GEÇEN hafta dünyaya ve ülkesine karanlık ve umutsuz bir dönem yaşatan Bush ve onun etrafında toplanmış olan “neo konservatif” kadroların global stratejilerine göz atmıştık. Bu stratejilerin kaynağının Clinton öncesi Baba Bush döneminde Paul Wolfowitz ve ekibi tarafından hazırlandığını ve daha sonra Oğul Bush ile birlikte iktidara gelen bu ekibin, Amerika’nın karşısına Rusya gibi bir süper gücün çıkmasını engellemek için Amerikan silah “arsenal” inin tamamını kullanmaya hazır olduğunu görmüştük.
Bu ekip 21’ci yüzyılı Amerikan hegemonyasında bir yüzyıl yapmak için büyük bir çaba harcamıştı. Bush ve ekibi, Amerika’nın müttefiklerini ikna etmek yerine gerektiğinde tek başına ve karşı tarafın hücum etmesini beklemeden ilk darbeyi vurmaya hazırdılar. Global sorunların ve tehditlerin “çözümünde” askeri güçe ağırlık veren bir strateji uygulamışlardı. Ancak bu ekip tarih sahnesinden büyük acılar ve kan dolu bir dönemin sonunda çekilmek zorunda kalmışlardı.
Obama ise bu tek taraflı, konsensüs aramayan, stratejiyi terk edeceği vaadıyla iktidara gelmişti. Gerçekten de Obama, devraldığı sorunların ağırlığına ve karşı karşıya kaldığı büyük global ekonomik krize rağmen yepyeni bir global yaklaşımın belirtilerini veriyor.
21 Mayıs günü Amerikan ordusunun en elit subaylarını yetiştiren West Point Harp Akademisindeki mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada Obama mezun olan genç subaylara olduğu kadar bütün dünyaya şu mesajları veriyordu:
- Tek yanlı, aceleci ve koordinasyonsuz sertliklerin sonu geldi,
- ABD için ittifakların ve konsensusların önemi var,
- Amerika Müttefiklerine ve müttefiklerinin görüş ve düşüncelerine önem vermektedir,
- Amerika uluslararası işbirliğinin dışına taşmış olmaktan bu güne kadar hiçbir yarar sağlamamıştır,
- Amerika, dünyanın karşı karşıya olduğu, terörizm, nükleer silahların yaygınlaşması, iklim değişikliğine neden olan çevre sorunları ve hızla artan global nüfusun ihtiyaçlarının karşılanması gibi sorunlarla başa çıkmada, ordusunun gücü kadar yürüttüğü siyasetin ikna yeteneğinden de yararlanmalıdır.
- Diplomasi ile sağlanacak destek ve işbirliği bu sorunların çözümü için vazgeçilmez faktörlerdir.
Türkiye olarak ABD’nin bu yeni, uzlaşmacı ve işbirliğine dayalı siyasetini doğru yorumlamalıyız. Bush döneminde ABD tarafından dayatılan Büyük Ortadoğu hayallerinin bittiğini görmeliyiz.
Artık Amerika’nın dahi tek yanlı siyasetler ile hedeflerine ulaşamayacağını anladığı, müttefikleri ile istişarelerin ve konsensusların önemini idrak ettiği bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyada Türkiye’nin tek yanlı oldu bittilerle kendi etkenliğini arttırmasının mümkün olmadığını anlamak zorundayız.
İsrail politikamızda da, İran politikamızda da bu yeni Global gerçekleri göz ardı ederek başarı sağlamamız çok zor belki de olanaksızdır.