The Othersİstanbul, bir tarih kazanı

İstanbul, bir tarih kazanı

25.06.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

İstanbul, bir tarih kazanı

İstanbul, bir tarih kazanı

Bir zamanlar 7 tepe üzerine kurulu İstanbul'un artık tepeye yayıldığını bilmek mümkün değil. Bu sürekli tarih içinde değişmeyen tek şey Boğaz.

* İstanbul'un aşırı göç ve çarpık kentleşme sonucu özelliklerini kaybettiği hep söyleniyor. Kentin dokusunun, artık geri dönülemeyecek kadar bozulduğunu siz de düşünüyor musunuz?
İstanbul'un gecekondu sorunu o kadar eski ki. Milattan sonra 425 yılında, kente Anadolu'dan göç edenlerin kurdukları derme çatma evlere, kent halkının ne kadar öfke duyduğu kayıtlara geçmiştir. İstanbul o dönemden bu yana sürekli olarak insanları kendisine çeken bir kent oldu. Kente gelenler, onu hor kullandı. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Ama zamanla kente ayak uydurdular. Kentli oldular.

* O halde şimdi de, göç nedeniyle şişen nüfusun, bir gün kentsoylu olma şansı var?
Elbette. Tarihe baktığınızda bunun hep böyle olduğunu görüyorsunuz. Bundan sonra da böyle olmaması için bir neden yok. Ne var ki şimdi göç, mega boyutlarda. İstanbul hep dinamik bir kent olmuştur. Ve göçleri hep sünger gibi emmiştir.

* İstanbul'un hiç değişmeyen yeri kaldı mı?
Bütün büyük kentlerin bir kişiliği vardır. Bir ruhu vardır. İstanbul bugün ne kadar yozlaşmış sayılsa da, kaybetmesi mümkün olmayan bir ruhu var. Örneğin İstanbul'da hala öyle yerler var ki yüzyıllara ayak diriyor. Örneğin Samatya. (Kocamustafapaşa) İstanbul'un ünlü yedi tepesinin yedincisinde kurulmuştu. bugün de hala burada rumlar, ermeniler, türkler bir arada oturuyor. 1960'da orayı ilk kez gördüğümde de durum farklı değildi.

* İstanbul'un değişen yüzü için ne düşünüyorsunuz?
Buraya son kez 4 yıl önce geldiğimde kent yok oldu gitti sandım. Oysa şimdi bir rönesanstan geçiyor. 1960'da gelip gördüğüm kentten daha ilginç. O zamanlar yeşili bol, yumuşak, sakin bir kentti. Şimdi ise her şeyi ile dinamik. Beyoğlu'na bir çıktınız mı artık kitapçı görüyorsunuz. Çok eskiden vardı. Sonra yok oldu. Şimdi artık yine var. Her köşeden bir müzik sesi geliyor. Nüfus çok genç. Dinamik. Ve insanlar her yerden gelmiş. Balkanlardan gelen var. Anadoludan gelen var. Orta Asyadan var. İnsanlar her yerden bu kente akıyor. Bu yüzden burası bir rönesans yaşıyor.

* Ya kente dolan insan kalitesi?
Dediğim gibi, buraya her yerden insan geliyor. Çok farklı görüş ve alışkanlıkları olan çok farklı insanlar bir arada yaşıyor. Aleviler sünniler bir arada. Bu örnekmler o kadar çok ki. İstanbul'da bu "insan kazanı"nın nasıl kaynadığını görüyorsunuz.

* 1850'lerde Avrupa kentleri, 1880'lerde New York insanları çeken mıknatıslar gibiydi. Şimdi de İstanbul mu bu kentlerin geçtiği yollardan geçiyor?
Bence tam tersi. Çünkü Avrupa, daha çok ilkelken İstanbul vardı. Avrupa, İstanbul'un tanık olduğu göçleri, bu kentin mıknatıs rolünü yaşadı. Bizans İmparatoru İkinci Teodosyus zamanında (MS 5. yüzyıl) kente göçü önlemek için, göçmenlere vize uygulanması düşünülmüş. Göç yüzünden kentin kirlendiği, yaşam düzeyinin düştüğünden yakınılmış. Yani bugünkü şikayetler o zaman da varmış. Bu, şunu gösteriyor: İstanbul, dünyada herşeyin ilk kez yaşandığı kentlerden.
Ve bu yaşantı, döne dolaşa diğer kentlere de sıçrıyor. Dünyada pek çok kent, İstanbul'un çok eskiden yaşadıklarını çok sonra yaşamıştır.

* 1876'da Osmanlı - Rus savaşı nedeniyle Anadolu'ya büyük bir göç yaşandı. Osmanlı Devleti'nin sürekli küçülmesi nedeniyle de göçün arkası kesilmedi.
Anadolu'ya yönelen göç, büyük ölçüde İstanbul'dan geçmişti. Balkanların kuzey ve güneyinden, Ege Adalarından, Kafkasyadan göç, ve 1924'de Yunanistan'la imzalanan nüfus değişimi anlaşması (mübadele) nedeniyle bu göç, neredeyse 50 yıl sürdü. Rus Devrimi sonrasında oradan gelenleri de unutmamak gerek. İstanbul, bütün bu göç dalgası sırasında 2000 yıldır oynadığı rolü oynadı. Bir mıknatıs görevi yaptı. İnsanlar buraya gelip, buradan başka yerlere gittiler. Bir kısmı da burada kaldı. Kentin ön önemli meydanı Taksim, aynı zamanda İstanbul'un tarih boyunca yüklendiği rolün de adı olsa gerektir. İnsanlar bu kente gelip burada taksim olmuşlar. Başka yerlere gitmişler.

* Ancak İstanbul'un çok da huzurlu bir geçmişi yok? Bizans'tan bu yana kaç kere istilaya uğramış? Haçlı Seferleri... Ama Osmanlı yönetimiyle birlikte 1916'ya kadar düşman ayağı basmamış bir kent.
Bizans küçüldükçe sınırları kente yaklaşmıştı. Neticede Bizans, sadece bugünkü eski surlarla çevrili küçük yarımadadan ibaret kaldı. Ama Osmanlı döneminde sınırlar çok uzaklardaydı. Bu nedenle İstanbul, tarihteki en huzurlu dönemini Osmanlı ile yaşamıştır.

* Sürekli olarak İstanbul'a ve Anadolu'ya göçlerden söz ediyoruz. Farklı yerlerden gelen insanların çorba gibi karıştığı bir kazandan söz ediyoruz. Bugün Türk dediğimiz insanların kökeni bütün bu göçlere dayanmıyor mu?
Ben hayatımda hiç bir yerde Türkiye'deki kadar çok farklı insana rastlamadım. Burada sarışını esmeri mavi gözlüsü kara gözlüsü bir arada yaşıyor. Bu, müthiş bir karışım. Anadolu'da Çerkes köyleri, Türkmen köyleri, Tatar köyleri hala bozulmadan duruyor. Bunların hepsi Türk.

* İnsanların nerede doğdukları değil, kendilerini nereli hissettikleri önemli olan?
Bir insanın New York'ta doğmuş olması, onun oralı olduğu anlamına gelmez. Kendisini nereye ait hissettiği daha önemlidir. Çünkü New York öyle bir kenttir ki, orada pek çok yahudi yaşar pek çok da İrlandalı. Bir kişi, ben New York'luyum dediği zaman bunlardran her hangi biriyim mi demek istiyor? Bence hayır. Çünkü New York aynı zamanda İtalyanların da çok olduğu bir kent... Kültür, süreli olarak yeniden tanımlanmayı gerektiren bir olgu. Bir dönemde yapılan tanım, bir başka dönemde tutmayabiliyor.

* Türkler, kendilerini nasıl tanımlayacakları konusunda öteden beri tartışırlar. Bu konuda Türklerle İrlandalılar arasında benzerlikler olduğu söylenir.
Avrupa'nın kuzeyine doğru çıktıkça insanlar içlerine kapanır. Güneyine indikçe de açılır. Bu nedenle Türklerle Yunanlılar, İtalyanlar, İspanyollar arasında benzerlikler daha çoktur. Kuzeyde yaşadıkları halde İrlandalılar da Akdenizlilere benzer. O kadar ki, bir İrlandalı yabancı bir ülkeye gittiği zaman yanlış anlaşılmamak için İrlandalı gibi davranmamaya çalışır. Çünkü İrlandalı, daima sıcak kanlı, dışa dönük ve içtendir... Türklerle İrlandalılar arasında tarihten gelen çok eski bir ilişki de var. İrlandalılar Kelttir. MS 257 yılında Keltler Balkanlardan İstanbul'a kadar indi. Önlerine gelen her yeri yakıp yıkarak. İstanbul'a giremediler. Anadoluya geçtiler. Orada yenildiler. Ve yerleşip kaldılar. Bu insanlara ister Gotlar deyin, ister Keltler, ister Traklar, elbette yaşadıkları yerde iz bıraktılar. Kumral, açık renk gözlü, beyaz tenliydiler... Ünlü Yunan tarihçi Herodot onlardan "Daha organize olabilselerdi dünyanın en güçlü kavmi olurlardı" diye söz eder. Atatürk, bu kavmin, tarihte önemli olabileceğini fark etmiş. Profesör Arif Müfit Mansel'e, "Türklerin çoğu Anadolu'da, azı Trakya'da yaşıyor. Trakya'da yaşayanları bir inceleyelim," diye direktif vermiş. Trakya'da yapılan kazılarda bu kavmin özellikleri ortaya çıkıyor.

* Türkiye'deki insan çeşitliliğinin kaynaklarını daha uzun süre araştırmak gerek. Acaba nasıl bir yöntemle?
İtalyanlar, bu sözünü ettiğimiz Keltlerle çok ilgili. İtalyanlar, Kelt Araştırmaları yapıyor. Kelt Sanat ve Kültürü hakkında dünyadaki ilk sergiyi İtalyanlar Venedik'te açmıştı. Çünkü Keltler Kuzey İtalya'ya da gitmişti. Venedik, ilk Kelt kentlerindendir... Demek istediğim şu: İstanbul'un, insanları içine alıp, karıştıran, öğüten ve onlardan yeni bir kültür doğuran dinamizmini anlamak için tarihin derinliklerine bakmak gerek. Osmanlıdan, Bizanstan önceye. İstanbul'un bir tarih kazanı olduğunu unutmamak gerek.

* Siz İstanbul'u, aralıklı olarak 38 yıl süreyle yabancı bir gözle izlediniz.
Bu kentteki değişim, size neler düşündürüyor?
İstanbul, bir impataratorluk başkentiydi. Bir keresinde Haçlı Ordusu tarafından alındı. Sonra da Türkler tarafından. Ama burada kurulan imparatorluk artık yok. Sadece anıtları kaldı. Ve bunlar Bizans'ın bıraktığı anıtlarla yanyana duruyor. Bu kentin ne kadar eski bir tarihi olduğunu gösteriyor. Bir zamanlar 7 tepe üzerine kurulu olan İstanbul'un artık kaç tepeye birden yayıldığını bilmek mümkün de değil. Bu sürekli tarih içinde değişmeyen tek şey Boğaz'dır. Benim söyleyebileceğim tek şeyi, aslında Petrus Gyllius 15. yüzyılda söylemiş: "Diğer kentler fani olabilir, ama bu kent, dünyada insan yaşadıkça var olacaktır."