Soğuk havaya, kara- yağmura-rüzgâra inat, yılın en sıcak, en balonlu günü, elinde kalplerle giriverdi işte haftadan!
Yılın en kısa ayına, en uzun duyguların sığdırıldığı, buram buram aşk kokan Sevgililer Günü, arz-ı endam eyledi, tüm haşmetiyle satırlarıma yerleşti.
Ya zaten ortalık karışık, dört bir yanımız savaşla, üstümüz başımız zelzele depremle, azıcık altımız yanardağ, tsunamiyle dopdoluyken aşkın sırası mı şimdi diye düşünmeyiniz, öyle düşünenlere de söyleyiniz; Aşk, şifadır şifa üstelik de bedava!
Yalnız bedava derken o sizi bulursa bedava! Milyonlar dökün isterseniz gelsin diye, gelmez şansınız yoksa! Herkese nasip olmaz, piyango biletinde büyük ikramiye çıkması gibi yani!
‘Bir varmış bir yokmuş’ ile başlayan bazen yarım kalan bazen sonu mutlu biten masalların öznesi Aşk!
Masal olamayacak kadar gerçek, gerçek olamayacak kadar derin duyguların adı, midede uçuşan kelebeklerin anavatanı Aşk!
Yüzyıllardır üzerine şiirler yazılan, ağıtlar yakılan, şarkılar bestelenen, sadece 3 harften oluşan en uzun kelime Aşk!
Dünyanın en özel, en derin, en gizemli duygusu Aşk!
Yaşanan gereken en heyecanlı his, Allah’ın şanslı kullarına verdiği hediye! Herkes bir şekilde yaşıyor aşkı ya da yaşadığını sanıyor. Bazı aşklar bitiyor bazıları ömür boyu sürüyor. Hepsinin sonunda, geriye muazzam bir his olduğunu hatırlamak kalıyor.
Düşünüyorum da tuhaf bir his aşk ya, ürpertici!
Kalbin sıkışıyor, boğazın düğümleniyor. Alev alev yanıyor yüzün, nefesin sıkışıyor. Allı turnalar pike yaparken göğüs kafesinde, harmandalı oynuyor nedensiz neşe ile endişe birlikte! Yeryüzünün tüm şiirleri size yazılmış gibi geliyor, tüm şarkılar sanki sizi anlatıyor. Çalan her telefon ondan gelsin istiyorsun her mesaj sesinde, o olsun diliyorsun. Tutsun yelkovan akrebi, kıpırdatmasın, onun yanında zaman hiç akmasın!
Malum aşkın günü ‘Sevgililer Günü’ ve bugünün nereden ortaya çıktığını aşağı yukarı hepimiz biliyoruz. Aziz Valentine’nin sevenleri birleştirmek adına kendini feda ettiği günün adına kutluyoruz. Ama mevzu sandığımızdan daha derinmiş, taaa çok tanrılı dinler zamanına inermiş.
Sevgililer Günü’nün, Roma döneminde Lupercalia adı verilen ve 3 gün süren bir festivalde ortaya çıktığı düşünülüyor. Doğurganlık tanrısının şerefine gerçekleşen festival, şubat ayının ortasına denk geliyor ve baharın resmi başlangıcını müjdeliyormuş. Kutlamalarda, kadınların isimleri bir kutunun içine atılıyor, erkekler de kutunun içine atılmış kağıtlardan kadınların ismini çekiyormuş. Festival boyunca bu eşleşmede bir araya gelen çiftler sevgili oluyor, bazen de evleniyorlarmış. Ama sonraki yüzyıllarda, kilise pagan kutlamalarını kaldırarak şenlikleri Aziz Valentine adına yapılan kutlamalara dönüştürmüş.
Konu zamanla bu günün bir ‘tüketim çılgınlığı’ndan ibaret olduğuna kadar geldi! Bizim hassas, naif, kırımızı Sevgililer Günü’müz, sanki içimiz dışımız hızlı tüketimden ibaret değilmişçesine kapitalist tuzağı olmakla suçlanıp hüküm giydi. Bu ateşli güne, Avm ve çiçekçilerin ortaklaşa düzenlediği gençlik bayramı diyenler de oluyor tabi! O günün öncesinde sıklıkla duyuyoruz, sevgilisi olanların, ''ay ne alsak'' cümlesini, olmayanlar için ''bitse de kurtulsak'' serzenişini!
Bir de şeytan işi diyorlar ona, hani mecnun yapıyor ya adamı, dolaştırıyor Leyla Leyla! Kim bilir doğrudur belki, şeytan tüyü yok mu sevilenin ruhunda! Yasaklara direnen büyük aşkları uğruna cennetten kovulmadı mı Adem ile Havva?
Tüm kötülükleri kovan, demet demet çiçekler açtırandır aşk! Yüreği coşturan, kalbi titretendir. Acıtsa da ciğerini, cana can verendir.
Ve eğer şeytan aşık olabilseydi, şeytanlığı gider melek kesilirdi.
İşte bu yüzden AŞK, dinin de imanın da ta kendisidir.
SEVGİLİLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN!
……………………*………………………………
BİZ İMKANSIZ AŞKLAR İÇİN YARATILMIŞIZ
Valla ister inanın aşka ister inanmayın, tarih aşkı anlatan nice hikayelerle dolu!
Şöyle bir bakınca büyük aşkların hemen hepsinde bir imkansızlığın, kavuşulmazlığın, acının olduğunu görüyoruz. Aslında hiçbiri imkansız değildi, sebepsiz nedenlerin, sebepsiz zulmünü çekiyordu onlar. Belki de imkansız değildi hiçbir aşk, imkansız zamanların, gereksiz yalnızlıkların devamıydılar!
Misal Marcus Antonius ve Kleopatra aşkı! M.Ö. 30'lu yıllarda Mısır ve Roma arasında çalkantılara neden olan bu aşk, hiç unutulmuyor. Sezar'ın ölümünden sonra ikiye ayrılan Roma'nın doğu tarafını yöneten Marcus Antonius’un, meşhur Mısır Kraliçesi Kleopatra ile tanıştıktan sonra hayatı allak bullak oluyor. Onun için karısından ayrılıyor, Roma orduları tarafından saldırıya uğruyor ama yine de sevdiği kadından vazgeçmiyor. Peşinde koca bir Roma ordusu, yanında Kleopatra’yla birlikte Mısır'a kaçıyor Marcus ve ikili burada intihar etmek zorunda kalıyor. Hikâyenin sonu mutsuz bitmiş olsa da bu büyük aşk hala konuşuluyor.
Napolyon ve dünyalar güzeli Josephine’in aşkı, 1800'lü yılların başında Fransa'yı sallıyor.
İmparator Napolyon, eşini kaybetmiş, 2 çocuk sahibi bir kadın olan Josephine'e ilk görüşte aşık oluyor. Saray ve çevresi bu aşkı onaylamasa da Josephine'in cazibesinden çok etkilenen Napolyon, herkesi karşısına alarak sevdiği kadınla evleniyor. Üstelik evlenmekle de kalmıyor, yasalara aykırı olmasına rağmen onu imparatoriçe ilan ediyor. Mutlu son gibi gözükse de işin aslı öyle olmuyor. Tüm Ülkenin heyecanla beklediği erkek varis, maalesef bir türlü gelemiyor ve Napolyon içi kan ağlayarak da olsa 13 yılın ardından onu terk etmek zorunda kalıyor. Sonrasında başkasıyla evlenip istediği varise sahip olsa bile dünyaya hükmeden ünlü hükümdar, ölüm döşeğinde bile büyük aşkı Josephine'in adını sayıklıyor.
Büyük aşklar deyince de edebiyat dünyasının unutulmaz aşkı Franz Kafka ve Milena’yı da anmamak olmaz tabi! ikili birbirine aşık olduğunda, Milena evli bir kadın, Kafka ise nişanlı bir erkek! Alın işte, imkânsız aşka bir örnek! Mutsuz ve depresif bir kişilik olan Kafka, Milena ile tanışınca, güneş açıyor adeta! Yaşam sevinciyle doluyor, döküyor içindekileri kelimelere, cümlelere! Eşi tarafından aldatılan Milena Kafka'ya, Kafka da ona aşık oluyor fakat ikili asla bir araya gelemiyor. Bu büyük aşk, sadece birbirlerine yazdıkları satırlarda kalıyor. Franz Kafka'nın ünlü eseri 'Milena'ya Mektuplar', işte bu aşk hikayesini anlatıyor.
İngiliz tarihinin belki de en çalkantılı aşk hikayesi olan Prens Edward ve Wallis Simpson aşkı, aşkın engel tanımadığını kanıtlayan bir hikaye! Aşkı için kraliyetten ve kral ünvanından vazgeçen Prens Edward, Wallis Simpson için ülke değiştirdi, Amerika'ya yerleşti ve kraliyetten aforoz edildi. Bunun tek nedeni ise kraliyetin boşanmış ve dul insanlarla evliliğe izin vermeyişiydi. Fakat Edward ve Wallis, her şeye göğüs gerdi ve evlendi. Kraliyeti karşısına alan, aşkı için kral olmak dahil pek çok şeyden vazgeçen Prens Edward, bir tek aşktan vazgeçmedi! Ve böyle yaparak da tarihe geçti!
Frida Kahlo ve Diego Rivera, John Lennon ile Yoko Ono, Salvador Dali ve Gala, Romeo& Juliet ve daha nicesi! Tükenmeyecek, bitmeyecek, hep yürekte yaşayacak sonsuz aşkın sonsuz aşıkları!
Görünen o ki;
İmkansızlığın ötesi ölümdür ve ölüm imkanlı olduğunda, Aşk ölümsüzdür!
…………………………..*………………………..
KARŞILIKSIZ BİR AŞK HİKAYESİ
Çok eskilere, çok uzaklara gittiysem de bakmayın, aşkın hası yaşanmış bizim memlekette!
Leyla ile Mecnun demem yeterli bence de siz Ferhat ile Şirin’i, Tahir ile Zühre’yi de ekleyin gene!
Ama benim yeni öğrendiğim, duyunca da iliklerime kadar etkilendiğim bir hikaye var ki zirveyi zorlar bence!
Surp Agop Hastanesi'nin dahiliye koğuşundaki çarşafları solmuş ranzada yatan hasta kadının ellerini tutan kadın, onun bir şeyler söylemeye çalıştığını fark ediyor. Kesik kesik konuşan ve sesi zor çıkan kadının kurumuş dudaklarından, ‘Onu bana getir! Son defa göreyim!’ sözleri dökülüyor. Bunu söyleyen o hasta kadın, Neriman Köksal! Yani bir zamanların Afet-i Devran Neriman'ı!
Son anlarını yaşayan bu muhteşem kadının ellerini tutan ve onu teselli etmeye çalışan diğer kadın ise Sadri Alışık'ın büyük aşkı, eşi Çolpan İlhan!
Çaresizce, ‘Tamam, getireceğim onu! Sen şimdi dinlen, yorma kendini’ diyor Çolpan İlhan, Neriman'a! Gözlerinde yaşlarla kalkıyor yanından ve girişteki telefon kulübesine giderek bir numara çeviriyor;
-"Merhaba Ediz, ben Çolpan! Neriman'ın yanındayım. Durumu hiç iyi değil! Son bir isteği var..."
Evet telefonun ucundaki kişi, Ediz Hun!
Birkaç saniye yutkunduktan sonra cevap veriyor Ediz Hun, "Anladım! Şimdi gidip onu alacağım ve oraya getireceğim!"
O!, kim ki o ?
Neriman Köksal'ın "Kimse Fatma Gibi Öpemez" filminde birlikte rol aldığı İzzet’i!
Bu filmle başladı Neriman'ın İzzet Günay’a ölene dek sürecek platonik aşkı!
İzzet, İpek hanımla evleniyor, Neriman uzaktan seyrediyor ve hep içinde yaşıyor acısını! Herkes de biliyor bu umutsuz aşkı!
Ediz, İzzet'i almaya gittiğinde İpek hanım da evde!
-"Hayır" diyor İzzet, arkadaşının kulağına usulca, "Eşime ayıp olur, gelemem!"
Ediz ısrar ediyor ama İzzet kabul etmiyordu. Başı önde ayrıldı Ediz evden, yapacak bir şey kalmamıştı. Çaresizlikten kendisinden haber bekleyen Çolpan'a da haber veremiyor. Bir süre dolaşıyor caddelerde, sokaklarda, ne diyeceğini düşünüyor kara kara…
En sonunda topluyor cesaretini ve İzzet’in gelemeyeceğini söylemek ve Neriman’ı da son kez görmek için hastanenin yolunu tutuyor.
Odanın bulunduğu katın merdivenlerini çıkarken zorlanıyor, bitkin, umutsuz ve de çok üzgündü. Ancak koridorun başına geldiğinde gözlerine inanamıyor. Neriman'ın odasının kapısının önünde iki kadın duruyor, biri Çolpan İlhan diğeri de İzzet'in karısı İpek Günay!
Çolpan, Ediz'in soru sormasına fırsat bırakmadan; "İzzet içerde" diyor gülümseyerek...
Ardından İpek hanımı işaret ederek; "Sen evden ayrıldıktan sonra İpek, İzzet’e ne olduğunu sormuş. İzzet başta söylemek istememiş. Ama ısrar edince anlatmış."
"Evet" diyor, araya giren İpek Günay!
-"Duyunca çok üzüldüm ve İzzet'e gitmesi için rica ettim. Baktım hâlâ tereddüt içinde, sen gitmezsen ben gidiyorum dedim! Onu da anlıyorum, beni kırmak istemiyor ama sonuçta bu tek taraflı bir aşk ve saygı göstermek zorundayız. Sana çabaların için teşekkür ederim Ediz! Sen gerçek bir dostsun!"
O sırada İzzet, içeride baş başa kaldığı, kendisine delice ama karşılıksız aşık olan Neriman’ın odasından çıktığında çok üzgün hatta darmadağın! Allak bullak halde Çolpan'a dönerek, "Seni istiyor" diyerek İpek hanımla hastaneden ayrılıyor. Bundan 3 gün sonra afet-i devran Neriman, Surp Agop Hastanesi’nde hayata gözlerini yumuyor, içi rahat, mutlu şekilde!
Hayatın hızla aktığı, her şeyin an içinde yol edildiği, teknolojinin hızla ilerlediği ama aşkın da soyunun tükendiği bir neslin çocuğu olarak yazıyorum bu yazıyı ama onlardan bir farkla, sonu mutlu biten aşklara inanarak!
Öyle demeyin, zor şeydir onca şeye rağmen sonu mutlu biten aşklara inanmak!
Tıpkı uyumadan önce bir masal yaşadığını varsaymak- ki en gerçek masaldır Aşk!
O zaman aşıklar ersin muradına, yalnızlar çıksın kerevetine!
……………………………….*…………………………….
HAFTANIN EN'LERİ
Haftanın Bildirgesi: Sıcak- soğuk demeden savaşın her türlü varyasyonunu yaşadığımız şu talihsiz günlerde, Avrupa’dan bir bildirge geldi! ABD Başkanı Donald Trump’ın Ukrayna’ya ilişkin açıklamalarının ardından bazı Avrupa ülkeleri, ortak bir bildiri yayımlayarak adil ve istikrarlı bir barış sağlanana kadar Ukrayna'yı desteklemeye devam edeceklerini beyan ettiler! Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, İspanya, İtalya ve Polonya'nın imzasını taşıyan bildiride, Ukrayna'nın toprak bütünlüğüne vurgu yapılarak Avrupa’nın güvenliğinin ortak sorumluluk olduğunun altı çizilerek gerektiğinde kollektif savunma yapılacağı bildirildi! Ya bayılıyorum şu diplomaside alttan alttan tehdit kabiliyetine! ‘Desteğe hazırız, yardım için buradayız’ yazılıyor, “Rusya da Amerika da otursun oturduğu yerde yoksa, biz de Avrupa’yız, boru değil herhalde!” diye okunuyor! Bu arada Asya ne yapıyor derseniz de ne yapsın, olan biteni izliyor, kaos çıksın diye bekliyor!
Haftanın Vitamini: Benim de yeni öğrendiğim bir bilgi! Yaralarınızın hızlı şekilde iyileşmesini istiyorsanız K vitamininize dikkat edin! Cilt onarımını destekleyerek iyileşme sürecini hızlandırıyormuş bu vitamin! Normalde vücudun kanın pıhtılaşması için ihtiyaç duyduğu bu vitamin, yeşil yapraklı sebzelerde bulunan bir vitamin! Kemik gelişimine de faydası olan K vitamini, en çok da yaraların hızlı iyileşmesine katkı sağlaması açısından çok önemli!
Haftanın Hastalığı: Argyria! Ve bu hastalık sebebiyle cildiniz maviye dönüyor! Vücuttaki gümüş birikimi nedeniyle ortaya çıkan bu hastalık, uzun süreli ve yoğun gümüş teması sonucu ortaya çıkıyor, cildi mavimsi gri bir renge döndürüyor. Ve kötü haber, bu kesin bir tedavisi yokmuş ve ciltte oluşan renk değişiklikleri genellikle kalıcıymış! Kollasın herkes kendini, maviye bürünüp şirinler gibi dolaşmasınlar ortalıkta!
Haftanın Filmi: 'The Odyssey'! Ama film henüz yok daha! Ünlü yönetmen Christopher Nolan, yeni çekeceği ve kadrosunda Matt Damon, Charlize Theron, Tom Holland, Zendaya, Anne Hathaway ve Robert Pattinson gibi isimlerin yer aldığı 'The Odyssey' filminin bir bölümünü, Ordu'da yer alan Yason Burnu Yarımadası'nda çekecekmiş! Ülkemiz için büyük reklam valla, inşallah çekilir, turizm gelirimiz de yükselir! Reklama da paraya da ihtiyacımız var malum!
Haftanın Yıldızı: Elon Musk'ın 4 yaşındaki oğlu X ! Amerikan Başkanı Donald Trump'ın en yakınındaki isimlerden biri olan, aynı zamanda da dünyanın en zengin ismi Elon Musk, Oval Ofis'teki toplantıya 4 yaşındaki oğlu X ile katıldı! Musk'ın, kendisini taklit ederek sözünü kesen oğlunun davranışlarına gülerek tepki vermesi, zaman zaman oğlunu kucağına alarak omzunda taşıması, hayretle karşılandı! Dünyanın yönetildiği oda, çocuk parkına dönmüş baksanıza! E o zaman dünyanın da yavaştan tımarhaneye dönmesine şaşmamak lazım galiba!