Aslı Perker

Aslı Perker

asli.perker@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bilmiyorum ki kurguyu bu kadar ciddiye alan başka bir memleket daha var mıdır? Hayır, işin tuhaf tarafı bu memleket aynı zamanda kurguyu hiç ciddiye almaz da. İkiye bölünmüş bir ruh hali. Ben karışık anlatmıyorum, durum karışık.
İşin üretim kısmına gelince Türkiye’de sanata, sanatçıya destek hemen hemen yok gibidir. Sanatçıyım diyen kendi yağında kavrulur, diğer ülkelerde olduğu gibi öyle bazı fonlardan destek falan görmez.
Bir yayınevi kurulurken örneğin, diğer küçük ve orta boylu işler gibi teşvik alamaz. Sorunlarına çözümler üretilmez.
Başka bir sanat dalıyla ilgili sayın Başbakanımız ne dedi? “Devletin tiyatrosu mu olur? Tiyatroları özelleştireceğiz.” Eh, iyi tamam da yaklaşık bir buçuk yıl önce özel tiyatrolara verilen devlet desteği de kesildi. Ne halleri varsa görsünler. Peki.
Kurguyla bunun ne alakası var diyebilirsiniz. Bütün sanat dalları kurgular. Olan ya da olmayan bir yaşam, durum, duygu kağıda, müziğe, satırlara, sahneye aktarılır. Sanatçının canında can çıkar, doğurur da doğurur. Sancısı öyle üç beş saat sürse iyi, günler, aylar, bazen yıllar sürer. İster ki yanında biri olsun, elini tutsun. Bizim memlekette tutulmaz.

Hepimize hakaret
Ancak işler üretimden çıkıp da tüketime geldiği anda değişir. Birden müthiş bir ilgi alaka gösterilir. Üretilen her ne ise ciddiye alınmaya başlanır. Bu “ıvır zıvır” nasıl oluyorsa hayati önem taşımaya başlar.
Kitaplar sakıncalı bulunur, bir sanatçının lafı birden toplumları etkilemektedir.
Televizyondaki diziler üzerinden sosyal yaşamda devlet tarafından değişikliklere gidilmesi bu durumun en güzel örneği değildir de nedir?
Şahsen sayın Bülent Arınç’ın son zamanlarda söylediklerini, bu toplumun bir üyesi olarak hakaret olarak algılıyorum. O kadar ki aslında kendime hakaret edildiğini iddia ederek dava açmaya kalkışabilirim.
Ben o kadar kişiliksiz, o kadar şapşal biriyim ki televizyon seyrederken bir dizide içki içildiğini göreceğim ve diyeceğim ki dur yahu ben de bir rakı sofrası kurayım. Ki bilmiyorum hangi dizide rakı sofrası kuruluyor.
Beğenerek takip ettiğim tek Türk dizisi Behzat Ç. Ondaki bira tüketiminden bahsediliyorsa, şöyle söyleyeyim, bira sevmeme rağmen bir kez bile diziyi seyrederken ben de bir bira açayım dediğim olmadı.

Berbat olan ne?
Ha ben yetişkinim, çocuğum mu kötü etkilenebilir? Ben neciyim Allah aşkına? Çocuğun gece 11’de, Behzat’ın karşısında ne işi var?
Sigara mozaikleniyor zaten, iyi oluyor, çünkü öyle olunca ben orada ne olduğunu anlamıyorum. Yine davalık bir durum. Çünkü işte o kadar aptalım. 70’ler çocuğuyum, büyürken evlerimizde pofur pofur sigara içildi. Ben içiyor muyum? Hayır. Neden? Çünkü Allah’a şükür kendi aklım fikrim var.
Okul dizileri de sayın Arınç’ın hoşuna gitmiyormuş. Çocukları yanlış yönlendiriyormuş. Bakın burada anlaşıyoruz. Ben de o görüntüleri sevmiyorum, okul bahçelerinde gördüklerimden hoşlanmıyorum. Fakat, sakın hal öyle olduğu için diziler böyle yazılıyor olmasın? Bu dizileri yazanların tecrübeleri, gözlemleri var herhalde değil mi?
Muhtemelen bir okula gidip bakıyorlar, bu çocuklar ne yapar diye.

Ah nerede TRT Gap
Biz okul kapısından tırnak kontrolüyle girerdik, eteğimizin boyu ölçülürdü, ama bir içeri girdik mi o etekleri kıvıranlar olurdu, gömlek yakalarını açanlar, kravatlarını gevşetenler, teneffüste tuvaletlerde sigara içenler, içip içip birbirine dalaşanlar.
Halbuki bizi zehirleyecek diziler de yoktu. TRT Gap vardı o zaman.
Lütfen bu kadar ciddiye almayın kurguyu. Hatta hayatı bile. Akacak su yolunu bulur. İyisi de kötüsü de.