Aslı Perker

Aslı Perker

asli.perker@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Meğer halk olarak bizden ne çok beklenti varmış. Meğer omuzlarımızda ne çok sorumluluk taşıyormuşuz. Yıllarca devlet baba diye bellediğimiz, daha doğrusu bize belletilen şey baba falan değilmiş, ufak şımarık kardeşmiş. İstediğini verdiğimiz sürece memnunmuş, istemediği olduğu anda ağlama krizine tutuluyormuş.
Etrafımda Gezi direnişçilerine kızan AKP’li esnaf görüyorum. Diyorlar ki iyi mi oldu yani, işlerimiz yavaşladı, bu yaz harap olduk. Aslında şaşırmamak lazım, olayların başından itibaren hükümetin daha alt kademelerinden gelen telkinler de sürekli halkın aklıselimini koruması yönündeydi. Şu denmek isteniyordu: Siz, her biri birbirinden farklı milyonlarca birey, aynı frekansta kalmaya gayret edin, biz aynı düşünce çerçevesinde bir araya gelmiş, bir parti kurmuş, dahası ülkenin yönetimini eline almış bir parti olarak çok sesli davranalım. Birimiz özür dileyelim, diğerimiz esip gürleyelim.

Vandalizm ders konusu
Ekonomi mi? Sayın Başbakan’ın dediği gibi onu da siz düşünün. Kendi düşen ağlamaz. Ha, söylenenlerle halk iyice ajite edilmiş olabilir, ama olur o kadar, onlar da insan. Biz meğer yıllarca birbirimize canım sen de biraz politik davran, diye boşuna öğütler vermişiz. Zira politikacılar bile politik davranamıyorlarmış, onu öğrendik.
Şunu da anladık, eski usul yöneticilik de işe yaramıyormuş. Haşa, bizim devlet büyüklerimiz sosyolojiyi, psikolojiyi halktan öğrenecek değiller ama demek ki bundan sonra ülkeyi yönetmeye soyunanların bu dersleri daha ciddiye alması gerekiyormuş. Kamu yönetimi insan psikolojisiyle yakından alakalıymış.
Dün yeni bir şey öğrendim, bir yaşıma daha girdim; meğer ülkeyi yönetenlerin ergonomiyi bile iyi bilmeleri gerekirmiş. Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü derslerinden birinde vandalizm diye bir alt başlık varmış. Öğrencilerine yeni ürünler tasarlarken insanın hayvani içgüdülerini unutmamaları gerektiği öğretiliyormuş. Açıklayayım: Misal bir otobüs durağı mı tasarlıyorsunuz, böyle tamamen camdan, kırılıp dökülmeye yatkın bir durak hayal etmemelisiniz. Zira belki hemen değil ama bir gün gelebilir ve bir olay esnasında insanın içinde orayı kırıp dökme hissiyatı zuhur edebilir.

Marjinal doğulmaz, yapılır
Düşünün ki tasarımcılık gibi üst kültür sayılan bir derste insanın ilkel yanı bu kadar göz önünde bulunduruluyor. Hal böyleyken çeşitli aşağılamalarla marjinlere itilen insanlardan ne kadar olgun olmaları beklenir?
Marjin kelimesini bilerek kullandım. Çünkü marjinaller lafının edildiği günden beri bu tanıma değinmek istiyordum. Üniversitede çok sevgili ve değerli bir hocam vardı. Dilbilimci Prof. Dr. Semiramis Yağcıoğlu. İlk kez onun bir dersinde dinlemiştim, ondan sonra da bir daha aklımdan çıkmadı. Marjinali anlatmak için bize önce marjin nedir onu açıklamıştı. Bir A4 kağıdına yazmaya başlamadan önce etrafında 25 mm’lik bir boşluk bırakınız hani -ki ünlü İngiliz yazar Jane Austen daima o boşlukları da doldurmuştur- başka konu işte o boşluğa marjin denir. Marjinaller denince de akla ne geldiği belli. Genel kullanım alanının dışında kalanlardır. Daha doğrusu oraya itilenlerdir.
Bu durumda bir de hükümet yetkililerinin konuşurlarken kelime seçimlerine de dikkat etmeleri gerektiğini anladık. Marjinaller deyip dururken çizginin içinde kalmak isteyenleri bile dışına ittiklerinin farkında olduklarını zannetmiyorum. Amaaan, iş çıkartıyoruz şimdi durup dururken. İlkokul bitirmenin yettiği milletvekilliği titrini elinde bulunduranlara diyoruz ki semiotik bilin, tasarım bilin. Ayaklar baş olunca böyle oluyor işte. Konuşup duruyoruz.