Aret Vartanyan

Aret Vartanyan

Tüm Yazıları

‘Bedava peynir fare kapanında’ derdi babam. Ne zaman ona hayallerimi, hayatıma giren ve bana yol açacağına inandığım yeni tanıştığım insanlardan, fırsat gördüğüm durumlardan söz etsem çoğu zaman duyduğum cümle bu olurdu. Yaşadıkça, hayal kırıklıklarının hüzünlü acısını tattıkça ne demek istediğinin anlamaktan bilmeye geçtim.

 Kolay bir şey yok. Kısa yol yok. Bedava peynir yok.

Büyürken bazı gerçeklerle yüzleşmek sert gelir. Mark Twain cümlesi gibi:  ‘Bir tek insan yoktur ki öncelikle kendi çıkarı için hareket etmiyor olsun’ İlk başta çok sert görünen bu cümle öğrendiğimiz kalıpları bir kenara koyup yakından baktığımızda pek de yanlış durmuyor.

Haberin Devamı

Soğuk bir havada montu olmayan, yolun kenarına sinmiş üşüyen bir çocuk. O anda oradan geçmekte olan yoksul, tek bir montu olan adam. Çocuğu gördüğünde montunu çıkartır ve çocuğa verir. Sahneyi gözümüzde canlandırdığımızdaki beklentimiz de adamın montunu çocuğa vermesidir ki öyle olur. Adamın yaptığına büyük fedakarlık diyebiliriz oysa adam montunu bırakıp yürümeye devam ettiğinde doğru olduğuna inandığı şeyi yaptığına inanarak iyi hissetmektedir. Eğer çocuğu görmezden gelseydi kendini iyi hissetmeyecekti.

Aniden hayatımıza giren kusursuz aşk, kulaklarımıza fısıldanan muhteşem vaatler, kısa zamanda büyük servet kazanacağımız iş fırsatları… Birisi bize el uzatacak, birileri yolumuzu açacak, beyaz atlı prens karşımıza çıkacak. Kurtarıcı yok, bedava peynir yok. Kolay olan her şeyin götürüsünün getirisinden fazla olduğunu zamanla öğreniyor insan.

Bedava peynir arayanları kapanlara çekmek zor değil ancak tecrübeli fare temkinli yaklaşıyor kokluyor, defalarca karşılaştığı sahnedeki detayları yakalıyor ve peynire bulaşmadan yürümeye devam ederken kapanı kuran ev sahibi hayal kırıklığı yaşıyor. Artık kurban olmaktan vazgeçip, kendi göbek bağını kesmeye başladığında yakınındaki herkesin seni değişmekle suçlarken hissettikleri gibi. İnsanlar fedakarlıktan bahsederken kendi feda ve kar dengesinin sonucunu ölçer - biçer çoğu zaman farkında olmaksızın.

Haberin Devamı

Uluslararası ilişkilerden iş dünyasına hikaye hep aynı. Bir ülke nasıl olur da kendi ülkesinden önce ‘dost’ dediği ülkeyi düşünür. Tarihin hiçbir sahnesinde bulamayacağınız bu sahne aynı zamanda hepimizin gerçek olmadığını bildiğimiz sahnedir. Devlet büyükleri karşılıklı destek sözleri verir, anlaşmalar imzalanır, savaşlar çıkar mütteffiklikler doğar ama gerçek her bir ülkenin kendi çıkarı için bir araçtır zaman zaman dost gözükmek.

Beklentiler ne kadar yükse ise hayal kırıklıkları o kadar derin. Dışarıdan beklenen destek ne kadar büyükse tuzağa düşme olasılığı da o kadar yüksek. İçerisi ne kadar güçsüzse dışa bağımlılık o kadar fazla. Yeni bir ilişkiye başlarken karşımdaki insanın yaralarımı sarmasından beni sürekli sarmalamasına ihtiyaç duyuyorsam asıl niyeti gizlenmiş güzel sözcüklerin, birkaç jestin peşinden sürüklenmem o kadar kolay… İyi bir fiziğe sahip olmak için üretilmiş hızlı çözümlerin, diyetlerin hangisi kalıcı olarak istediğimiz görünümü bize verdi? Yeme içme alışkanlığımı, yaşama bakış açımı değiştirmeden, terlemeden baklava görünümlü karın kasları ulaşılamayacak bir hedef.

Haberin Devamı

Benim bağışıklık sistemim güçlü, hücrelerim uyumlu ve birlikte ise dışarıdan gelecek virüslere, mikroplara karşı o kadar güçlüyüm. Kanser hücreleri, isyancı hücreler. Onlar arttığında sistemim çöküyor, kırılganlaşıyor, zayıflıyor. İster beden, ister şirket, ister ülke… Bütün, bütünü oluşturan parçalardan en zayıf parçası kadar güçlü… Kısa yoldan, kolay elde etmeye odaklandıkça zayıflıyor sistem.

Velhasıl kelam bedava peynirin ancak fare kapanında olduğunu unuttuğumuz her anda kendimize ihanet ediyoruz. İnandığın bir şeyin peşinde giderken yeri gelecek duvara çarpacaksın, düşeceksin, kalkacaksın ve sonunda ulaştığın hedef senin  yolculuğunun ödülü, ‘sen’in olacak. Emanet aldığın, birilerine ve/veya bir şeylere yaslanarak elde ettiğin hiçbir şey senin değil.

Dağın zirvesine ben teleferikle çıkabilirim, sen tırmanarak… Zirveye vardığımızda karşımıza çıkan muhteşem manzaraya bakarken hangimiz daha fazla tatmin duygusunu hissederiz? Hangimizin ceplerinde daha fazla anı, deneyim ve keşif olur?