İSRAİL, uluslararası sularda bir Türk gemisine saldırmıştır. Bu hiç bir şekilde mazur görülemeyecek, uluslararası hukuka tamamiyle aykırı bir harekettir. İsrail bu hareketi sonucunda cana ve mala verdiği zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Sanırım öldürdüğü ve yaraladığı insanların ailelerine veya kendilerine tazminat ödemek zorunda kalacaktır.
İsrail’in, “Askerlerimiz kendilerini korumak için ateş ettiler” tezi de hukuken geçerli olamaz. Çünkü nefis müdafaası yapan, haksız yere hücuma uğrayan sivil gemideki insanlardır. Haksız bir hücumu gerçekleştiren ise İsraildir!
Bütün bunlar söylendikten sonra, madalyonun diğer tarafına da bakmak gerekir. Bu insani yardımı gönderen sivil örgütün ve hücuma uğrayan gemilerin bayrağını taşıdığı ülkelerin bu olayda basiretli hareket ettiklerini söylemeye de olanak yoktur.
1) Bu gemilerin İsrail tarafından durdurulup aranacağı belli idi. Bu durumda, örneğin; hükümetimiz bu aramanın bizim silahlı kuvvetlerimiz tarafından yapılmasını İsrail’e teklif edebilirdi. Ayrıca yolda bir ikmal yapılmasını önlemek için gemilere İsrail karasularına kadar bizim Deniz Kuvvetlerimiz tarafından refakat edilmesini ve gemilerde silah ve silah yapmaya uygun malzeme olmadığına dair Türk hükümeti güvence verebilirdi.
2) Gönderilecek insani yardımın uluslararası Kızılhaç ve Kızılay’ın bayrağı ve denetiminde gitmesi sağlanabilirdi,
3) Gemilerdeki gönüllülere gerçek bir sivil örgütün yapması gerektiği gibi, İsrail askerleri ile fiziki bir dalaşa girmemeleri ciddi bir şekilde anlatılır, sadece pasif bir direnme ile yetinmeleri öğütlenebilirdi. Halbuki gemideki insani yardımı götüren gönüllüler, İsrail askerleri gemiyi kontrol altına alıp aramak üzere inen İsrail askerlerine açık biçimde saldırdıkları, ayakları altına alıp sopalarla dövdükleri, ellerinden silahlarını aldıkları, İsrail askerlerini karga tulumba geminin güpeştesinden denize atıtıkları da inkar edilemez bir gerçeklikte bütün televizyonlarda açıkça görüldü.
4) İsrail’in Hamas örgütünü, aynen bizim PKK’yı gördüğümüz gibi bir terör örgütü olarak gördüğü bilinmekteydi. Bu gemilerin İsrail’in devlet otoritesini “yok mertebesine indirerek” elini kolunu sallayarak Gazze limanlarına girmelerine İsrail ordusu tarafından izin verilmeyeceği de açıkça ifade edilmişti. Bizim hükümetimiz bu konvoyun getirmekte olduğu insani yardımın bir zorluğa uğramadan geçmesi için İsrail’le müzekere edilebilirdi.
Özetlemek gerekirse giden konvoy, insani yardım amacını çok aşan bir misyonu üstlenmiş, İsraili sonuna kadar taciz edip böyle delice bir olayı yaratması için tahrik etmiştir. Sonunda çok sayıda şehit verilmiş, ancak kopardığımız bütün yaygaraya rağmen B.M. Güvenlik Konseyinden İsrail’i açıklıkla kınayan bir resmi karar çıkartamamışızdır. Güvenlik Konseyi, Amerika’nın ısrarları ile yumuşatılmış bir metnin, başkanlık bildirisi şeklinde açıklanmasını yeterli bulmuştur.
Ben, İsrail ile Türkiye’nin dünyanın yalnızlığa terkettiği iki ülke olarak aralarındaki ihtilafları çözüp birbirlerine yakınlaşmalarının gerekli ve her iki tarafın da çıkarına uygun olduğunu düşünüyorum. Ancak hiç şüphesiz bu olayı tamir etme görevi de İsrail’in omuzlarındadır, değerli okurlarım.