!

Tatile denk geliyor, salıya-çarşambaya, yaza-kışa geliyor, bir bayrama denk gelmiyor artık bayram işte!

Yine de usuldendir; “İyi Bayramlar hepinize!”

……………………………………..*………………………………………………..

Masumiyetin Mabedi;

Gelelim haftanın diğer güzel olayına, en bayraklı bayramına; 23 Nisan Gençlik ve Spor Bayramına!

80’ler- 90’larda çocuk olmuşsanız benim gibi, 23 Nisan deyince şöyle bir tablo gelir hep gözümüzün önüne; Yağmurlu evet illa yağmurlu bir ilkbahar sabahında cırcır böcekleri gibi neşeli, sıcak bir koro sesi; Hep bir ağızdan okunan ‘Andımız’! Cıvıl cıvıl okunan istiklal Marşı ardından rengarenk gösteriler! Gösterileri izleyen kalabalıklar, ‘Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan’lar!

Televizyonda çocukların seveceği filmler, yurtdışından gelen çeşitli milletlerden çocukların yaptığı gösteriler, o güne mahsus çocuklara verilen izinler!

Sevinç bulaşmış dudakları, pamuk helvaya bulanmış suratları, yara bere içindeki dizleri, bembeyaz düşleriyle çocuk olmak! En büyük hedef büyümektir çocukken! Anlamsız bir telaş vardır büyümek ve büyütmek için onları itiş kakışla. ‘Yemeğini yersen çabuk büyürsün’, ‘süt içersen boyun uzar’ nidalarıyla hızla büyütülür çocuklar, sonunda ne olacaksa! Büyümeyi beklemek aman ne zor iştir; Şeker kavanozuna sandalyesiz erişebilmek, sınırsız çikolata yiyebilmek, saatlerce çizgi film izleyebilmektir ilk hedef! Oyuncak arabalar yerine sahicilerini sürebilmek, harçlık yerine kendi paranı kazanabilmek, izin almadan evden gidip istediğin zamanda geri gelebilmektir sonraları! Ve henüz inanırken bol bol masal dinleyebilmek, masaldan keyif alabilmektir.

Oysa büyümek, satmaktır düşlerini!

Düşlerini gerçekleştirmek için sunulan imkanlar karşılığında vazgeçmektir onlardan. Uçlarına birer yıldız bağlayıp geceye salıverdiğin düşlerini, bir daha görememektir gökyüzünde. Büyüyüp de gerçekleşme vakitleri geldiğinde, o düşlerin yok olduğunu fark etmektir çaresizce. Kuyrukluyıldız koleksiyoncusu olmaktan vazgeçip gökyüzünün lambalarını söndürmektir sessizce!

Hayatın en tuhaf ironilerinden değil midir; Çocukken büyük, büyükken çocuk olmayı istemek!

Oysaki büyümek, aslında gitmektir! Gece karanlıkta sımsıkı tutunduğun yıldızlardan, oyuncaklardan, kalp ağrılarının yanında hiçbir şey olan diz yaralarından gitmektir. 

Rüyalara düşen düş yapraklarının, sadece çocuk düşlerinin ağırlığına dayandığını anlamak, masallara inanmaktan vazgeçmektir büyümek!

Yıllar öyle hızlı geçiyor ki büyümeyi durdurmak mümkün değil. Ama mümkün olan bir şey var, o da hep biraz çocuk kalabilmek! Spagetti makarnaları hüp diye çekebilmek, ketçap bulaşmış yanaklarda hamburger izlerini görmek! Ellere bulaşan çikolata izlerinde, geçmişin izini sürmek!

Masumiyetin mabedidir çocuk olmak, her 23 Nisan’da da bunu coşkuyla kutlamak!

O zaman tüm çocukların, çocuk kalanların ve de içindeki çocuğu büyütmeden saklayanların günü- bayramı kutlu- mutlu olsun!

……………………………………….*………………………………….

HAFTANIN EN’LERİ;

Haftanın Paniği; Dedim de kime göre, neye göre! Bu bünye öyle alıştı ki felaketlere, yıldız kayıp, yolunu şaşırıp yeryüzüne düşse şaşırmayacağım diyeceğim, öyle de oluyor işte! NASA, hizmet dışı kalan bir uydunun dünyaya düşebileceğini açıkladı- ki malum panik olmasın diye açıklamaz böyle şeyleri! Açıklamada, 272 kilogramlık uzay aracının büyük bir kısmının atmosferdeki yolculuğu sırasında yanacağı ancak bazı parçalarının Dünya'ya düşmesinin beklendiği ifade edildi. Yahu deprem olmuş, yangın çıkmış, sel basmış, galaksi karışmış, hangi düşen parça bizi şaşırtacakmış! Zannımca kendisi fene halde şaşırmış!

Haftanın Buluşu; desem de bence asrın buluşlarından biri kendisi! “ChatGPT” uygulaması, görünen o ki dünyada yeni bir çığır açacak gibi! OpenAI tarafından geliştirilen, yapay zekâya dayalı bir sohbet robotu olan ChatGBT, kendisine sorduğunuz soruları karşınızda bir insan varmış gibi cevaplayabiliyor. Doğru bilgiye ulaşabilmenin bazen oldukça meşakkatli olduğu Google’dan farklı olarak Chat GPT’nin yanıtlarının doğruluğu ve bilginin kullanılabilirliği çok daha fazlaymış! Hey Google heyyy! Sen de yaşlanmışsın be, demek ömrün buraya kadarmış!

Haftanın Açılışı; Ülkemiz için çok önemli bir merkezin açılışıydı! Türkiye’nin ilk ‘Aşı ve İlaç Geliştirme Kampüsü', TÜBİTAK’ da açıldı! Sağlık alanına dönük biyoteknolojik ilaçlar, aşılar, AR-GE faaliyetleri, aşı ve ilaç geliştirmeye dönük, hücreden başlayarak pilot üretim tesisine kadar tüm aşamaların tek bir merkezde entegre bir şekilde yapılacağı önemli bir merkez olan bu kampüs, farklı ilaçlar geliştirmek yeni aşılar bulmak isteyen bilim insanlarına açık olacakmış! Ben gurur duydum şahsen, umut doldum çünkü bu tesis gerçekten bizim yüzakımız!

Haftanın Rekoru; Hindistan’dan geldi! Dünyanın en kalabalık ülkesi artık değişti! Çin'i geride bırakan Hindistan 1 Milyar 428 milyonu aşan nüfusu ile dünyanın en kalabalık ülkesi unvanını kazandı. Şu anda Hindistan'ın nüfusu Avrupa, Afrika ve Amerika kıtlarındaki ülkelerin toplam nüfusundan daha fazla durumda! Gıda sorunu bir yanda, istihdam derdi bir yanda, bir Hintli olmak ister miydim, asla! Allah korumuş bizi valla!

Haftanın İksiri;İlikli Kemik Suyu’! Malum bağışıklığı güçlü tutan, cildin elastikiyetini arttıran en önemli protein kolojen! Yaş ilerledikçe azalan kolajen miktarını artırmak da kolajenin en fazla bulunduğu besin olan ilikli kemik suyu ile mümkünmüş! Üstelik ilikli kemik suyu sadece cildi beslemekle kalmayıp aynı zamanda kemikleri ve bağışıklığı da güçlendiriyormuş! Şifa, estetik ameliyatlarda, kimyasal tabletlerde değil meğer yanı başımızda duruyormuş!

CANSEN ERDOĞAN