30.11.2021 - 14:53 | Son Güncellenme:
Tom Evans, E3G İklim Çalışmaları Düşünce Kuruluşu, Araştırmacı
Birleşmiş Milletler (BM) 26. İklim Konferansı’nın (COP26) sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz, başarılı mı başarısız mı sizce?
Sonuçların başarılı mı yoksa başarısız mı olacağı önümüzdeki 12 ay içerisinde belli olacak. Çünkü COP26 kararlarında daha çok, önümüzde bir veya iki yıl içinde ortaya çıkacak taahhütler verildiği görülüyor. Mitigasyon, yani emisyon azaltımı örneğin. Tüm ülkeler önümüzdeki yıl gerçekleştirilecek COP27 toplantısına 2030 hedefleriyle gelecekleri konusunda anlaştı. Bence önümüzdeki bir yıl verilen taahhütlerin yerine getirip getirilmeyeceği noktasında bir test olacak. Benzer şekilde, iklim değişikliğinin etkilerine karşı nasıl adımlar atılacağına dair “kayıp ve zarar” konusunda çok fazla diyalogun olacağı görülüyor. Buradaki diyalogun sürmesi ve bu diyalogların sonucu da iddialı bir hedef mi koyduğumuzu test ediyor olacak. Şu an COP26’nın kendisinin tam olarak yeterli gelmediği düşünülebilir. Ama umudu koruyor ve önümüzdeki yılı, Glasgow’da verilen sözleri yerine getirmek için gerekli iddialı hedefleri taahhütlere dönüştürme konusunda kritik hale getiriyor.
Yeterince iyi
COP26 sonuçları için bence başarısız diyemeyiz. Mitigasyon, yani emisyon azaltımı, uyum, kayıp ve zarar kısımlarındaki adımların sonuçlarını görmeden başarısızlık demek doğru olmaz. Evet, sonuçlar mükemmel değil. Ancak bu sorunları gerçekten çözebilecek önümüzdeki yolu tarif ediyor. Bu muhtemelen yeterince iyi. Çünkü 190’dan fazla ülkenin katıldığı müzakerelerde her zaman mükemmel sonucu elde edemeyebilirsiniz. Jeopolitik zorlukları, pandeminin ortaya çıkardığı küresel kuzeyi ile küresel güney arasındaki adaletsizlik, eşitsizlik sorunları varken, 190’dan fazla ülkenin bir araya gelerek, iklim finansmanını sağlama konusunda tek bir yolda ilerlemeye karar vermesi ve nihayet Paris Anlaşması Kurallar Kitabını tamamlaması çok kolay değildi. Bildiğiniz gibi kurallar kitabına, altı yıl sonrasında karar verildi. Bence tüm bu unsurlar pek çok kişinin beklediğinden daha iyi sonuçlar verdi.
Bir yılımız var
Şu an asıl sorulması gereken soru Glasgow’un ortaya koyduğu tüm bu süreçlerden sonuç elde edebilecek miyiz? Önümüzdeki yıl kasım ayında Mısır’da COP27 gerçekleştirilecek ve tüm bunları gerçeğe dönüştürmek için yaklaşık bir yılımız var. Bu zor olacak çünkü Glasgow İklim Paktı anlaşmasına göre önümüzdeki yıl ülkelerin emisyon azaltımında yeni ulusal katkı beyanlarını açıklaması bile önemli. Çünkü pek çok ülke geçtiğimiz yıl içinde zaten ulusal katkı beyanlarını açıklamıştı, örneğin ABD, AB ve İngiltere. Şimdi onlardan bunu tekrar yapmalarını isteniyor. Ülkelerin emisyon azaltım hedeflerini artırmaya zorlamak için yapılacak çok şey var, ciddi siyasi baskı yapılması gerekiyor.
İlk defa kömür ve fosil yakıtlardan bahsedildi
COP26’yı siz de Glasgow’da takip ettiniz. Konferanstaki en önemli gelişmeler hangileriydi sizce?
Nihayet bir COP anlaşmasında kömür ve fosil yakıtlardan ilk defa bahsedilmiş olmasının kesinlikle şaşırtıcı ve etkileyici olduğunu düşünüyorum.
Bir yönüyle bence bu olağanüstü bir gelişme. İklim değişikliğinin en önemli iki sebebi Glasgow anlaşmasında ilk defa yer alıyor. Paris’ten bu yana geçen altı yıl sonrasında bu emisyonların sebeplerinden bahsedebiliyoruz. Bence her durumda anlaşma bir yönü tarif ediyor. Dün bile (İklim Konferansı’nın bitişinin ertesi günü) karbon piyasalarında fiyatların iklim eyleminin geleceğine dair güçlü bir siyasi duruş gördüğünü ve buna tepki verdiğini gördük.
Kayıp ve zararda gelişme kaydedildi
Beni etkileyen ikinci konu ise, iklim değişikliğinin etkilerine dair kayıp ve zarar diyalogları. İklim Paktı anlaşması, kayıp ve zararlar konusundaki sorumluluklarla ilgili bir dizi diyalogu özetliyor. Ayrıca bu kayıp ve zararlara karşı nasıl bir çözüm yolu geliştirileceği de. Gelişmekte olan “Şu an COP26’nın kendisinin tam olarak yeterli gelmediği düşünülebilir. Ama umudu koruyor ve önümüzdeki yılı, Glasgow’da verilen sözleri yerine getirmek için gerekli iddialı hedefleri taahhütlere dönüştürme konusunda kritik hale getiriyor.” ülkeler bu diyalogların içinde yer alıyor ve müzakerelerin son günlerinde kayıp ve zararların finansmanının karşılanması için gerçekten bir taahhüt istediklerini çok net bir şekilde ifade ettiler. Gelişmekte olan ülkelere ve kasırgalardan, deniz seviyesinin yükselmesinden etkilenen iklim hassasiyeti yaşayan uluslara, bu felaketlerden sonra yeniden inşa etmek ve yaralarını sarmak için para verilmesini sağlayabilecek bir araç, bir yöntem kurulmasını talep ettiler. Finansman konusundaki bu taahhüt sağlanmadı. Fakat kayıp ve zarar konusuna ilk başladığımız yeri düşünürseniz, ABD, AB gibi ülkeler müzakerelerde bu konulardan bahsetmekten bile çekiniyordu.
Çünkü siyasi olarak böyle bir diyalogu gerçekleştirmenin oldukça zor olduğunu biliyorlardı. Gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelere “emisyonlara siz sebep oldunuz, tarihi olarak küresel ısınmanın en büyük sorumluluğu sizsiniz ve şimdi sebep olduğunuz zararın bedelini ödemelisiniz” dedi. Bu sebeple kayıp ve zararların finansmanı konusuna nasıl çözüm bulunacağı meselesi hakkında konuşmak için BM sistemi içerisinde yön gösteren bir yolumuzun olmasını oldukça etkileyici buluyorum. Tekrar ediyorum, elbette mükemmel bir sonuç değil, gelişmekte olan ülkelerin ya da iklim krizinin ön cephelerinde yer alan toplulukların ihtiyaçlarına acil bir şekilde yanıt vermiyor belki. Ancak kayıp ve zarar konusunun politikasının artık ciddi biçimde değiştiğini gösteriyor. Kayıp ve zarar konusu artık gelişmiş ülkelerin şüphe edebileceği bir mesele değil. ABD, AB ve İngiltere’deki dünya liderleri bu konuyla yüzleşmek ve ileriye dönük bir yol bulmak zorunda kalacaklar. Bence bu iki konu şaşırtıcı değil, ama insanlar çok beklemiyordu bu konuların ön plana çıkmasını.
Yeni emisyon hedefleri önemli
Bununla birlikte, son olarak önümüzdeki yıl ulusal katkı beyanı istenmesini önemli buldum. Çünkü bu tüm ülkelerin, küresel sıcaklık artışını 1.5 derece sınırlama konusunda taahhüt edilen emisyon azaltımlarının yeterli olmadığını kabul ettikleri anlamına geliyor. 2020’lerin söz konusu emisyonlar için hayati öneme sahip olduğunu kabul ettikleri anlamına geliyor. Glasgow İklim Paktı metninin kendisi bile, küresel olarak 2030 yılında emisyonları 2010 yılı seviyelerine kıyasla yüzde 45 azaltmamız gerektiğini yazıyor. Buradaki sorunlu kısım şu. Her ülke muhtemelen emisyon azaltım hedeflerini artırma sorumluluğunun kendisinde olmadığını düşünebilir. Önümüzdeki aylarda, 2030 emisyon azaltım hedefini artırmayacak ülkeler çıkabilir, ki sanıyorum Avustralya hemen 2030 yılı hedeflerini değiştirmeyi düşünmediğini, fakat diğer ülkelerin değiştirmesi gerektiğini söyledi. Bu tamamen yanlış bir bakış açısı ve doğru değil. Tüm ülkeler buna karar verdi. İklim aktivistlerinin siyasi liderlere emisyon azaltım hedeflerini artırmak için baskı yapması oldukça zor olacak.