Kimsesizler mezarlığı!
Türk futbolunun "en garibanları" teknik direktörlerdir. Ne kimseye yaranır ne de yönetimler arkasında durur...
Bunları demeyi çok isterdim. Çünkü bu sözlerin hakikat payı muhakkak vardır, ancak suçun büyüğü yine de onlardadır. Sözleşme gereği aldıkları, yanlarına kar kalır. Birçoğu, attıkları imzanın ardından, "Gönderirlerse göndersinler. Ben paramı alırım" mantığındadır. Kendi transfer ettiklerini oynatmaya can atarlar ama eldeki malzemeyi kullanamayan yine onlardır.
Buna rağmen...
Yıpranmışlık, en kolay onlar için geçerlidir. Yoksa, 5 yılda 10 hoca değiştiren bir başkan, hala görevde olabilir, hala da sonuncuyu gönderip yenisini getirmeyi düşünebilir miydi?
Ya da, -ne kadar yetenekli ve süper olsa bile- Arda Güler, hocasına el hareketi yapabilir miydi? Arda'yı, 7'den 70'e sevmeyen var mı? Futbolunu övmeyen var mı? Ama, "zeki-çevik-ahlaklı" olması için dua edilen 18'lik delikanlı, Beşiktaş maçında aldığı çakma penaltıyla ya da aldattığı hareketle, ilk sabıkası kayda alındı. Trabzonspor karşılaşmasında, hocasına yaptığı el hareketi de terbiye sınırlarını zorladı. Bırakın babası yaşında, dedesi yaşındaki Jesus'u çok zor durumda bıraktı.
Şöyle bir geriye baksın Arda... Kendisi gibi nice yetenekler, belki de daha potansiyelliler, bununla birlikte yurt dışı bile görenler, "dünya starlığına aday oldu" denilenlerin, apoletlerindeki yıldızlar birer birer söküldü. Neden? Dengeyi beceremediklerinden...
Nereden nereye geldik. Teknik direktör dedik, 18 yaşındaki gence kilitlendik.
Tekrar kulübeye dönelim. Valerien Ismael'in ayrıldığı 12. haftada, Beşiktaş'ın ligde kaçıncı sırada ve kaç puandaydı? 22 puanla 4... Aynı haftada, artık "şampi..." diye söz edilen Galatasaray nerelerdeydi? 21 puanla beşinci... Ya Fenerbahçe? 26 puanla liderlikte... Üstelik 34 golle... Cim-Bom, 11 maçta ne atmıştı? 14...
Bugün nasıl? Okan Buruk'un Galatasaray'ı 76, Şenol Güneş'in Beşiktaş'ı 71'de...
Kim başarılı?
Karagümrük'ün el üstünde tutulan Teknik Direktörü Pirlo'ya soruyor Attila (Gökçe) Ağabey; en beğendiği teknik direktör... Ligde sonda bulunan Ümraniye'nin eski hocası Recep Uçar'ı söylüyor İtalyan. Peki Uçar nerede? Birkaç haftadan beri evinde...
Türk futbolu, teknik adamları birer birer "Kimsesizler mezarlığı"na gömerken, şimdiden en büyük aday, Trabzonspor Teknik Direktörü Nenad Bjelica oldu bile...
Maziye bir baktığımızda daha nice örnekler var. Güvenç Kurtarlar, Sadi Tekelioğlular, Giray Bulaklar, Hikmet Karamanlar, Ziya Doğanlar, Bülent Uygunlar, Mehmet Özdilekler... Hatta hatta; Aykut Kocamanlar, Ersun Yanallar, Ertuğrul Sağlamlar, Hamza Hamzaoğlular...
Bu yetersiz futbol ikliminde, ya getirmeyeceksiniz ya da "gönder gitsin" demeyeceksiniz. Giderken de; tomar tomar para vermeyeceksiniz.
Beyin takımı!
Ne iş yaparsanız yapın, çağdaş dünyada, "beyin takımı" tabir edilen, fikir fabrikatörleriniz iyi olmadığı sürece, bir gün duvara toslamaya mahkumsunuz. Bakın "beyin" demiyorum, beyin takımı!
Türk futbolunun da ana sorunlardan biri, böyle "beyin takımı"nın olmaması ya da yetersiz kalmasıdır.
Gelin şimdi sesli düşünelim; Fenerbahçe Başkanı Ali Koç'u, futbolda yönlendirenler kim ya da kimlerdir? Ya, Beşiktaş Başkanı Ahmet Nur Çebi'nin, "Ne yapalım?" diye danıştıkları... Trabzonspor'un çiçeği burnunda Başkanı Ertuğrul Doğan, kimlerle oturup, kendi ayrılan Abdullah Avcı'ya sezon sonuna kadar parasını ödemeyi tartışmıştır? Ya da, bugün kulübedeki Bjelica'nın "Karadeniz'in incisi" Trabzon'a ne kadar uyup uymayacağını...
Hadi onlardan geçtik, her işte racon kesme durumunda olan, Türkiye Futbol Federasyonu'nun bir futbol direktörü ya da ekibi var mıdır? Kariyerinde bir dolu madalyası olan Hamit Altıntop, sorumlusu olduğu milli takımlar dışında diğer konularda görüş bildirmiş midir? Söylemiş bile olsa, onun da çevresinde; danıştığı, konuştuğu, tartıştığı, bilgi alışverişinde bulunduğu kaç kişi vardır?
Kısacası, Türk futbolunda bir "beyin" sorunu var. Daha doğrusu, "beyinsizlik" demeyeyim ama bu çapta kendini yetiştirmiş kaç kişi var?
Tatlı tatlı yemenin...
Galatasaray Başkanı Dursun Özbek, 1 Haziran'dan itibaren kulübün tüm gelirlerin yarısının, yapılan anlaşma gereği; bankalara verileceğini açıkladı. Aslında onlar vermeyecek, gelirler bankaya yatacak, banka yönetimleri yarısını kulüplere aktaracak.
İlginçtir, bu durum popülist futbol dünyasında kimsenin dikkatini bile çekmedi. Ancak, bu, o kadar önemli ki...
Üstelik Özbek, bunu bir uyarı olarak değil, sitem olarak dile getiriyor. Ne diyor?:
"Peki ben hayatımı nasıl sürdüreceğim? Biz imza atılan her anlaşmanın gereğini yaparız. Bunun için kulübün kendi esas faaliyetlerinin oluşturduğu gelirlerin hem sportif faaliyetlerini sürdürmesi ve hem de yüzde 50’sini geçmişte yapılan borcun tasviyesi için yapılması mümkün değil."
Haklısın ama, eskiler, tatlı tatlı yemenin, acı acı geğirmesi olurmuş! Harcarken düşünme, borç üstüne borç yap, gelecek parayı hesap etme, sonra da "offff ki off" de... İmzayı atan siz, milyonları saçan siz, sitem eden yine siz...
Aman yanlış anlaşılmasın, bu, sadece Galatasaray için değil tabii... Hepsi için geçerli...