Ali Nail Kubalı

Ali Nail Kubalı

ankubali@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

DEĞERLİ okurlarım, 2007 yılından bu yana Türkiye’nin üzerine bir karanlık kabus bulutu çöktü. Aslında hükümet bütün söylemleri ile tam tersine, bir “öğle vakti aydınlığı” yaşayacağımızı vaat ediyordu... Gölgelerin küçüleceği, karanlıkların kalmayacağı bir öğle vakti aydınlığı... Ama uygulama tam tersi oldu: Arthur Koestler’in meşhur romanındaki gibi “Öğle Vaktinde Karanlık!”
2007’den bu yana fezlekeler hazırlanıyor, tutuklamalar yapılıyor, evlere baskınlar düzenleniyor, insanlar karanlıkta toplanıp götürülüyor, onbinlerce sayfalık iddianameler hazırlanıyor... Yaşla kuru ayırt edilmiyor, tutuklamalar yeni tutuklamalar getiriyor... Derin devlete karşı olanlar, bu yolda mücadele etmiş yazarlar, gazeteciler tutuklanıyor... Suçluluğu kanıtlanmamış insanlar, mahkum olmuş ceza çeken insanlarla aynı şartlarda hapiste tutuluyor... Yetmiyor, hastahane odalarından alınıp bodrum katlarındaki mahkum koğuşlarına konuluyor, hücrelere konuluyor... Seneler geçiyor... Açılan hiç bir davadan sonuç alınamıyor... Başlangıçta inanmış insanlar dahi artık ortada bir ihtilal örgütü, bir darbe hazırlığı olduğuna inanamaz oluyorlar!...
* * *
Senelerdir hükümetten yana yazılar yazan yazarlar dahi son yapılanlara isyan ediyorlar. Pişmanlıklarını dile getiriyorlar. Keşke başlangıçta susmasaydık diyorlar. Cumhurbaşkanımız da, kamu vicdanının rahatsız olduğunu söylüyor.
Türkiye’de amansız bir “cadı avı” bundan 60 küsur yıl önce ABD’deki Mac Carthyism cereyanını andırır biçimde sürüyor. Ansiklopediler Mac Carthysm’i,”Delillere yeterli saygıyı göstermeksizin insanların hainlik, darbecilik, ihanet gibi fiillerle suçlanması” olarak tanımlıyor.
* * *
Değerli okurlarım, bu süreç Türkiye’de demokrasinin, insan haklarının, düşünce özgürlüğünün ortadan kalkmaya başladığı kanısını ülke içinde de, ülke dışında yayıyor. Sonuçta demokrasi ve ona olan güven, tamiri zor bir biçimde yıpranıyor, kayboluyor.
Mahkemeler de önlerine yığılan onbinlerce sayfalık iddianame ve eklerinin karşısında hukukun ve adaletin gereğini tam olarak yerine getirmelerini engelleyen ve de sonu olmayan bir sarmalın içine giriyorlar. Suçlu ile suçsuzu ayırt edebilmek imkansızlaşıyor. Bir suçluyu mahkum edeceğiz diye yüzlerce suçsuz zulüm görüyor! Ünlü Harvard Üniversitesi profesörlerinden Dani Rodrik ve eşi Pınar Doğan, bu davalara konu olan delillerin yeni bir “derin devlet” tarafından çarpıtılmış olduğuna dair çok ciddi şüpheler uyandıran bulguları peş peşe yayınlıyorlar.
Hiç bir seçilmiş hükümet, demokratik rejimin, adalete ve hukuka olan güven’in böylesine yıpranmasını, hangi nedenle olursa olsun göze almamalıdır. Bu sonu gelmeyen ve gelmesine de imkan olmayan davalar sonlandırılmalı. Hüküm giymeden ceza çekmekte olan, hastalanan, ölmekte olan tutuklular da salıverilmelidir. Bizim okuduğumuz hukuk,”Bir suçsuzu haksız yere mahkum etmektense yüz suçluyu serbest bırakmak yeğdir” diyordu!
Bu davaları bitirmek savcıların, hakimlerin, mahkemelerin elinde değildir. Onlardan böyle birşey istemek de hukuka aykırı olur. Ama bir genel af Parlamento’nun elindedir. Siyasal nitelikli davalar için kapsamlı bir af yasası çıkartılarak bu davalar bitirilebilir. Bir demokrasi miladı oluşturulabilir. Bu milat affı çıkaranları da destekleyenleri de yüceltir. Demokrasiye inananları huzura kavuşturur.
Türkiye’de darbe tehlikesinin kalmadığı artık apaçık ortadadır. Yüreğinde darbe olanlar da artık darbe yapamazlar! Bu davaları bitirmek darbecileri vicdanlarda beraat ettirecek değildir.
Toplum vicdanında beraat eden demokrasi ve adalet olacaktır, değerli okurlarım...