“Bergen” filmini çekecek yapımcı Mine Şengöz’ü iki nedenle kutluyorum. Birincisi; Bergen’in katili Halis Serbest’in, “İznim olmadan bu filmi çekemezler” demesine rağmen geri adım atmadı. Şengöz, Bergen rolü için Farah Zeynep Abdullah’ı seçmekle doğru yaptı. Sema Kaygusuz’un yazdığı senaryoyu okumadığım için nasıl bir Bergen filmi yapacaklar bilmiyorum. Tanıdığım, söyleşi yaptığım ve Yavuz Hakan Tok’un “Acıların Kadını Bergen” kitabını okuduğum için biliyorum, Bergen; sadece bir arabesk yıldızı değil, bu ülkede kadına şiddetin katmerlisini yaşayan biriydi. Bu arada filme dair özel ve yeni bir bilgi:
Yapımcı Şengöz’le “Bergen” kitabının yazarı Tok, projenin başında birlikte hareket ediyordu. Şengöz’le Tok, fikir ayrılığına düşünce yolları ayrıldı. O nedenle film vizyona girince Tok, proje için telif davası açarsa, sürpriz olmaz bu.
Yaşı büyütüldü, ismi değişti
Şarkıcı Bergen’in gençlerde karşılığı olmayabilir, ama yaşı 40’ın üzerinde olan çoğu insan için “Acıların Kadını” çok şey ifade eder. Yedi kardeşten en küçüğüydü. Diğerlerinin ismini aile büyükleri koydu, onunki anneye kaldı. Sabahat Hanım, boşanınca altı çocuğunu Mersin’de bırakıp Belgin adını verdiği altı yaşındaki kızıyla Ankara’ya yerleşti. Hayali onu konservatuvarda okutmaktı. Konservatuvarı birincilikle kazandı, ama okulu sevmediği için eleme sınavında düşük puan alınca atıldı. İlk aşkıyla 16’sında tanıştı, evlilik planları yaptığı taksici, evli çıkınca hayalleri yıkıldı. Kız arkadaşlarının eğlenmeye götürdüğü gece kulübü, hayatının akışını değiştirdi. Aysel’in, “Müthiş bir sesi var” diyerek gizlice ismini verdiği şarkıcı onu sahneye davet etti. “Batsın Bu Dünya”yı öyle bir okudu ki kulübün sahibi Belgin Sarılmışer’e hayatının teklifini yaptı. Yaşı büyütüldü, geriye sahne ismi kaldı. Gazetede Norveç’in Bergen şehrini okuyunca “Adım Bergen olacak” dedi.
‘Çok sevdiğim için her seferinde affettim’
Bergen’le Halis Serbest’in ilişkisi “Yok artık” dedirten türdendi. Bergen’in yanan otomobilini söndürmeye çalışırken yolları kesişti. Serbest, yanan otomobilin aynısını hediye edince, Bergen’in gönül tahtına yerleşti, bir daha da inmedi.
Bergen, otomobilini yakanın Halis Serbest olduğunu öğrendi, ama ondan ayrılmadı. Şarkıcı; sürekli dayak yediği eşinin aslında evli, kendisine yaptığı nikahın sahte olduğunun ortaya çıkmasına rağmen ondan vazgeçemedi... Ankara’daki evleri yandı, potansiyel şüpheli Halis Serbest’ti, Bergen onu bile dert etmedi. Yeğeni Esra Zorlular, “Teyze insan sevdiğine bunları yapar mı?” diye sorunca Bergen’in yanıtı, “Bazen insanlar hiddetli sever, ölesiye sever, yaşadıkları kötü olaylar sevgisinden bir şey götürmez” oldu. Bergen için sevmenin ne olduğunu anlamak için eşine cezaevindeyken yazdığı mektuplardan birindeki, “Seni çok sevdiğim için affediyorum her seferinde” cümlesini iyi okumak lazım. Gördüğü şiddet nedeniyle birkaç kez evden kaçan, eşi yanına gelince suçlu gibi dizinin dibine oturan Bergen, yüzüne kezzap atılmasında da Halis Serbest aleyhine ifade vermedi. Yetmedi, annesinden gizli ona aşk mektupları yazdı, hapishanede onu ziyaret etti. Altı yıl hapisten çıkmasını beklediği eşi yine şiddete başvurunca Nisan 1989’da boşandı, ama ondan bir türlü kopamadı. Her görüşmeleri tartışmayla bitti. 4 Ağustos 1989’daki son randevuda eski eşinin teklifini, “Yine mi bırakacağım sahneyi Halis? Sen beni yine eve kapatıp, ağzımı burnumu kır diye mi?” diye geri çevirince Halis Serbest silahına sarıldı. “Acıların Kadını”, altı kurşunla öldürüldüğünde 30 yaşındaydı.
Annesi destekçisi, babası ve eşi, şarkıcılığa karşıydı
Annesinin, “Onunla evlenirsen sana hakkımı helal etmem” demesine rağmen Halis Serbest’le evlenen, kafasına koyduğunu yapan, inatçı biriydi şarkıcı. Bergen “Acıların Kadını”, Sabahat Çakır ise acıların annesiydi. Şarkıcının yaşadığı acıların misline katlandı. Ömrünü adadığı kızı gözlerinin önünde öldürüldü. Serbest’in evlenmek için Bergen’e sahneyi bırakma şartı koyması, boşandıktan beş ay sonra bile aynı sebeple tartıştığı şarkıcıyı öldürmesi, hasta yatağındaki babasının, “Eğer annesi kızımı şarkıcı yaparsa gözlerim açık gider” demesi, bu ülkede kadına şiddetin köklerinin ne kadar derine uzandığının göstergesi.
‘Acıların Kadını’na Zeki Müren torpili
Elmadağ’daki Este’de çalıştığı dönemde tanışmıştım Bergen’le... Este’yi işleten Şenay Düdek’in, Arnavutköy’deki dairesinde kalıyordu. Bergen’le ilk ve tek röportajımı da o evde yapmış, yeni plağını ve İstanbul’daki yeni hayatını konuşmuştuk.
Bergen’li yılları konuşmak için Şenay Düdek’i aradım. Ünlüler ve sosyetenin geldiği Este’de Bergen’i sahneye çıkarma fikrinin nasıl çıktığını sordum, verdiği yanıt şuydu: “Bergen’i ilk Ankara’da dinlemiş, beğenmiş ve annesine kartımı vermiştim. Bergen, İstanbul’da bir sahil gazinosunda çıkmaya başlayınca rahmetli annesi arayıp, davet etmişti. Gittiğimizde ön masada rahmetli Zeki Müren’le Valentino’nun sahibi Cavit Abi (Kılıç) oturuyordu. Zeki Bey’in ricası üzerine çıkarmıştık onu... Bergen, müşterileri görünce, “Ben burada çıkamam” dedi. Annesi, “İnsanların kalitesinden korktu” deyince zor ikna etmiştik onu.”
GÜNÜN SÖZÜ
“Sizdeki üç şeyi görebilen insanlara güvenin; gülüşünüzün ardındaki kederi, öfkenizin ardındaki sevgiyi, sessizliğinizin ardındaki nedeni...” (T. S. Eliot)