Aslı Perker

Aslı Perker

asli.perker@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bizim oralarda, Ege’de, hep bir gömüden zengin olmuş insan efsanesi vardır. Mübadeleden en çok nasibini alan yerler olduğu için hemen hemen bütün eski evlerin taşları arasında, temelinde gidenler tarafından bırakılmış ziynet ve altın olduğuna inanılır.
Yakın çevremde gömüden zengin olduğunu duyduğum insanlar da var. Kendileri hiçbir zaman bu işi anlatmazlar, hikayeyi hep bir adım ötelerindekiler aktarır. Dolayısıyla doğruluğu da şüphelidir. Ama eğer inanacak olursanız Ege’nin üçte biri böyle zengin olmuştur.
Altın değil, mermi kovanı
Ahmet Altan’ın yeni romanı Son Oyun’da da bir sahil kasabasındaki olaylar böyle bir gömü efsanesi yüzünden zuhur ediyor örneğin. Kasabalı eski kilisenin altında define olduğuna inanmış, bunun için kıyasıya bir mücadeleye girişiyor.
Rastlantı bu ya, Son Oyun’dan hemen sonra okuduğum başka bir kitapta daha aynı konu az da olsa işleniyor. Türkiye’de hiçbir zaman Ahmet Altan’ınki kadar çok satamayacak ama hem dili, hem içeriği itibariyle çok satan bir kitaptan beklenen kaliteyi aratmayacak Beyaz Şah’ta birkaç çocuk kil ocağında altın arıyor. Yeri gelmişken bahsetmeli; kitabın yazarı György Dragoman. 11 yaşındaki Cata’nın ağzından anlatılan hikayede yer yer Gönülçelen’deki Holden karakterinin sesini duymak mümkün. Asla bir taklit değil; Rumen yazar Dragoman’ınki de onun kadar insanın içine işleyen, samimi bir ses. Onun define avcılarının bulduklarını zannettikleri altınların mermi kovanları çıktığını söylersem zannederim yazarlığına dair bir ipucu vermiş olurum.
Tükenmeyen umut
Her neyse, tam bu kitabı da bitirmiştim ki Konya’da define ararken ölen ailenin haberini okudum. Tek katlı evin bir odasının altında 11 metre derinliğinde bir tünel kazmışlardı. Sert zemine gelip de ilerleyemeyince patlayıcı koymuşlar ancak kazaya kurban gitmişlerdi. Üzüldüm elbet. Pek çok şeye. Hayallerine kavuşamamalarına, böyle bir ihtimali hesap etmiş olmamalarına, hiçbir hazinenin kendi hayatlarından değerli olmadığını fark edemediklerine.
Bir tek onlar mı? Define avcılığı neredeyse bir mesleğe dönüşmüş. Bir internet sitesinde kuralları, usule uygun nasıl yapılacağı, kanunların nasıl gözetileceğine kadar detayları var.
Meraklısı iki sikke bulacak diye dünya kadar para harcayıp dedektörler alıyor, alet edevat ediniyor. Üstelik bulunan sikkelerin adedi arttıkça değeri de düşüyormuş. Karlı bir iş değilmiş yani. Peki niye yapıyorlar? Tükenmesi zor bir umuda müptela olduklarından mı? Bir gün her şeyin değişip daha iyiye gidebilme ihtimalinden mi?
Tarihin ayak izi
Biz de kendi evimizin altında parçalara ayrılmış bir küp bulduğumuzda belki bir anlığına aynı heyecanı yaşamıştık. Hatta bir inşaat ustası dedektörle gelip bahçede bir tarama yapmayı teklif etmişti. İstemedik. Zaten küpümüzün içi de boştu. Herhalde zamanında içinde zeytinyağı saklanıyordu.
Ben halen geriye kalan ufacık bir parçayı evimin en güzel köşesinde muhafaza etmeye devam ediyorum.
Zira benim için en büyük hazine bir zamanlar aynı noktada başka birinin de durmuş olduğunu bilmek. Bu eski taşa baktıkça o başkasının güneşin batışını aynı yerden seyretmiş, belki o zaman da topraktan arsızca fışkıran semizotunu toplamış olduğunu hayal ediyorum. Belki, diyorum, aynı noktada durduk, benim ayak izlerimin altında onunkiler var. Acaba hissediyor mudur?
İşte İstanbul’da, Marmaray Projesi sırasında bulunan, bundan 8000 yıl öncesine ait eski ayak izlerinin varlığını biliyor olmaktan da aynı sebepten büyüleniyorum. Arkeolojik kalıntılara çanak çömlek diyen devlet büyüklerimiz bazı insanın bir ayak izine razı olduğunu biliyor mudur?