Yıllar evvel bir kitap okumuştum. Kendini Yenileyen Beyin diye. Adından da anlaşılacağı üzere tıbbi bir kitap, fakat hayatı daha iyi anlamak adına okunması gereken bir kılavuz aslında. Felsefi yanı tıbbi yanına ağır basan bir klasik eser.
Bilhassa felçli hastaları tedavide çığır açan Hintli doktorun söylediğini unutamam: Vücudumuz beynimizin sırf kendi konforu için yaratmış olduğu bir uzuvdur. Tüyler ürperten bir tespit.
Beynimizde her uzvumuzun bir haritasının olduğunu, bir uzuv kaybedildiğinde o haritanın hemen silinmediğini, romantik bir şekilde söyleyecek olursak anısının kolay kolay unutulmadığını ve bu yüzden hayalet uzuv denen fenomenin olduğunu ilk kez bu kitapla tam olarak anlamıştım. Hatta Sufle adlı romanımı yazarken de erkek kahramanın ölen karısını bir türlü unutmamasında bu fikirden yola çıkmıştım. Onun taşıdığı hayalet kalpti. Beyninden bir türlü silemediği bir aşk haritasıyla cebelleşiyordu.
Yaşlanmak taraflı olmaktır
Bugünlerde ise aynı kitabı bir başka vesile ile hatırladım. Anlatılana göre beyin elastik bir şeydi, yani esniyordu, değişiyordu ve fakat yaşımız ilerledikçe bu elastisiteyi yavaş yavaş kaybediyordu. Bu neye mi sebebiyet veriyordu? Fikr-i sabitliğe. İnsanların yaşlandıkça kendilerine benzeyen insanlarla bir arada olmak istemelerini, arkadaşlarını kendi fikir ve anlayışlarına uygun kişilerden seçmelerini uzunca bir paragrafla böyle açıklıyordu. Gençken gösterdiğimiz tolerans yaş ilerledikçe yerini daha katı kurallara bırakıyordu.
Olaya böyle bakıldığında bir iktidarın aynı liderle yola devam ettiği sürece, hem de bu uzun yıllar sürüyorsa, bir yerden sonra esnekliğini kaybetme ihtimalinin olduğunu, yavaş yavaş sadece kendine benzer görüşleri değerlendirmeye alacağını, bunları kabul edeceğini ve beğeneceğini her daim göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Silinen arkadaşlar
Yalnız bu geçtiğimiz haftalar içerisinde tuhaf bir durum da yaşandı. Kendini bilhassa olayların içinde hisseden Y’siyle X’iyle her kuşaktan insan, bir yandan kendine benzer olmayanı daha yakından anlamaya, tanımaya gayret gösterirken bir yandan da daha önceden arkadaşları olanlardan kendi gibi düşünmeyenler arasında ani bir kıyıma girişti. Aynı anda bu kadar tezat iki ruh hali nasıl yaşandı bilemiyorum ama oldu işte. Bir baktım Kürtleri, türbanlıları daha yakından tanımaya niyetlenenler kendi arkadaşlarını Gezi olayları günlerinde internet ortamında kedi resmi paylaştıkları için hayatlarından çıkarttılar. Kimisi kırk yıllık dostuna buraya kadarmış, bu konuda aynı görüşte değilsek hayatın hiçbir alanında yan yana duramayız dedi, kesip attı.
Ne yalan söyleyeyim benim de durup düşündüğüm anlar oldu. Olaylara kimin ne kadar hassasiyet gösterdiğine ister istemez dikkat ettiğimi fark ettim. Kimseyle arkadaşlığımı yahut ilişkilerimi bozmaya kalkışmadım ama biliyorum ki insanlar birtakım arkadaşlarını sadece facebook’taki sayfalarından silmekle kalmadılar, kalplerinden de söküp attılar.
Bilimi zorlayan hareket
İşte hal böyle olunca biraz önce bahsettiğim kitap aklıma geldi. Hadi belli bir yaşın üzerindekiler neyse de, beyin elastisesinin dorukta olduğu yaşın insanları bile bu olaylarla kendi durdukları yeri belirlerken hayatlarında kimlerin var olup olmayacağına da bu kadar erken karar verebildiklerine göre kitapta anlatılanların belki de yenilenmesi gerekiyor diye düşündüm. Ya da... Bu yaşananlar o kadar önemli ve sosyolojik olarak tarihte o kadar mühim bir yeri var ki hükümet yeteri kadar ehemmiyet vermeye niyetli görünmese de bilimin sınırlarını bile zorladı.