Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Burak Çevik’in Adana Altın Koza’da gösterildiği günden itibaren birbirini doğurarak büyüyen tartışmalara yol açan filmi “Hiçbir Şey Yerinde Değil”, Başka Sinema salonlarında gösterime girdi bu hafta. Filmin tartışma yaratma nedeni, 1978 yılının 8 Ekim gecesinde Ülkücü Gençlik Derneği bağlantılı, silahlı bir grubun Ankara Bahçelievler’de bir evi basarak yedi TİP’li genci vahşice öldürdüğü korkunç geceye; ‘Bahçelievler katliamı’na odaklanması. Hiçbir yerde Bahçelievler adı geçmese, karakterlerin isimleri olmasa, filmin başında sadece ‘gerçek bir olaydan esinlenilmiştir’ ibaresi yer alsa da bunu biliyoruz. Zaten Burak Çevik de bu konuyla ilk karşılaşıp kanını donduğu an olarak çocukluğunda babasının kütüphanesinden rastgele çektiği, olayın baş faili Haluk Kırcı’nın ifadelerinin yer aldığı kitabı gösteriyor. Fakat o gece üzerinden dönem odaklı bir anlatı kurmak, daha anonim hâle getirmek adına bazı maddi gerçekleri değiştirmiş. Öldürülenlerin yedi değil dört kişi olması da buna dahil.

Haberin Devamı

Gerçek bir olaydan esinlenilmiştir

Fatih Altaylı’nın yayınında söylediği gibi aksi hâlde bir yerden sonra “O kişinin bıyığı öyle değildi” gibi eleştirilerle karşılaşacağını da düşünmüş ama bundan kaçabildiğini söyleyemeyiz. “Hiçbir Şey Yerinde Değil” nasıl bir film olduğundan ziyade böyle hassas, yüzleşilmemiş, geride bırakılmamış, bugüne kadar da perdede anlatılmamış bir konuya yaklaşım biçimleriyle yargılanıyor; gerçekleri çarpıttığı, katliamda devletin rolünü yok saydığı, sola ve sağa eşit mesafede durduğu, kurbanla katili eşitlediği gibi pek çok eleştiriye maruz kalıyor. Yola çıkarken Tanıl Bora gibi bir danışman seçmesi de durumu değiştirmiyor. Sonuçta tanıklığına başvurduğu isimler arasında Haluk Kırcı da var ve bu bir bakışa göre elzemken bir başka taraftan da katille empati yapma çabası olarak görülebiliyor. Hele de filmin tam ortasından ikiye ayrıldığı, ilk yarıda solcu gençlerin aralarından birinin doğum gününü kutlamak için pasta kestiği ve oldukça naif bir yerden siyaset konuştuğu, ikinci yarıda ise onların ellerinin ve ağızlarının bağlanıp sahnenin dışarıdan gelen katillere – ve onların çok eleştirilen monoloğuna - bırakıldığı düşünülünce.

Haberin Devamı

Bir seyirci olarak kendi deneyimimden söz edersem, bu durum bende değil katille empati kurmak, o gece o evde yaşanan dehşetin etkisini artıran bir etki bıraktı. 1993 doğumlu bir yönetmen kendisi dünyaya gelmeden yıllar önce meydana gelmiş bir katliamdan yola çıkarak böyle bir dehşeti olanca çıplaklığıyla getirmiş seyircinin önüne koymuş. Bunu yapmaya karar verirken bulduğu biçimsel yol, geceyi tek plan olarak, kesme olmadan anlatmak ve filmin yarısından itibaren ilk yarıdaki kamera hareketlerini geriye doğru akıtmak. 76 dakikanın tam ortasında o evde adeta röntgenci bir göz gibi gezindiğimiz odalardan, köşelerden bu kez tersine doğru geçiyoruz ve film başladığımız yerde, TRT’nin yayın kapanışını gösteren ekranda sona eriyor. Bunun Burak Çevik için biçimsel bir buluş olmanın ötesinde şiddetin döngüselliğini vurgulayan bir anlamı var.

Tekrar film etrafındaki tartışmalara dönersek, pek de soğukkanlı olmayan bir yerden, saldırıya varacak eleştirilere maruz kaldı – kalıyor Çevik’in filmi. Bu noktada Aslı Ildır’ın Altyazı’da çıkan, bir şeyi anlamakla hak vermek arasındaki farka dikkat çeken ve filmin artılarına, eksilerine adil bir yerden yaklaşarak ufuk açan yazısını öneririm. Ben bu kuşaktan bir yönetmenin – belki de haklı, bu cesareti göstermek için ‘90’lı yıllardan bakmak gerekirdi - filminin açabileceği konuşma zeminini önemli buluyorum. Konuşmayı başarabilirsek tabii.