Yazarlar62 yaş... ne demek?...

62 yaş... ne demek?...

04.07.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

62 yaş... ne demek?...

62 yaş... ne demek...


Kadın sabahın köründe kalkacak, çayı yapacak, çocuğa mamasını yedirecek, kocasına kahvaltı verecek, çocuk okul çağındaysa, giydirip okula gönderecek, küçükse, ya bakıcı kadına ya da annesine koşturacak, oradan gelip otobüs kuyruğuna girecek, itişe kakışa, otobüse, vapura, trene binecek, akşama kadar çalışacak, çok kere aklı hasta bıraktığı çocuğunda olacak, akşam yine itiş kakış eve gelecek, akşam yemeğini hazırlayacak, çocuğun dersine bakacak, yemek yenecek, bulaşık yıkanacak, sofra toplanacak, çamaşır birikmişse yıkanacak, gece yarısı yatılacak, sabah aynı çark dönecek... Ve bu kadını 62 yaşına kadar çalıştıracaksınız... İnsaf!
Bu satırların yazarı, "erkek düşmanı bir feminist kadın" değil. Bu satırların yazarı sağduyu sahibi aydın bir erkek, Hasan Pulur... "62 yaşında emekli kadına son ikramiye" yazısından bir bölüm...
Bizim parlamenterler yaptıkları iş eleştirilince, "batıda da böyle" diyerek işin içinden sıyrılacaklarını sanırlar... Farzedelim ki emeklilik yaşı batıda böyle... Peki başka şeyler batıda böyle mi? Batıdaki kadın her türlü yardımdan, ilgiden uzak, Pulur'un yazdığı gibi mi yaşıyor? Batıdaki kadın bizim kadınımız gibi her türlü sosyal güvenceden yoksun, erkeğin eline mi bakıyor? O kadın her türlü işkenceye rağmen, hiçbir sosyal güvencesi olmadığı için korkunç bir adamla hayatını paylaşmak zorunda mı kalıyor? Madem batıyı örnek alıyorsunuz, her konuda örnek alın ki, biz de sıkışınca sarıldığınız bu "batı" örneklerinize inanalım.

Bir trafik kazası rezaleti...

Geçen Salı günü bir saniye ile büyük bir trafik kazasından kurtuldum. Ama ne yazık ki Galip Çavdarlı adlı vatandaşımız benim önümde olduğu için kurtulamadı, neyse ki olayda cana gelen bir hasar yok.
Erenköy'de İnönü Caddesi'ndeki dört yolda yeşil ışığın yanmasını bekliyorduk. Yeşil ışık yandı, önümdeki otomobil, (Galip Bey'in otomobili) biraz da yavaş olarak, (çünkü arkadan kornalar çalındı) yola çıktı, ben de arkasından... O esnada öteki taraftan son hızla gelen, (en az 100 km) Fatih Hayta'nın kullandığı otomobil, Galip Bey'in arabasına şöförün bulunduğu yere son hızla bindirdi, yavaş gittiğim için hemen fren yaptım ve ters dönen Galip Bey'in arabasının bana çarpmasını engelleyebildim.
Olay açık seçik bir kırmızı ışık ihlali ve şehir içinde aşırı hız kusuruydu. İki otomobilin arasından geçmeye çalışırken, (olacakları tahmin etmişim) Galip Bey'e telefon numaramı verdim ve tanıklık edebileceğimi söyledim... Otomobilin içinde oturan Fatih Hayta'ya "sakın söylenme, hepimizi öldürebilirdin, suçlusun" dedim. O da "söylenmiyorum" dedi.
Sonra Galip Çavdarlı beni aradı, "Polisler yanımızda, ikimizi de kusurlu buluyorlar, konuşur musunuz" dedi. O sırada polis, "Benim tanıkla bir işim yok" diyerek benimle konuşmayı reddetti.
Ve şimdi sonuca bakın... Polis raporu aynen şöyle; "..... meydana gelen maddi hasarlı kazada, sürücülerin ikisinin de yeşil ışıkta geçtiğini beyan etmesi samimi davranmadığından kazada kusur oranı verilmemiştir."
Buyrunuz, Galip Bey yüzde yüz haklı... Ama olaydan haberi bile olmayan trafik polisi böyle bir rapor veriyor. Bu rapor yüzünden de haklı olan taraf sigortadan parasını alamıyor. Şimdi Galip Çavdarlı eğer ben tanıklık edersem dava açacak... Edeceğim tabii. Ama haklıyken uğraş dur... Olayda ya birisi ölseydi... Bu Hayta isimli adam yine de suçsuz çıkacaktı. İşte trafik faciamıza küçük bir örnek.

İdama karşı mısınız?

Bir insan idama karşıyım diyorsa, karşıdır... "Karşıyım ama bu adamı asmalı" diyorsa burada biraz düşünmek lazım. Bunu ancak bir yargıç yapabilir... O yargıç, dürüstçe, "Ben aslında idama karşıyım ama idam cezası veriyorum, çünkü yasalara uymak zorundayım" diyebilir.
İdam cezası "batı öyle istiyor" diye kaldırılmamalıdır. İdamın çağdışı bir ceza olduğuna, idamın sorunları çözmeyeceğine, yaşama hakkının en önemli hak olduğuna, kısasa kısas ilkesinin çok ilkel olduğuna inanılıyorsa idam cezası kaldırılmalıdır.
Eğer bir ülkenin başbakanı idama karşıysa, idamın kalkması için girişimlerde bulunmalıdır.
Batının içine girmek istiyorsak, batı standartlarına uygun yaşamamız gereği de bir gerçektir. İnanmadan sırf batı öyle istiyor diye birtakım sözleşmelere "çekinceli imzalar" atarak ne kendimizi ne de o batıyı kandırabiliriz. Uygarsak uygarızdır. Gibi yaparak bir noktaya gelinemez, bir yerlerden asıl gerçek ortaya çıkar ve sırıtır.
Bir ülke insanı, haklı bile olsa, idamın herşeyi çözeceğine, dökülen kanların intikamının alınacağına inanıyorsa burada bir tuhaflık var demektir.
Aklıselim sahibi olan herkes, bir kişinin ölümüyle intikamın alınamayacağını, sorunların bitmeyeceğini, var olan yanlışlıkların kökü kazınmazsa aynı şeylerin aynen sürebileceğini bilir. Biri öldürülür, "daha akıllısı, daha tehlikelisi" gelir. Asıl sorun çözülmemişse, o zaman ne olur?

Kırmızı eti tam bırakıyorduk ki...

Tam kırmızı eti azaltmaya, daha çok balık ve sebze ile beslenmeye alışıyordum ki, gazetelerde Amerika'lı biliminsanlarının "kırmızı et ile beyaz et arasında kolestrol etkisi açısından hiç fark olmadığını" belirten açıklamaları yayınlandı. Chicago Klinik Araştırmalar Merkezi uzmanlarından Michael Davidson 36 hafta süren bir deney yapmış. Bu deneyde kolesterolü yüksek olan 191 hastanın bir bölümüne kırmızı et diyeti, bir bölümüne de beyaz et diyeti uygulamış. Deneyin sonunda görülmüşki, her iki gruptaki kişilerde de kötü kolesterol oranı yüzde 1 - 3 oranda azalmış, iyi kolesterol oranı da yüzde 2 oranında artmış.
"Ben bir tek bilime inanırım, başka şeye kulak asmam" diyenlerdenseniz, yine olmuyor işte... Bilim de durmadan değişiklik gösterebiliyor demek ki. Ya da bazı şeyler tam olarak kanıtlanmadan kamu oyunun dikkatine sunuluyor.
Hatırlıyorum bizim çocuklarımız yani şu günlerde 25 - 30 yaşları arasında olanlar, bebekliklerinde yüzükoyun yatırılmaya başlanmışlardı. Çünkü bilim insanları yüzükoyun yatan bebeklerin kusmuklarını yutmayacağını ve daha az tehlikede olduğunu söylüyorlardı. Oysa şimdikiler ,"yüzükoyun yatan bebekler nefes alamayıp ölüyorlar" gerekçesiyle artık sırt üstü yatırılıyorlar. Bu sayede bebek ölümlerinin azaldığı bile söyleniyor.
Ne yapalım bilmiyorum.. Şimdi de diyorlar ki diyet yiyecek içecekler ve yapay tatlandırıcı kullanmayın, tuz, margarin, tereyağlıyağlı kurabiye yemeyin, bol bol zeytinyağı tüketin... Tamam da yarın birisi çıkıp, "tereyağı insana en yararlı besindir, bol bol çikolata yiyin zihni açar" derse ne olacak...
Abartmadan herşeyi yiyelim bari de gözümüz açık gitmesin...



Yazara E-Posta: d.asena@milliyet.com.tr