Londra Olimpik Stadyumu’nun seyirci kapasitesi 80 bin. Burada atletizm yarışmaları yapılıyordu. Hafta arası sabah seansında, yaklaşık 75 bin kişi her gün statta yerini aldı. Akşam seanslarında pek oturacak yer yoktu. Şöyle bir baktık, insanlar çocuklarını alıp yarışları izlemeye gelmişler. Tabii ki İngiliz atletler tezahürattan en büyük payı aldı, ama yenen ve yenilen tüm sporcular da tribünlerden gerekli alkışı aldılar. Galiba medeniyet dedikleri şey bu olsa gerek.
Goallball
Daha önce de bu sütunlarda yazmıştık. Goallball, voleybol sahası büyüklüğünde 3 er kişilik takımlarla, içi çıngıraklı bir topla oynanan görme engelliler sporu. Bulunduğumuz salon 6 bin kişilik ve tek boş yer yoktu. Türkiye ile İngiltere oynuyor. Sporun özelliği gereği, görme engelli sporcuların topun yönünü saptamak bakımından içindeki çıngırağın sesini takip ettiklerinden, salonun sessiz olması lazım. Oyun sırasında bir tek kişi ne konuşuyor, ne de gürültü yapıyor. Aralarda milli takımlarını destekliyorlar, milli takımımız gol attığı zaman hiç değilse salonun yarısı onları alkışlıyor ve milli takımımız maçı 7-1 kazanıyor. Salondan çıkarken karışık duygular içerisindeyiz; ‘Bizim spor seyircimiz ne zaman bu olgunluğa ulaşır’ diye!
‘Ben çaldım, ben oynadım’
Paralimpik Oyunları süresince birçok Ulusal Paralimpik Komitesi çeşitli davetler verdiler. Bunların en önemlilerinden biri ise, İngiltere Spor Bakanlığı’nın verdiği yemekti. Buraya sadece dünyadaki Paralimpik Komiteleri’nin Başkan ve Genel Sekreterleri davetli idi ve ‘Davetiyeleri olmayanlar içeri giremeyecekler’ diye bildirimler yapılmıştı. Biz de Genel Sekreterimiz İbrahim Gümüşdal ile birlikte kokteyle gittik. Kokteylin yapıldığı yerde en fazla 100 kişi vardı. Bunun 70’i de İngiliz’di. Sonra Paralimpik Komitesi Başkanları, daha sonra Spordan Sorumlu Bakanları kürsüye çıkıp dakikalarca konuştular. Yani kendileri çaldı, kendileri oynadılar. Bu tip organizasyonlarda, yabancı ülkelerin katılımının önemli olduğunu unutmuşlardı.