EKONOMİ iyiye gidiyor. Milli gelir senenin birinci çeyreğinde yüzde 11.4 oranında büyüdü. Her ne kadar, 2009’da yüzde 14’ün üzerindeki küçülme nedeni ile bu yüzde 11.4 bizi 2008 seviyesine geri getiremedi ise de küçülmeden büyümeye geçmiş olmak gene de iyi bir belirtidir. Avro kullanan ülkelerin de Yunanistan hariç büyümeye geçmiş olmaları bizim büyümemizin de kalıcı olabileceği ümidini vermektedir.
Sanayi ürünleri satışları da haziranda geçen sene haziran ayına göre yüzde 14’ün üzerinde bir artış sağlamış. Bu artış, ikinci çeyrekte milli gelirin artmaya devam ettiğinin önemli bir belirtisi.
Bir başka olumlu gelişme de istihdamdaki artış. Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayınladığı son rakamlar mart-nisan-mayıs ayının ortalamaları. Bu rakamlara göre istihdam edilen nüfus geçen yılın aynı döneminde 20 milyon 698 bin kişi iken, bu yıl 22 milyon 501 bin kişi. Aynı dönemde iş gücüne girip iş arayan nüfus da arttığından çalışan nüfusun artması işsiz nüfusun azaldığı anlamına gelmez.
Ama bu sefer uzun bir süredir ilk defa olarak işsizlik oranının da azaldığını görüyoruz. İşsiz nüfus geçen sene aynı dönemde 3 milyon 618 bin kişi iken bu yıl 3 milyon 71 bin kişiye inmiş. İşsizlik oranı da yüzde 14.9’dan yüzde 12’ye azalmış. Hiç şüphe yok ki bu rakamlarda örneğin 2001 krizi ya da son yaşadığımız Global kriz öncesi rakamlarla kıyaslandığında hala yüksektir. Ancak gene de işsizliğin azalıyor olmasını iyi bir gelişme olarak kabul etmek gerekir.
ANCAK...
Temel göstergeler böyle olumlu olmasına rağmen dikkate alınması gereken çok ciddi bir kırılganlık riski artarak devam etmektedir. Bu risk dış ticaret açığı ile onun “ayna görüntüsü” olan “sıcak paranın tekrar Türkiye’ye giriyor olması”dır. Türkiye’nin tüm kendi krizleri ihracat gelirlerinin, ithalat giderlerini karşılayabilme oranının yüzde 60’ın altına düşmesi ile sıcak paranın paniklemesi sonucu tetiklenmiştir. Dış ticaret açığımız krizin etkisi ile 2009 yılında 38.8 milyar dolar mertebesine kadar düşmüşken, yeniden büyüme trendine girmiştir.
Bu trendin 2010 yılının ikinci yarısında da devamı halinde yıllık açık 61 milyar doların üzerine tırmanabilir. Bu açıkların büyük oranda her an kaçmaya hazır sıcak para ve dış borçlarla finanse edildiğini unutmamalıyız. Sıcak para bu gün yeniden bir kriz riski haline gelme yolunda büyümeye devam etmektedir.
Son olarak sıcak paranın ülkeye girerken döviz fiyatlarını aşağı, TL’nin döviz fiyatını da yukarı doğru çektiğini hatırlamalıyız. Bu durum ülkemizin tarım sanayi ve turizmde ithal ürünleri ile, ihraç ürünlerimizin de ülke dışında rekabet gücünü zayıflatmaktadır. Bu olayın adının ekonomi literatüründe “Hollanda Hastalığı” olduğunu köşe yazılarımda defalarca vurgulamıştım.
Diğer bir deyişle sıcak para, dış ticaret açıklarını artırarak ülkemizi daha fazla sıcak paraya muhtaç etmekte, tam anlamı ile bir kısırdöngü oluşturmaktadır. Bu labirentten çıkma önlemlerini almadığımız sürece zamanı ve şiddeti önceden belli olmayan yeni kriz riskleri ile yaşamaya mahkum olmaktayız, değerli okurlarım.