Aslı Perker

Aslı Perker

asli.perker@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Geçtiğimiz günlerde bir annenin gazete köşesinde yazdıklarını okuyordum. Henüz çok küçük olan çocuğunu bekleyen okul macerasından bahsediyordu. Yeni sistemi, bunun çocuk eğitimi üzerine yapacağı etkileri anlamaya çalışıyor gibiydi. Bir yandan da çocuğunun bir okula başlayıp oradan mezun olmasını istediğini söylüyordu. “Zaten minicikken okula başlayan çocuklar dört sene sonra arkadaşlarından ayrıldığında bunun pedagojik/psikolojik sonuçları ne olur?” diye soruyordu. Yazının bu kısmında ister istemez şöyle bir yerimde kıpırdandım. Ben neredeyse her iki yılda bir çıkan tayinlerle okul değiştiren bir çocuktum ve benim gibi milyonlarca memur/asker çocuğu olduğunu çok iyi biliyordum. Bizler yaprak gibi yıllarca ailelerimiz devlete hizmet etsin diye oradan oraya savrulduk. Çocuk yaşlarımda buna çok kahrederdim, ağlaşırdım, fakat şimdi dönüp baktığımda çok mutluyum.

Aynı rota, farklı yolculuklar
Türkiye’yi, bu memlekette olup bitenleri biraz olsun anlayabiliyorsam bunu o yıllara borçluyum. Her türlü okulda, her türlü sırada, her türlü kültürden insanla yan yana oturdum ve bir ülkede beraber yaşamak ne demek o sıralarda öğrendim. Hal böyle olmasaydı, yani memleketim İzmir’de büyüseydim, acaba kendi kendime dur ben şu ülkeyi baştan aşağı bir gezeyim, göreyim der miydim? Ünlü Simon and Garfunkel şarkısında “Amerika’yı aramaya geldim” dediği gibi “Türkiye’yi anlamaya geldim” der miydim? Biliyorsunuz Amerika’da gençliğin yollara düşüp, kıtayı bir baştan öteki başa dolaşmaları bir gelenektir. Hani neredeyse bizde askere gitme yaşının geldiği gibi orada da yola düşme vakti gelir. 1950’lerden itibaren ardı ardına pek çok nesile bu ilhamı veren ise Jack Kerouac’ın ‘On the Road’ yani ‘Yolda’ adlı kitabıdır. “Gittiğin yer değil, yolculuktur önemli olan” misali Sal ve Dean hikayelerinde yolu anlatırlar. Kitap ilk çıktığında çok sevildiği gibi eleştirilir de. Önemli bir yayın olan Atlantic Monthly dergisinde bir eleştirmen sürekli bir aydınlanmanın sözünün verildiğini, fakat bir türlü meydana gelmediğini söyler. Oysa kitabın etkisi hemen o dakika değil, yıllar içerisinde yayılır, çığ gibi büyür. Sal ve Dean rotayı oluşturmuştur, milyonlar takip eder.
New York’a ilk taşındığımda iş arıyordum. Genç bir kızdan boşalan yere beni aldılar. “Ashley” dediler, “Amerika’yı gezmeye çıkıyor.” Şaşırdım, gelenek hala devam ettiği için sevindim ve kendi deneyimimin zoraki de olsa aynısı olduğunu anladım. Mecburen olmasaydı ve ben bu ükeyi gezmek istiyorum deseydim de gezebilir miydim, koşullar buna müsaade eder miydi, o ayrı konu. Otobüslerin ‘bayan yanı’ o zamanlar yoktu ve kapalı bir alanda her türlü tacize maruz kalma ihtimali yüksekti.

Aranan memleket
Konu yol olduğu için geçen gün Radikal’deki “Gençlik Açılımı” başlığı ilgimi çekti. Haber şöyle diyordu: “Gençlik ve Spor Bakanlığı 15-29 yaş aralığındaki 10 bin 174 gencin katılımıyla Türkiye’nin Gençlik Profili adlı araştırma çalışması yapmıştı. Araştırmaya katılan gençlerden şehirlerarası gezilere katılmak isteyenlerin oranı, yüzde 79,7 gibi yüksek bir rakam çıkmıştı.” Bunun üzerine harekete geçen Gençlik ve Spor Bakanlığı çocukları kendi şehirlerinden, ilçelerinden, mahallelerinden çıkartmaya karar vermiş ve işe Doğu, Güneydoğu ve Karadeniz’den çocukları İstanbul’a getirerek başlamış. Hemen hemen hepsinin ilk görmek istediği yer orası olduğu için. Aynı kapsamda Batı’dan, Güney’den, Marmara’dan gençler de diğer bölgelere götürülecekler mi? Umuyorum. Ve diyorum ki hepimiz yollara düşsek, şu güzel memleketi bir daha bir daha gezsek.