Hani o okul yıllarında öğretilen ‘çağ’ lar konusu vardı ya çocukluğumuzda, ilk çağ- orta çağ- yeni çağ diye öğrendiğimiz şimdi de yakın çağ’dayız diye bildiğimiz, zannımca artık o çağın sonunda, yepyeni bir çağın girişindeyiz. Bilinen değerlerin, geleneklerin, süregelen alışkanlıkların, teknolojinin farklı bir yöne evrildiği, bambaşka bir zamana, yeni bir çağa giriyoruz. Bakalım neler göreceğiz, heyecanla bekliyoruz.
Bu hafta bazı sınıflar, pazartesi günü de tüm sınıflar için okullar açılıyor. Nasıl da kalabalık olurdu okul bahçeleri. Öğrenciler cıvıl cıvıl, veliler onlardan daha heyecanlı. İlk kez okula başladığım gün geldi gözlerimin önüne? Kalpleri ürkek birer kuş gibi çarpan siyah önlüklü çocuklar. Onların ellerinden sıkı sıkı tutmuş, hani bir bıraksa bir daha göremeyecekmiş gibi endişeli anne-babalar. Arada duyulan minik hıçkırıklar, sınıflara girmeyi reddeden korkmuş çocuklar. Öğretmenler son derece ciddi, herkesi annelerinden koparıp sınıflara tıkma hissiyle haykıran zil sesi. Bitmeyen dersler, sonu gelmeyen ödevler…
Hayatın en önemli, en uzun, en sıkıcı dönemi okul dönemi. Yıllar süren, bitmek bilmeyen zamanların öznesi, çalışmanın, sıkılmanın, daralmanın yüklemi. Eminim hepimizin en birkaç kez içinden geçirmişliği vardır, acaba ne zaman bitecek bu okul dönemi. Sonra yıllar geçer, okullar biter. Para kazanma, para harcama, hayatı ıskalam dönemi gelir çatar. Okul döneminde kurulan hayaller hep ertelenir. Daha çok çalışmalı, daha çok kazanmalıdır insan, nasılsa daha çok vakit vardır. Canım onca sene beklenmiştir nasılsa, ne çıkar biraz daha beklemekten. Kur önce hayatını, bul hayat arkadaşını, çıkar aradan da çocukları, ondan sonra yaparsın kendinle ilgili planları- diye diye geçer zaman;
İşin büyür, banka hesabın büyür, çocukların büyür, düşlerin ölür. Sorumlulukların öyle üst üste biner ki nereye yetişeceğini bilemezsin. Gün hiç yetmez, saatler yetişmez. Okul dönemini özlemeye başlarsın, dilinde hep aynı nakarat; ‘Ne güzeldi okul yılları, tek derdin ders, tek sorumluluğun ödev, tek korkun sınav’. Özenirsin öğrencilere, ahkam kesersin, bilin bu günlerinizin kıymetini diye. Yahu iyi de sen değil miydin; ‘Bitsin artık bu okul da kavuşayım özgürlüğüme, koşayım hayallerime’ diyen.
Böyle duygu karışıklığı ile geçip gidiyor hayat. Geçiyordu yani şimdi bir anda karıştı her şey. Online derslerle hibrid eğitimle tanıştı şimdi çocuklar, okul bahçelerini yüzlerinde maskelerle dolduracaklar. Ebelemece oynayamayacaklar, sarılıp kucaklaşamayacaklar çünkü ‘sosyal mesafe’lerini korumaya çalışacaklar. Tüm hayatımızı bloke eden bir virüs yüzünden okul bahçesinde özgürce koşturamayacaklar. Rutubet kokan okul yıllarımı şöyle bir silkeleyince içinden neler döküldüler, neler. Ama bakıyorum da güzelmiş o zamanlar yaa en azından arkadaşlarımızla birlikte olabiliyorduk okulda, sınıflarda, korkumuz yoktu okul kapanacak mı, evlere hapis olacak mıyız diye acaba. Bu yeni çağda okul kavramı olacak mı hala yoksa o da bazı meslekler gibi silinecek mi yeryüzünde ?
Diyeceğim o ki bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!...
……………………………………*……………………………………………………
4 Yıl Sonraya Randevu
Çok tutkulu, günü gününe astrolojiyi takip eden biri değilim ama son zamanlarda yok Merkür geriledi, yok Uranüs Mars’a karşıt açı yaptı, Jupiter geldi- gitti derken ben de işin içinde buldum kendimi. Merkür hala geriliyor, samanyolu hayatımıza ediyor, tek umudumuz astroloji kaldı o da pek umut vaat etmiyor. Ama asıl şoku, dört yıl sonraya yani 2025’e randevu veren astrologları duyduğumda yaşadım ne yalan söyleyeyim. Evet doğru duydunuz, dört yıl sonraya randevu veriyor astrologlar. Soruyor size, başka meslekte bunca zaman sonraya gün alınabiliyor. Üstelik randevu ücretlerinin en düşüğü 1.200-TL’den başlıyor!
İçimden geçeni söyleyeyim boşuna okumuşum ben bunca sene hukuk. Üstüne staj, adliye koridorlarında yaşlanma, ömür törpüsü müvekkiller, kendini hakim sanan mübaşirler. Okusaydım astroloji, alsaydım ezoterik astroloji, vedik astroloji dersleri de dört yıl sonraya verseydim randevu saatlerini, aaaah ahhhh !
Peki neden bu kadar popüler astroloji, pandemide yitirilen umutların geri geleceğine duyulan inanç mı arttırdı popüleritesini bu kadar ya da geleceği bilmenin engellenemez heyecanı mı, randevu saatini yıllarca beklemeye razı kılan ?
Günümüzde astrologlara doktor gözüyle bakılıyor. Ondan adeta şifa bekleniyor. Nasıl ki doktor, hastalığın tüm seyrini önceden öngörebiliyorsa, kişi de astrologdan geleceğini tüm ayrıntılarıyla bilmesini bekliyor. Oysa astroloji, kişinin doğum anında gezegenlerin gökyüzündeki konumundan yola çıkarak yorumlar yapıyor. Geleceğin tahmin edilmesinden ziyade kişinin kendini daha iyi tanıması, potansiyelinin farkına varması ve karşılaşabileceği muhtemel olaylara hazırlıklı olup ondan ders çıkartmayı öğrenmesi amaçlanıyor. Yoksa gökyüzünün 12'ye bölünüp şu burç aşkta zirveyi görecek, şu burç ayvayı yiyecek, şu burçtakiler ölecek gibi yorumlar astrolojinin değil müneccimliğin konusudur.
Oysa astroloji bir dildir ve o dili anlarsak gökyüzü bizimle konuşur
…………………………………………*…………………………………………………….
Selam Söyle Usta!
Bir yıldız daha kaydı Türk tiyatrosunun cennete açılan gökyüzünden. Ortaoyununun en önemli isimlerinden, Münir Özkul’dan devraldığı kavuğu 27 yıl onurla taşıyan usta oyuncu Ferhan Şensoy’u kaybettik. Evet büyük bir sanatçıydı belki de Türkçeyi en yalın, en pürüzsüz kullanandı, yeri doldurulamayacak bir üstattı ama benim için farklı bir yeri daha vardı; Söylemediklerimizi söyleyen, inandıklarını korkmadan savunabilen, toplumun hakkını da savunabilen gözüpek, cesur bir yürekti.
İçinde kalan en büyük ukde, babasının onunla gururlandığını hiç söylememiş olmasıymış. Olsun be Ferhan Şensoy, tüm ülke seni tanıyor, seni biliyor, seninle gurur duyuyor. İletiver bunu babana orada, herkes seni alkışlıyor!
Rasim Öztekin’in ardından demiştin ya hani; ‘Buluşuruz gökyüzünde, neşeli bir meyhanede’ diye, buluştunuz işte. Tokuştur kadehini Erol Günaydınla Münir Özkulla, selam söyle Zeki Alasya’ya, Levent Kırca’ya…
Ruhun şad olsun Büyük Usta!
……………………………………………*……………………………………………………………
HAFTANIN EN’LERİ;
Haftanın en güzel olayı; hiç kuşkusuz 30 Ağustos Zafer Bayramıydı. 30 Ağustos, tüm yurtta büyük coşkuyla kutlandı. Pandemiye rağmen bayrağını kapan sokaklardaydı. Marşlar, fener alayları eşliğinde büyük önder Atatürk ve silah arkadaşları saygı ve özlemle anıldı. Ne olursa olsun, bu milletin asla yıkılamayacağı bir kez daha anlaşıldı.
Haftanın gururu; yine filenin sultanları sayesinde yaşandı. A Milli Kadın Voleybol Takımımız Avrupa Şampiyonasında tarih yazmaya devam ediyor. Polonya’yı yenerek yarı finale yükselen kızlar, yüzümüzü güldürüyorlar. Ve ayakta alkışlanmayı fazlasıyla hakkediyorlar.
Haftanın polemiği; Seçim barajının yüzde yediye düşürülmesi oldu. Anayasa hazırlıkları sürerken seçim barajının düşürüleceği haberi, gündeme oturdu. Nedenler, sebepler, gerekçeler uzun süre tartışılacak gibi görünüyor bakalım bizleri neler bekliyor ?
Haftanın kampanyası; Gaziantep’te yaşandı. Aşı yaptırılmasının zorunlu hale getirilmesini sağlamak, işyerinin yeniden aylar boyu kapalı kalmasını istemeyen bir esnaf, aşı kartını getirene bedava kebap ikram ederek çorbada tuzu olsun istemiş. Karınca kararınca destek olarak herkesin aşılanması için uğraşan Antepli ustaya kocaman alkış.
CANSEN ERDOĞAN