Gezi Parkı direnişine katılanların birbirlerine yaptıkları bir çağrı var. İnsanları daha ufak bir skalada yaşamaya, daha doğrusu eski usul mahalle yaşantısına davet eden bir çağrı bu. AVM’leri, marketleri bırakın, küçük esnaftan alışveriş yapın diyorlar. Tam bana göre bir yaşam tarzı, zira bilen bilir ben mahallenin hakkını veririm.
Kasaba gidiyorum dediğimde, sen eti kasaptan mı alıyorsun diye şaşıranlara şaşırırım. Et başka nereden alınır diyorum, market diyorlar. Aklımın köşesinden bile geçmez. Salçamı sokağın üzerindeki peynirciye getirtirim, zira en güzelini yaparlar. Peyniri, yağı, zeytini de yine onlara sardırırım. Adı üzerinde peynirci. Bütün baharatımı, balımı aktardan, çayımı, kahvemi bellediğim bir şarküteriden tedarik ederim.
Pastaneyle aram iyidir, pastamı kessen başka yerden almam, ikramlarını asla geri çevirmem. Tatlıcım ayrıdır, bir kilo baklavaya iki baklava haraç keserim. Elektrikçim Dustin Hoffman namlı aktörün kopyası, bir gelir, zor gider. Evin her tarafındaki tesisatı bir kez daha gözden geçirmeden dışarı adımını atmaz.
Sabah dörtte hale
Manavımla daima kavgadayız. Ben diyorum ki o gösterdiğin Fransız fasulyesi, o diyor börülce. Bana börülceyi anlatma, ben İzmirliyim diyorum, elinin tersini havada sallıyor, fesüpanallah, çattık diye. Sözleştik, bir sabah dörtte uyanmayı başarabilirsem beni hale götürecek, sebzecilik hakkındaki gerçekleri gözlerim önüne serecek. Yalan söyleyemem manavımı bazen ekonomik halk pazarıyla aldatıyorum. Bir yıl boyunca öksürüp de anca iyileşen çalışanlardan biri gitmezsem gönül koyuyor.
Kuru temizlemeciye hayatta isim yazdırmam, verdiğimi almayı unuturum, üç ay sonra gitsem oradadır. Evdeki alet kutusunu tamamıyla nalburum düzdü. Abla burada o da eksik, bu da eksik diyerek sağolsun her şeyi tamamladı. İki yıl aradıktan sonra bulduğum aynayı iki saat beraber düşünerek nereye asacağımıza karar verdik; zevkine güveniyorum.
Kopya vermiş olmayayım ama evin anahtarı hangi esnafta var ben bile unuttum. Zannederim hepsine birer adet verdim.
Bütün bunlar iyi hoş, benim hayatımda güzellik de mahalle hayatını devam ettirmek sanıldığı kadar kolay değil, uyarayım. Ben hiç kimseyle muhatap olmayayım ama mahalleli beni sevsin, el üstünde tutsun diye bir şey yok.
Kapı kapı hediye
Sadece bir örnek anlatacağım, gerisini siz hayal edin.
Geçen yılbaşında kasabıma hindi sipariş verdim, benim fırınıma sığmayacağı için pidecinin odun fırınında pişirtip gönderdi. Afiyetle yedik, iki üç gün sonra tepsiyi geri götürmek üzere çıktım. Bu arada çiçekçim Erol Bey’in baldızı, Güler Abla iki hafta önce evlenmişti. Nikahına davetliydim ama İstanbul’da olmadığım için gidememiştim. Hadi dedim, hazır çıkmışken ona da uğrayayım, tebrik edeyim, çünkü çiçekçi kasabın hemen yanında. Ama hediye de lazım. Önce hediyelik eşyacıya uğradım, güzel bir tabak seçtim. Oradan pastacıya gittim, içine güzel bir pasta oturttum. Bunları da kasabın tepsisinin içine koyup düştüm yola. Tam kasabın önüne yaklaştım ki hatamı fark ettim. Başkasına pasta götürüp, onlara eli boş mu gireceğim? Bu arada yağmur da başladı, geri dönemiyorum. Tepsiyi yüz hizama kaldırdım, başımı büyük fiyongun arkasına saklayarak kasabın önünden geçtim, bir solukta çiçekçiye girdim. Tam da çay demlemişler, bir çaylarını içip çıktım. Tepsiyle kasaba girdim, görmediler diye düşünüyorum, oradan biri demez mi, abla bize pasta yok mu? Yerin dibine girdim.
Mahalle hayatı güzeldir, ama emek ister. Dahası zaman ister. Siz kafanızı telefonlarınızdan kaldırıp o zamanı vermeye hazır mısınız?