Yugoslavya dağılırken yaşananların en mühim habercilerinden birinin futbol olduğunu söylemek yanlış olmaz. Eskiden Yugoslavya’nın, şimdi ise Sırbistan’ın en iyi takımlarından biri olan Kızıl Yıldız’ın taraftarları Miloseviç’in etnik temizlemede bizzat kullandığı askerleriydi.
Takımları için ölmeyi göze alabileceğini söyleyen en sıkı Kızıl Yıldız taraftarlarından biri olan Krle “En çok kimden nefret ediyorsunuz?” sorusuna “Bir Hırvat’tan ya da polisten. Fark etmez, ikisini de bulduğum yerde öldürebilirim” diye cevap vermişti örneğin. Krle’nin de büyük bir saygıyla bağlı olduğu, kumandan diye bilinen en azılı taraftar Arkan ise Hırvatların Sırplara düzenledikleri saldırıyı Kızıl Yıldız stadyumunun tam karşısındaki evinde televizyondan seyretmiş, anında asker üniforması ve beresini giymiş, stadyumun önünde arkadaşları, daha doğrusu ordusuyla buluştuktan sonra da çarpışmaya gitmişti.
Auschwitz’e
Zaten bu noktaya gelmeden önce aynı coğrafyada ve aynı yönetim altında yaşayan bu milletler arasındaki gerilim kendini futbol maçlarında göstermeye başlamıştı. Sırplarla Hırvat takımları maçlarda birbirlerini nasıl katlettiklerini tezahüratlarında dile getirmekten çekinmemişlerdi. Yugoslavya’nın milletleri arasındaki ayrımcılık ise ilk kez en belirgin olarak Kızıl Yıldız - Dinamo maçında ortaya çıkmıştı. Sırplar o zaman Hırvatistan başkanı olan “Tudjman’ı öldüreceğiz” diye bağırırken Hırvatlar da taşlarla Sırplara saldırmaya başlamışlar ve böylelikle Yugoslavya ilk kez bu maçta etnik grupların birbirlerine saldırısına tanık olmuştu. Sonra? Sonrası tarih.
İngiliz Chealsea Futbol Kulübü taraftarlarının karşı takımın Yahudi oyuncuları sahaya çıktığında yaptıkları bir tezahürata bakalım: “Yahudileri gaz odasına gönder, fırına koyup yak.” Ya da Macaristanlı futbol kulübü Frencvaros taraftarlarınınkine: “Trenler kalkıyor... Auschwitz’e.”
Muz mu?
Yani geçen hafta GS-FB maçında fotoğraflara görüntüsü yansıyan beyefendi, o muzu aç olduğu, bilmem nereden geldiği için elinde tutmuyordu. Düpedüz bir mesajı vardı. Siyah bir adama normalde söyleyemeyeceğini binlerce insanın arasında rahatlıkla ifade edebiliyordu. Zira o binlerce insan, onunla aynı anda aynı heyecanı, hayal kırıklığını paylaşıyordu. Başka hiçbir yerde yakalanamayacak bir ruh birlikteliği. İyi de, bu futbol daima insanın içindeki kötüyü ortaya çıkartıyor galiba. Aksini hemen hemen hiç görmüyoruz.
Aynı hafta içerisinde biri çıkıyor öteki takımın taraftarını öldürüyor, bir dizide Galatasaray takımının bayrağı çöpe atıldı diye taraftar çıldırıyor, yönetmen istifa etmek zorunda kalıyor. Daha neler.
Bahsi geçen Salih Kuşu diye bir dizi. Seyretmedim. Dizinin yazarı Gani Müjde kendine gelen küfür mesajlarına bunun bir dizi olduğunu hatırlatarak cevap vermek yerine “...sahneyi kafasına göre çeken yönetmen görevinden ayrıldı” diyerek karşılık veriyor. Sonrasında Galatasaray taraftarından gönül alma operasyonları, vesaire.
Çöpe atılan sağduyu
Ne bu? Türk bayrağı mı? Bir dizide bir takım bayrağının çöpe atılamaması, koca yapım şirketinin “şahsen bir Galatasaray taraftarı olarak” hem Galatasaray Spor Kulübü camiasından hem taraftarından özür dileyen bildiri yayımlaması da ne demek?
Bu taraftarın öfkesinden korkmamız gerekiyor yani, öyle mi? Ne olacak? Diziyi boykot mu edecekler? Ne olacak, kanalı mı basacaklar? Yoksa bir Kızıl Yıldız taraftarı gibi mi olacaklar? Allah muhafaza.
Girişte bahsettiğim olayları derinlemesine anlatan, İthaki Yayınları’ndan çıkan “Futbol Dünyayı Nasıl Açıklar” adlı kitap futbolun masumiyetini sorguluyor, bu durumda tavsiye olunur.