Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan? Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan tüm yurttaki eylemcilere artık evlerine girmelerini söyleyip “başka yollara başvurursanız, aynı şekilde devam ederseniz, kusura bakmayın anladığınız dilden konuşmak zorunda kalırım” demiş. İyi de zaten en başta, o halkının anladığını zannettiği dilden konuştuğu için bütün bu olaylar başlamadı mı?
Yani aslında zaten şu an verilen gözdağının doğurmasını beklediği sonuçlar çoktan hayata geçirildi, bütün bu tepki ona karşı oluştu. Ha, bunun ötesi de var, dahası da var deniyorsa o kadarını bilemiyorum, işkence yöntemlerinde bilgi sahibi değilim.
Cevaplanmayan soru
Bununla ilgili olarak sayın Başbakanımızın sürekli tekrarladığı bir başka cümle var ki her duyduğumda benim de kendi kendime birkaç soruyu tekrarlamama sebep oluyor. Eylemcilere karşı orantısız şiddet kullanıldığı konusuyla ilgili açıklamalarında o “Çevre duyarlılığı olan vatandaşlarımı tenzih ederim,” dedikçe ben de iyi ama neden en başta o vatandaşlarınızı tenzih etmediniz, bir metre öteden biber gazı sıkılmasına müsaade ettiniz, neden eylemi dağıtmakla yetinmeyip bir de vatandaşları sokaklarda kovaladınız, dövmekten beter ettiniz, diyorum. Gelsinler, benimle konuşsunlar diyor, ben hala neden en başta gerçekten de o bir avuç insanla konuşmayı denemediniz diye sormak istiyorum.
Hem kelimeler de önemlidir ayrıca. “Çapulcular” lafını Gezi Parkı’nda sabahlayan ilk eylemciler için kullanmıştı, şimdi suya atılmış taşın etkisiyle halka halka büyüyen kitleler için değil. Feminist kadınlar cinsiyet ayrımcılığı yapan küfürleri duvarlardan silince Akif Beki sadece feminist oldukları için o kötü sözleri sildiler, keşke bir Başbakan’a öyle denmeyeceği için silselerdi, dedi. Dedi de Başbakanımızın halkına layık bulduğu alçaltıcı sözlerin üzeri hiçbir boyayla kapanacak gibi değil.
Giriş-gelişme-sonuç
Hala bunlara mı takılıyorsun diye sorabilirsiniz. Birincisi, huyum kurusun, çocukluğumdan beri cevabını alamadığım bir soruyu milyon kez sorabilme kapasitem var. İkincisi, ben bir yazarım ve giriş-gelişme-sonucun sadece metinlerde, hikayelerde değil, bu kadar önemli toplumsal olaylarda da gözetilmesi gerektiğini düşünürüm.
Başbakanımız ve diğer hükümet yetkilileri bütün bu olaylar zincirinin sadece sonuç kısmına bakmak istiyor olabilirler, fakat ne romanlar ne de tarih öyle yazılmaz. Misal, siz hiç ülkemiz tarihinin “Sonra da Türkiye Cumhuriyeti kuruldu işte” diye anlatıldığını duydunuz mu? En az bir yüzyıl öncesine gidilir, Türkiye’nin modern tarihine adım adım gelinir.
Üçüncü perde
Elbette bu insana bildiğini de unutturma taktiğidir. Muhtemelen hükümet olayların sadece sonuç kısmını yeteri kadar fazla vurgulayarak giriş ve gelişme kısmının unutulacağını ummaktadır ve işin tuhafı bazen öyle de olur. Sadece iki kişi arasındaki en kısır döngü tartışmalar bile genelde bu eksende ilerleyenlerdir. Tahrik eden taraf tahrik olan kendini kaybedince söylenen son üç beş cümle üzerinden kavgayı devama bakar. Kindar olalım demiyorum ama olayların çıkış noktasını da unutturmayalım.
Rus tiyatro yazarı Anton Çehov’un meşhur oyun yazma kuralını biliyorsunuzdur. Birinci sahnede duvarda bir silah varsa, o silah daha sonraki sahnelerden birinde muhakkak patlamalıdır. Şu an sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada bir halk kahramanlık efsanesi olarak algılanan bu oyunun daha ilk sahnesinde devlet büyükleri tarafından bir silah gösterilmişti ve görünen o ki, bu silah sonraki sahnelerde patladı. Tek farkla; kendi suratlarında.