DEĞERLİ okurlarım, geçen yazımda dünyadaki bütün kargaşaya rağmen ülke ekonomisinin olumlu bir gelişme içinde göründüğünü yazmıştım. Bu olumlu gelişmede de Merkez Bankası’nın, kriz ülkemize sıçramadan önce aldığı bir önlemin önemli rolü olduğunu belirtmiştim. Bu önlemin, bankalararası likidite dengesinin aksamaması için, bankalar arası kredi havuzunu kendi bünyesinde oluşturması olduğunu vurgulamıştım. Bankacılık sisteminin ayakta kalmasını birinci derecede bu çok yaratıcı, özgün ve etkili önlemin sağladığını vurgulamıştım.
Geçen yazımda vurguladığım bir ikinci konu da Hükümet’in IMF zorlamalarını dikkate almayıp, önerilen reçetelerdeki “zehirli” ilaçları içmemekte direnmesinin krizde çok daha uzun süre kalmamızı önlemiş olduğu idi. Ben de 1994 te yaşadığımız ilk krizden bu yana IMF reçetelerinde yazanların kriz ilaçları olmadığını, bu ilaçların Şikago üniversitesinde Milton Friedman tarafından iyi günlerde ekonomi yönetimi için yapılmış, neo- liberal formüller olduğunu, bu formüllerin ise talep kaynaklı krizleri engellemediğini, tedavi de etmediğini, aksine uzattığını defalarca yazmıştım.
* * *
Türkiye nihayet geçtiğimiz aylarda sıcak para’nın ülkeden panikle çıkarken yaratabileceği kriz riskini gördü. Merkez bankası da faizleri indirip, mecburi karşılıkları arttırarak bu sıcak paranın kazanç kapılarını bir oranda kapatıp, girişini engellemeye çalışıyor.
Sıcak parayla, girişi engellemek yolu ile mücadele bir yöntem. Ama oldukça da riskli. Girişi engellemeye çalışırken içerideki, 100 milyar doların üzerinde olduğu söylenen sıcak para stokunun panikleyip çıkmasına neden olma riski önemli bir sorundur. Dış ticaret açığının aylık bazda 8 milyar doları aşmış olduğu, ihracattan kazanılan dövizlerin de ithalatın döviz ihtiyacının sadece yüzde 57,8’ini karşılayabildiği dikkate alınmalıdır.
* * *
Ben bundan önce defalarca, büyük fon yönetim şirketleri, bankalar ve “hedge fund” lar tarafından getirilen sıcak paranın kayıt altına alınıp, döviz olarak bir istikrar fonunda (Sermaye Piyasaları İstikrar Fonu - SPİF) toplanmasını; bu fonun en büyük beş özel bankanın genel müdürlerinden oluşacak bir yönetim kurulu ile yönetilmesini; giren ve çıkan paranın hangi kurumlar tarafından getirilip çıkartıldığının şeffaf bir biçimde günlük bültenlerle açıklanmasını; para döviz olarak kaldığı sürece ithalatta ve diğer ödemelerde kullanılmamasını, sadece sağlam ülkelerin (ABD gibi) devlet tahvillerinde değerlendirilmesini; büyük finans kurumlarının yurt dışına çıkaracakları dövizlerin ilk ağızda bu fondan karşılanmasını; fonun sattığı dövizler karşılığında gelen TL’lerin ise piyasalara bir fon yöneticisi gibi plase edilmesini önermiştim.
Böylelikle, gelen dövizlerin harcanmamış olduğu günlük bültenlerde görülecek ve panikler önlenmiş olacaktır. Gene de bir paniğin doğması halinde geri talep edilen döviz Merkez Bankası yerine SPİF’den karşılanacağı ve dönen TL’lerin de piyasalara plase edileceği için, iç piyasada borsalar çökmeyecek, faizler fırlamayacak, ekonomi sarsılmayacaktır.
Yani bu fon bir tampon görevi yapacaktır. Fona gelen dövizler ithalat ödemelerine verilmeyeceği için de, bu ani giriş çıkışlar döviz kurları üzerinde bir etki yaratmıyacak, kurları bu spekülatif ve manüpülatif fonlar değil, dış ticaret ve diğer ödemeler dengesi kalemleri belirleyecek ve dengeleyecektir.
* * *
AB’deki Euro’ya geçmiş ülkeler bu ayın ilk günlerinde Avrupa Finansal İstikrar Fonu (EFSF), adı altında 440 milyar euro (609 milyar dolar) değerinde bir fon oluşturma kararı aldıklarını açıkladılar. Avrupa’nın karşılaştığı ilk krizde aldığı bu önlemi yaşadığımız 5 krizden sonra bizim de artık almamız gereklidir diye düşünüyorum, değerli okurlarım.