24.07.2018 - 12:44 | Son Güncellenme:
Onur Binay/milliyet.com.tr
Teknolojinin nihayetinde bizi geride bırakacağı fikri yeni bir şey değil. Sonuçta, yapay zekanın ilerlediği bir toplumda yaşıyoruz. Ana akım medya, yapay zekanın birdenbire değer kazandığını ve insan ırkının yerine geleceğine inandı. Kısmen doğru kısmen de zor. Gerçek, bundan biraz daha karmaşık. Ancak böyle bir geleceği hayal etmek de büyüleyici, çünkü Isaac Asimov gibi insanlar ve sayısız çalışmaları bunların olabileceğini önceden tahmin etti.
Şimdiyse Quantic Dream, robotik dünya ve Transhümanizm fikirlerini Detroit: Become Human ile ele almak istiyor. Bazı yönlerden başarısız olsa da olgun temalarla dolu ve çok farklı bir havası var. Eksi yanları onun sıra dışı macerasını oynamaktan yine de beni alıkoyamadı.
2038'de, Motor City'de (Detroit) yer alan toplum, teknolojinin gelişiyle değişti. Turing Testini geçebilen yapay zekanın yaratılması (bir makinenin insan benzeri akıl ve davranış sergileyebildiği test), Android’lerin her yaşam alanına girebildiğini gösteriyor. Bunlar, medeniyete hizmet etmek için tasarlanmış makineler. Çocuklarımızı önemsiyorlar, sokaklarımızı temizliyorlar, hatta yıldızları dolaşıyorlar.
CyberLife şirketi, özgür iradeye sahip olmayan bunu dışında görünüşte insan olan ve onları mükemmel bir şekilde taklit eden uygun fiyatlı, gerçekçi Android'ler geliştirdi. Yıllardır bize öğretildiği gibi, robot eğer duygusal bir insan gibi görünüp davranıyorsa, olasılıklar sonunda insan gibi muamele görmek isteyecektir. Farkındalık yaratmak isteyen ve köleliğin boyunduruğundan kaçan CyberLife robotları da bunlardan.
Peki oyun gerçekte ne demeye çalışıyor? Motor City, Amerikan kaygısı, güvensizliği ve korkusunu yüzeysel olarak taklit eden bir yer olabilir. Android'ler, insanların onlara nasıl davrandıklarını protesto etmek için yürüyüşe geçti ve çeşitli tezahürat seçenekleri ortaya çıktı: “Android'ler için eşit haklar!”,“Bir dünya, iki ırk!”ve en kötüsü “Bir hayalimiz var.”
Detroit: Become Human’da hikaye boyunca üç ana kahramanla oynuyorsunuz. Connor, diğer androidleri araştırmakla görevlendirilmiş son derece gelişmiş bir android dedektif. Kara, yavaş yavaş yıkılan şehrin ortasında genç bir kıza bakan duygusal bir robot. Sonunda ise Marcus'umuz var. Köle değil de daha çok insan gibi davranan bakıcı robot. Kendisi aynı zamanda, dünyanın her yerinde kendi türünde bir devrime önderlik eden sapkın.
Markus'un hikayesi, karakteristik özellikleri yüzünden epey acı çekiyor. Medeni haklara, köleliğe ve ırkçılığa karşı, android eşdeğerlerini bilinçlendirmeye çalışıyor.
Her üç karakter de herhangi bir zamanda çevrelerini tarayabilirler.Sadece Connor nesneleri ipuçları için tarayabiliyor. Bunu yaparken, Batman: Arkham serisinde olduğu gibi, önemli maddelere dayanarak belirli anları yeniden inşa edebiliyor.
Connor, karmaşık bir robot çünkü temalara girmekten kaçınıyor. Düzgün bir şekilde mücadele etme yeteneğine sahip değil gibi. Bunun yerine, huysuz polis teğmenle birlikte çalışıyorsunuz. Hank, karanlık bir geçmişi saklıyor, yakında ortaya çıkaracaksınız.
Aralarındaki ilişk ibüyüyen bir dinamik sunuyor. Hank'in Connor’ı hor görmekten kaçması işleri değiştiriyor. Hank’in ruh hali de pek iyi değil zaten. Ne tepki vereceğini kestirmek zor olabilir.
Connor'ın hikayesinin kalitesi,onunla nasıl oynadığınız, bölümleri en yaratıcı, aksiyon dolu ve duygusal olarak nasıl değerlendirdiğinize göre sürükleyici geçiyor. Örneğin, açılış sahnesi, suç mahallinde yayılmış kanıtları tararken, rehinesadece birkaç metre uzağınızda binanın kenarında sizi bekliyor. Zamana karşı inanılmaz derecede heyecanlı bir yarış var. Tek hatada her şey bittebilir.
Durumun ortaya çıkmasıyla ipuçlarını izlemek heyecan verici ve birçok yönden farklı sonuçlanabilir. Birden fazla oyundan sonra Connor'ın şüpheliyle konuştuğunu ve kendini kurban ettiğini gördüm. Sonuç, ortaya çıkmakta olan hikaye üzerinde büyük etkiye sahip olabilir.
Ne yazık ki, androidlerin toplumdaki konumlarının kaybolduğu da oyunda anlaşılıyor.Önemli olayların sonucunda, yaptığınız seçimlere bağlı olarak bu değiştirilebilir.Ancak bu da Detroit: Become Human'da ele alınan yazı veya temaların kalitesini değiştirmiyor.
Kara'nın hikayesi, ebeveynlik üzerine kurulu. Genç bir kızı korumaya çalışıyor. Kendi ve insanlığıyla mücadele ederken bir yandan anne olma hakkı olup olmadığı konusunu sorguluyor. Bir dizi yıldız olduğu an var ama daha sonrası klişeden kaçamıyor.
Connor'ın aksine, Kara’da heyecan verici araştırma ve dövüş sahneleri karışımı yok. Savunmasız doğası, bu tür şeyleri daha büyük engel haline getiriyor. Bu nedenle, bazı ciddihikayelerde kendini bir şekilde kenara itilmiş buluyor.
Daha önce Heavy Rain ya da Beyond: Two Souls oyunlarını oynamış olsaydınız, Quantic Dream’in kurallarına aşina olabilirsiniz.
Oyunda sayısız türden unsur var. İpuçlarını bulmak için suç mahalini tarıyor, silahlı çatışmalardaki mermileri inceliyor ve bulmacaları çabucak çözmeye çalışıyorsunuz. Bunlar hem sınırlayıcı hem de güçlendirici bir şekilde sunuluyor.
Komutlar da eşit derecede şaşırtıcı. PS4 kolu ile oyunda gerçekten eliniz varmış gibi hissediyorsunuz. Oyun, tüm komutlar için temel hareket kontrolleri ve hızlı zaman etkinlikleriyle oynanıyor. Bazı durumlarda yanıt vermemesine rağmen, oynaması basit ve kolay.
Oyundaki hikaye akışı, yaptığınız hemen hemen her kararla evrimleşen ve dönüşen bir yapıya sahip. Büyük bir hata yapsanız bile oyun devam ediyor. Hızlı bir şekilde karar verip komutları yerine getirmeniz gereken durumlar var. Zamanınız tükenebilir ya da anın etkisiyle kötü bir karar vermeniz gerekebilir. Şunu da bilin, öykünün seyri sırasında üç olası ipucundan birini öldürmenizde mümkün.
Çoğunlukla, bu ölümler kalıcı, yani tekrardan dirilme yok. Hikaye bu şekilde de akıp gidiyor. Oyundaki bazı anlar The Walking Dead veya Mass Effect 2’deki görevler kadar stresli olabiliyor.
Strese yol açan bu anlar aslında Quantic Dreamiçin yeni değil. Bir bölümde verdiğiniz kararlar ya da seçimler, bazı yolların tamamen karartılmış olmasıyla birlikte, bir sonraki veya 10 bölümde büyük sonuçlar doğurabilir.
Verilen kararlar sonucunda tüm yolların ve tüm alt yazıların sonsuza kadar nasıl kaybolduğunu görebilmek, Detroit'i birçok kez bitirmeye iten nedenlerden biri. Geçmişte bu tür oyunlara ilgi duyanlara farklı bir deneyim kazandırabilir.
Detroit: Become Human, sarsıcı sahnelerle de dolu. Connor bir haydutu kovalarken kendini striptiz kulübünde bulabiliyor. Marcus'un piyanoyu kendi isteğiyle çaldığı bir an var. Bunlar Detroit’in sizeneler sunabileceğini gösteren etkileyici anlar.
Oyunun konusu, özellikle samimi meselelerin, anlamlı bir varoluş için çabalayan robotik varlıklar açısından ne kadar geçerli olduğunun kanıtı. Aşk ve cinsellik temalarını ele almak için de mükemmel.
Detroit'in hikayesi hem en güçlü varlığı hem de en tutarlı sorunlarının kaynağı.
Yapay zeka kavramının evrende yer alması ve bunu sorgulaması neredeyse hiç de yeni bir şey değil. Aslında, Blade Runner ve Westworld gibi yapımlar en iyi yorumlara sahipti. Fakat Quantic Dream, masaya nispeten yeni bir şey getirmeyi başarıyor. Tabu olan konuları üzeri kapalı bir şekilde verdiği de oluyor.
Detroit: Become Human, Quantic Dream’in daha önceki çabalarından sıyrılan, cesur ve başarılı bir deneyim.Bazen, bir oyundan çok görsel roman şeklinde. Karakter modellemelerietkileyici bir şekilde gerçekmiş hissi veriyor.
Eğer zaman zaman Android dünyasında dalmak istiyorsanız Detroit: Become Human'da değerli bir bilim kurgu hikayesi bulacaksınız. Kesinlikle mükemmel sunumu ile büyüleceksiniz.