01.03.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:
Habercilik açısından sert ve kırılmalarla dolu bir haftayı geride bıraktık. ‘Balyoz darbe planı’ kapsamında başlayan gözaltı ve tutuklamalar eski kuvvet komutanlarına yönelince, Genelkurmay’da Başbuğ başkanlığında yapılan ‘or’lar toplantısında ‘istifa’ ile ‘muhtıra’ sarkacında uzun bir gece yaşadık. Ertesi gün Çankaya Köşkü’nde Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’nı ‘bond çantaları’ ile Cumhurbaşkanı’nın masasında buluşturan bir zirve yapıldı.
Başbakan Erdoğan bu zirvenin medyaya yansıtılış şeklini eleştiren, gerilimin ekonomiye olumsuz etkilerinin faturasını köşe yazarlarına kesen bir konuşma yaptı.
Gazete sahiplerine ‘maaşlarını ödedikleri’ bu yazarlara gerektiğinde ‘Bu dükkânda size yer yok’ diyebilme çağrısında bulundu. Demokratik bir ülkede basın özgürlüğüne aykırı nitelikteki talihsiz beyanlar eleştirildi.
Türkiye’nin siyasi iktidarla yargı, ordu, muhalefet, medya arasında ‘kriz’ üretebilen sorunlarının ülkenin demokratik görünümünü giderek daha fazla yaraladığı bir gerçek.
Böyle dönemlerde ‘medya takibi’ adaletin sağlanması açısından çok daha önemli hale geliyor.
Türkiye Barolar Birliği’nin verilerine göre; açılan her 100 davadan 54’ünün beraat ile sonuçlanması ve her üç kişiden birinin hükmü verilmemiş tutuklu sanık olması Türkiye’de yargı sisteminin ne kadar sorunlu olduğunun da bir göstergesi.
Geciken adaletin, ‘adaletsizlik’ olduğunun son örneğini Vatan gazetesi internet yayın müdürü Aylin Duruoğlu’nun ‘terör örgütüne üye olduğu’ iddiasıyla 10 ay tutuklu kaldıktan sonra hâkim karşısına çıktığı ilk duruşmada diğer 9 sanıkla birlikte tahliye edilmesiyle yaşadık!
Doğu ve Güneydoğu’da ‘terör örgütü’ üyeliğiyle suçlananlar hâkim karşısına çıkma şansı bulanlar kadar “şanslı” değiller. Diyarbakır’da geçen hafta medya temsilcilerinin de katılımıyla bir toplantı yapıldı. Bölgede pek de iyi şeyler olmadığının altı çizildi.
Sivil Toplum Geliştirme Merkezi’nce KCK operasyonları kapsamında tutuklanan 1500 kişinin durumuna ve taş atan çocuklarla ilgili dava sürecine ve 54 mahkûmun sağlık koşullarına dikkat çekiyor. Medya bu olayları görmemekle eleştiriliyor:
“Basın, örgüt üyesi oldukları iddiasıyla tutuklanan ve hüküm giyen cezaevinde kemik kanseri Hüseyin Güneş’i, 85 yaşında vücudunun yüzde 79’u felçli olan Yusuf Kaplan’ı, lenf kanseri Nurettin Saysal’ı bilmiyor. Bu 54 mahkûmun adlarının karşısına ‘Korsakof hastası, kolon kanseri, mesane kanseri...’ diye yazıldığını da bilmiyor. Oysa bunların hepsi basın için insan haklarını hiçe sayan uygulamalar değilse nedir?
Cem Garipoğlu örneği
Ayrıca sadece Doğu’da değil İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da, Antalya’da, Bursa gibi şehirlerde 4 bine yaklaşan çocuk, yetişkin koşullarında gözaltına alınıyor, sorgulanıyor, yargılanıyor, ceza alıyor, hapsediliyor. Çok ağır ceza alanlar var. Bu çocukların cezaevlerinde işkenceye, kötü muameleye maruz kaldıkları da iddia ediliyor. Neyle suçlandıkları ise tam olarak bilinmiyor. Çünkü sanık avukatlarına göre bu çocukların yüzde 57’sinin dosyasında hiçbir somut delil yok. Hiç somut delil olmadığı halde aylarca tutuklu kalan, çok ağır cezalara çarptırılan çocukların durumu bütün basını arkasına takan Cem Garipoğlu cinayetinden daha mı önemsiz?”
Çocuklar İçin Adalet Girişimi 4 bin çocuğun gösterilerde polise taş attığı iddiasıyla hapis tehdidi altında bulunduğunu, 18 yaşından küçüklerin Terörle Mücadele Yasası’ndan yargılanmaması gerektiğinin altını çiziyor.
Ombudsman’ın görüşü:
Basın özgürlüğünün demokratik ülkelerde geçerli tek kuralı vardır. Doğru haber, özgür yorum. Medyanın iktidarlar karşısında kamu adına yüklendiği sorumluluk, eleştirel olmaktır. Yasama ve yargı da medyanın öncelikli ilgi alanıdır; nitekim ülke gündemini tayin eden tartışmaların, yorumların pek çoğu o alanlardan çıkar. Dördüncü güç aynı zamanda yasama, yürütme, yargı sıralamasının sonucudur. Dolayısıyla başbakanların ‘ülkede gerilim var’ diyerek yazarları patronlara şikâyet etme hakkı demokrasilerde pek alıştığımız bir tutum değildir ve daha çok otoriter rejimlerde görülür. Türkiye AB ile üyelik müzakereleri yürüten, Kopenhag siyasi kriterlerine uymayı taahhüt etmiş bir ülke olarak, özgürlüklere gölge düşürmemelidir.
Mahkemeleri yakından izlemek de medyanın görevidir.