Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

cansen@leburo.com

Tüm Yazıları

Valla sizi bilmem de kış demek kestane, boza, sinema demek benim için! Soğuk kış günlerinde, öncesinde arkadaşlarla yenen keyifli bir yemek, sonra bilet gişesinde sıraya girmek ve iki saat boyunca film dışında başka şey düşünmemek! Ah bir de arada patlamış mısır ile buz gibi çikolata yemek, sinema deyince tabi bunu da unutmamak gerek!

Cuma akşamı tam da bu niyetle sinemaya gittik. Gittik ve şaşkınlıktan kalıverdik çünkü cuma akşamı olmasına rağmen bomboştu salon. Günlerce önceden bilet telaşına düştüğümüz, uzun kuyruklarda sıra beklediğimiz filmlere ne olmuştu böyle, ağzına kadar dolu salonlar nereye kaybolmuştu?

Haberin Devamı

Koronavirüs nedeniyle bir kapanıp bir açılan sinema salonlarını, önce pandemi bıçakladı tam kalbinden. Tam yara kapanıyor, hasta salonlar iyileşiyor derken son tokadı, ekonomik kriz vurdu sektörün yüzüne. Fahiş bilet fiyatları, her tür gelirliye hitap eden sinemayı, gözden de düşürdü, yürekten de!

Bunun yanında elbet sinema olarak çekilen kaliteli yapımların olmayışı da önemli bir etken. Hollywood kala kala süper kahraman filmlerine kalmış durumda, zaten başka filmler de çıkmıyor ortaya! Ya süper güçleri olan yaratıklar ya da gökten ışın kılıcıyla inen adamlar revaçta! Fantastik filmler, bilim-kurgu içerikler dışındaki filmler izlenmiyor artık salonlarda. Pandemide yıldızları parlayan ve beyazperdeyi eve taşıyan dijital film ve dizi platformları- ki bu en fenası- sinemaya ilgiyi hayli azalttı. Şimdi kalkacaksın arabaya bineceksin, yakınsa yürüyeceksin, sinema salonuna gideceksin, bilet alacaksın, yerine oturacaksın, erken gelmişsen ne zaman başlayacak diye sabırsızlanacaksın, geç kaldıysan acaba kaçırdım mı bir şey diye hayıflanacaksın, o-hoooooo!

Film arası olunca gidip patlamış mısır, abur cubur almaya niyetleneceksin, ona da bin ton para vereceksin! Sonuçta bir film izleyeceksin diye hem zaman hem para tüketeceksin!

Teknoloji değişti azizim, devir değişti. Platformlar, sinema ve televizyonun yerini alıyor yavaş yavaş ki üç beş sene içinde televizyon kanalları da bu platformlara taşınacak ne kadar uğraşırsan uğraş!

Haberin Devamı

En büyük sosyalleşme alanlarıydı sinemalar, bir zamanlar! Arkadaşlarla toplanılır gidilir, öncesinde yemek yenilir, sohbet edilirdi. Sevgiliyle gidilecek en gözde yerlerdi sinemalar, ilk orada tutulurdu eli, ilk orada öpüşülürdü, hissederken midede kanat çırpan kelebekleri!

Oysa şimdi yemek sitelerinden yemek söylenip, bir film açılıyor platformların birinden. Sosyallik yerini tekliğe bırakıyor, sanal kalabalıklar gerçek yalnızlıkların üstünü kapatıyor. Nurlar içinde yat sevgili Mehmet Akif Ersoy; “Medeniyet dediğin, tek dişi kalmış canavar” derken varmış bir bildiğin. Uzakları yakınlaştıran teknoloji, bizleri de yalnızlaştırdı. İnternetin, cep telefonlarının, bilgisayarların her eve girmesiyle iletişim de azaldı. Akşamları dizi izlerken ailece, sıkıysa biri konuşsun. Çocukları bilgisayar oyunlarının başından kaldırabilene aşk olsun. Mahalle kültürü çoktan bitti tamam da komşuculuk bitmeyeydi bari ya. Pişen yemekten bir kase de komşuya götürdüğümüz, çocuklarıyla bir barışıp bir küstüğümüz o saf, eski günleri mumla arayacağımız akla gelir miydi acaba ?

Haberin Devamı

Eskiden; “İnsan yaşlandıkça yalnızlaşıyor” denilirdi. Oysa bugün daha çok gençler ve çocuklar yalnızlaşıyor. Birlikte yaşamın, dayanışmanın ve paylaşımın sorumluluklarından kaçışın adı oldu yalnızlık ve insanın insana tahammülünün kalmayışı ile yayılıyor, çok yazık!

Artık ne hayat eskisi gibi ne tiyatro ne de sinema!

Ne diyordu şarkıda; Biz büyüdük ve kirlendi dünya!

………………………………….*……………………………………..

Bandırma- NASA Füze Hattı;

İşte o gün gittiğimiz film; ‘Bandırma Füze Kulübü’ydü. Biyografik filmlerin usta ismi, yaşanmış gerçek hikayelerin beyaz perdedeki imzası Mustafa Uslu’nun yapımcısı olduğu film, uzun zamandır merakla bekleniyordu en azından ben hikayesini duyduğumdan beri bekliyordum valla. 1957 yılında Sovyetler Birliği'nin uzaya gönderdiği roketten ilham alıp Bandırma’da roket üretmeye çabalayan liseli gençlerin öyküsü. Bandırma Füze Kulübü filmi gerçeklerden yola çıkarken işin içine bir tutam romantizm serpiştirmeyi ihmal etmemiş. İlk yarı elem, acı ve kederle yoğrulmuş, kulak memesi kıvamına gelince de aldığı kadar umut ilave edilmiş. İkinci yarı vatan-millet-Sakarya kıvamında, doğrudan milliyetçilik duygularımıza hitap edilmiş. İnişler, çıkışlar var duygularda ve de sağlam düşüşler film boyunca. Ama finalde, duygular zirvede!

Film 1957 yılının Bandırma’sında geçiyor. Bandırmalı bir grup lise öğrencisi, Sputnik adlı füzenin uzaya gönderilmesinden ve NASA'nın uzay faaliyetlerinden etkilenerek Türkiye'nin ilk füze kulübünü, “Bandırma Füze Kulübü”nü kuruyorlar. Yaptıkları amatör füzeler duyulmaya başlanıp fırlatmalar başarılı oldukça, “Başımıza icat çıkarmayın” diyen eşraf ve siyaset erkanı, gençlere köstek olmak için ellerinden geleni yapıyor. Ama bu hevesli ve çalışkan gençlerin çabaları dikkat çektikçe destekleri de büyüyor. Ve nihayet bu çabalar, NASA tarafından da fark ediliyor ve iki genç orada çalışmak üzere davet alıyor. Film, bir çocukluk hayali, babaya verilen bir söz ve milliyetçilik ruhu üzerinden ilerliyor.

“Bandırma Füze Kulübü”, ülkenin genç, idealist, başarılı gençlerinin, parlak zihinlerinin akın akın başka ülkelere yerleştiği bu dönemde yayınlanması bakımından hassas noktalara parmak basıyor aslında. Gençlere, öğrencilere destek verilirse eğitim ve olanaklar sunulursa yeni neslin ellerindeki meşaleyle ülkemizi, geleceğimizi nasıl aydınlatacaklarını gösteriyor bir bakıma. Ama ne olursa olsun tası tarağı toplayıp gitmek yazmaz bizim kitapta. Neymiş başka bir ülkede, dilini, dinini bilmediğin bir coğrafyada her şeye yeniden başlayacakmış. Düşünsene, sarımsak dövücünün bile adını yeniden öğrenecek, vapurda simit yiyemeyecek, yiyemediğini kuşlara veremeyecek. Dönerle ayranı aynı anda bitirme telaşına giremeyecek, fenerlisi, cimbomlusu, milli maçta galibiyette sarılıp birbirine, sevinemeyecek. Ramazanda iftar yapamayacak, kandilde helva yapıp dağıtamayacak. Buraları terk edip gittiği o ülkede, hep ikinci sınıf insan sayılacak!  

Öyle zaman olur ki bazen kendi gölgene basar sendelersin, o derece yalnız hissedersin. Ama kaçamazsın, herkesten kaçsan da kendinden kaçamazsın. Buraları bırakıp gitmeyi, başka ülkede yaşamayı düşünenleri bilmem ama benim geçmişime, dedeme, rahat uyuyayım diye nöbet tutan askere, bu topraklarda yaşayabileyim diye canını veren Mehmetçiğe borcum var. Geçmişim buradaysa geleceğim de buradadır. Son damla kanım damlayana kadar toprağıma, son nefesim yurduma feda olacaktır. Çünkü; Vatan mevzubahis ise gerisi teferruattır!

……………………………………..*…………………………………………………….

‘Kaçıncı maddedeyiz Mazhar Bey?’ ;

Vatan dedim, millet dedim büyük büyük cümlelerle! Milliyetçilikten bahsettim, içinde gençler ile, gurbet ile Mehmetçik ile! Yılın en önemli haftalarından birinin içindeyiz, Cumhuriyet Bayramımızı kutluyoruz 29 Ekim'de!

Cumhuriyet; İlk anayasa demek, ilk cumhurbaşkanı, Soyadı Kanunu, Takvim-saat-Uzunluk ölçüleri, Kılık Kıyafet, Çok Partili Sistem ve daha onlarca yenilik. Bunlardan sadece bir tanesinin bile getirilmesi devrim sayılırken hepsinin ardı sıra sunulması, yaygınlaştırılması en büyük kutlamaları hak ediyor bence. Bir imparatorluğun çökmüş temellerine kurulan ve her şeye inat dimdik ayakta duran bir ülkenin haklı sevincidir çünkü o. Değil sadece silah arkadaşlarıyla tüm memleketle zıtlaşma pahasına, bu ülkeyi bir cumhuriyete dönüştüren ulu önderin, kutsal emanetidir bizlere. Halkın egemenlik hakkını, seçmiş olduğu vekiller vasıtasıyla kullanmasıdır. Ve tarihte eşi görülmemiş bir kurtuluş mücadelesiyle gücünü tüm dünyaya kanıtlayan ve bağımsızlığını söke söke alan Türk ordusunun dahi başkumandanı büyük Atatürk’ün sosyal ve siyasi sayısız başarılarının en çok da ileri görüşlülüğünün ve büyük hayal gücünün yıldönümünü kutladığımız gündür Cumhuriyet Bayramı!

Hayal gücü mü dediğinizi duyar gibiyim, evet doğru duydunuz hayal gücü!

‘Nasıl yani ?’ sorunuzun cevabı, ölene dek Atatürk’ün yanında olan, yakın dostu Mazhar Müfit Kansu’nun anlattığı anısında saklı;

Erzurum Kongresi yapıldığı dönemlerde geçen bir konuşma:

-“Mazhar not defterin yanında mı?”      

-“Hayır Paşam.”

-“Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel!”

Mazhar Müfit Kansu’nun aşağıya gidip elinde not defteriyle geldiğini görünce; “Ama bu defterin, bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir sen, bir de Süreyya (Kalem Mahsus Müdürü) bileceksiniz, şartım bu!”

Paşa’nın şartı kabul edildi.

-“Öyleyse tarih koy!” dedi, koydu Mazhar Müfit:;

‘28 Temmuz, 1919 Sabaha karşı! Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır, bu bir!

İki; Padişah ve Haneden hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır!

Üç; Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir!”

Kalem bir anda Mazhar Müfit’in elinden düşüverdi, yüzüne baktı Paşa’nın, o da Mazhar Müfit’ in yüzüne bakıyordu. Bu, gözlerin bir takılışta birbirlerine çok şey anlatan konuşuşuydu.

-“Neden duraksadın?” dedi Paşa.

- “Darılmayın ama Paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var” dedi Mazhar Müfit.

  Güldü Paşa; “Bunu zaman gösterir, sen yaz!” dedi;

-“ Dördüncüsü; Latin harflerini kabul etmek!”

-“Aman Paşam!” dedi Mazhar Müfit, biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insanın davranışı ile. “Cumhuriyet ilanını başarmış olalım da yeter” dedi ve defteri kapattı;

“Paşam sabah oldu, siz oturmaya devam edeceksiniz, hoşça kalın” dedi ve yanından ayrıldı.

       Aradan yıllar geçmişti. Cumhuriyet ilan edilmiş, Latin harfleri, Soyadı kanunu ve akabinde birçok yenilik kabul edilmişti. Şapka devrimini açıklamış olarak Kastamonu’ndan dönüyordu Atatürk.  Ankara’ya geldiği zaman otomobil ile eski meclis binası önünden geçiyordu. Mazhar Müfit de kapı önünde duruyordu. Onu gören Atatürk, arabayı durdurdu, yanına çağırdı ve gülümseyerek;

-“Azizim Mazhar Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?”

99.yıldönümünü kutladığımız cumhuriyet ve demokrasi, tüm zamanların en eşsiz çiftidir. Birbirlerine yoldaş, kardeştir. Kıymet bilene nimettir. Lakin ilkel toplumlarda, sığ beyinlerde hazımsızlık yapabilir. Cumhuriyet, en başarılı yönetim şekli, varlığımızın teminatı, bu coğrafyanın başına gelen en güzel şeydir. O, ecdadın kanlarıyla, anaların feryadıyla şekillenmiştir.  Ve ulu önderin de dediği gibi;

“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir!

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun!

…………………………*……………………………………..

HAFTANIN EN’LERİ;

Haftanın Seçimi; Dünyanın en kalabalık barolarından biri olarak kabul edilen İstanbul Barosu’nun yeni başkanının seçilmesi tabiki! Bir avukat olarak beni fazlasıyla ilgilendiren bu seçimin galibinin hemcinsim olması da bir kadın olarak gururlandığım kısım oldu. İstanbul Barosu 52. Genel Kurulu'nda, Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu başkan adayı avukat Filiz Saraç, Baro Başkanı seçilerek 144 yıllık İstanbul Baro'sunun ilk kadın başkanı oldu! Kadınlara büyük saygı duyan, haklarını yasalarla da teminat altına alan ulu önder Atatürk’ün tam da cumhuriyeti ilan edişinin yıldönümünde, kadın başkan seçilmesi, hem duygulandırdı beni hem de onurlandırdı. Yolu açık olsun!

Haftanın Doğa Olayı; Günlerdir beklenen ‘Güneş Tutulması’! Ay girmiş güneşle aramıza kara kedi gibi, güneş de tutulmuş bu duruma! Ondan depremler, seller, fırtınalar geliyor hep güneş tutulmasından sonra çünkü güneş sinir oluyor aya, ayar veriyor dünyaya! Anadolu’da kötü ruhların yeryüzüne indiği düşünüldüğünden teneke çalıp korkutmaya çalışılıyormuş bu ruhlar. Astrolojide ise evden çıkma, güneşe bakma diyor, haritana sahip çık, yükselen burcunu kucakla! Psikolojide olumla yap diyor, iyi enerji yolla! Güneş tutulup gidiyor da akıllar tutulmuş peki onu kim durdura?

Haftanın Kaybı; Televizyon tarihinin en beyefendi sunucularından birinin Halit Kıvanç’ın vefatı oldu! Ülkede istisnasız herkesin sevip saygı duyduğu, esprili futbol yorumcusu, 23 Nisan Çocuk Şenliklerinin coşkulu sunucusu, yarışma programlarının efsane gurusu Kıvanç’ın gidişi, bu sefer çocukluğumdan koca bir parça kopardı! Yolu ışık olsun inşallah, nurlarda uyusun!

Haftanın Çöküntüsü; Dünyanın en çok kullanılan iletişim platformlarından biri olan “WhatsApp”ın çökmesi oldu. Ne önemliymiş bu meret, hayat durdu, insanlar tarumar(!) oldu. Yalnız o kadar çok mesaj geliyormuş ki mesaj gelmeyince- göndermeyince bir tuhaf hissettik, boynumuz bükük kaldı, eksildik. Ama kabul edin, bıt bıt öten grup mesajları durunca da az biraz kafa dinledik. Neyse ki dönüşü kısa sürdü de ulusça depresyona girmedik!

 

CANSEN ERDOĞAN