Ego şişkinliği ve güç zehirlenmesi!
Galatasaray demek; asalet, saygı, sevgi ve bir duruş demektir.
Galatasaraylı; sorunlar yumağı içinde bile olsa çözüm üreten, canı yandığında bile kendine yakışan bir üslupla sessizce iş bitirendi.
Hele başkanı demek; bambaşka bir şeydi. Vakur duruşunu kaybetmeden, oturduğu koltuğun ağırlığını her zaman omuzlarında hisseden, bir söylerken, bin düşünen kişilikti.
Genel kurulun teveccühüyle koltuğa oturan Burak Elmas, artık sık sık Galatasaray Başkanı olduğunu hatırlatma gereği duyuyor! Neden acaba?
Hocaların basın toplantısını bile beklemeden, belki de ilk kez kameraların karşısına geçip, ardı ardına saldırıyor Elmas:
"Sezon başından beri, son derece yapıcı bir üslupla, Türk sporunun içinde bulunduğu bataklıktan, Galatasaray'ın önderliğinde çıkması için uğraşıyoruz."
Elmas'ı yalnızca Galatasaray Başkanı olarak biliyorduk ama meğer o, kulübünü şimdiden kurtarıp, bir de Galatasaray önderliğinde Türk sporunun kurtarmak için yola çıkmış!
Soralım bakalım Ali Koç'a, Ahmet Nur Çebi'ye, Ahmet Ağaoğlu'na ve tüm başkanlara... Galatasaray'ın önderliğini kabul ediyor musunuz?
Türk sporunu omuz omuza düzlüğe çıkarmak bir şansken, "BEN" değil "BİZ" demek varken; böyle bir ego şişkinliğinin yeri miydi, derbi sonu basın toplantısı?
"Diğer başkanların da benimle gelmesini isteyeceğim."
Ne hakla? O zaman Ahmet Ağaoğlu başkandan rica et, Kulüpler Birliği Vakfı'nın başına geç... Ya da daha da kudretli olmak istiyorsan, buyur Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığına geç...
"Bu sistemin parçası olan insanlar bunun değişmesini istemiyorlar. Çamurdan beslenen arkadaşlar var. Biz ya bu sistemi değiştireceğiz ya da bu sistem bizi yiyecek" diyor Galatasaray Başkanı...
Hangi sistem? Çamurdan beslenenler kim? Don Kişot kimliğine bürünüp de yel değirmenlerine savaş açmak niye?
"Bazen Galatasaray'a, bazen Fenerbahçe'ye birtakım şeyler yaparak kavga ortamını beslemek istiyorlar" diye de ekliyor Burak Elmas... Belli ki, ebedi dostuyla kol kola girdiğinde, daha güçlü olacağını düşünüyor Galatasaray Başkanı... Aynı cümle içinde anmasının nedeni de, bu sanırım...
Bunu yapanların ipliğini pazara çıkarmanız gerekmez mi Sayın Başkan? Kimin işine geliyor bu kaos ortamı?
Sonunda yayıncı kuruluşun çekimlerine bile karıştı Galatasaray Başkanı... "Bugün bir yakın çekim gördüm, çimlerin arasına kadar giren bir zoom yapmışlar. Bu kadar şeffaflarsa, tüm statlarda aynı şeffaflıkta davranmalarını tavsiye ediyorum" diyor Burak Elmas... Bunun kime, ne zararı dokunur ki... Saklanacak bir şey mi var acaba?
Ve sonunda da, bombayı patlatıyor; basın toplantısında, bir TFF yöneticisine, "Haddini bil" çağrısında bulunuyor Elmas... Hem de bir Galatasaray Divan Kurulu üyesine... 5036 sicil numaralı, 77 yaşındaki Nuri Akın'a, 9320 sicil numaralı Burak Elmas, ayar veriyor!
Ama, TFF Başkan vekili Ali Düşmez'in, "Sizler de Oflu Hoca gibi keyfinize göre hakem istiyorsunuz!" sözüne bir şey diyemiyor.
Bugün Mustafa Cengiz, Dursun Özbek, Duygun Yarsuvat, ya da kayınpeder Faruk Süren başkan olsa, bu sözlerin muhatabı olurlar mıydı acaba?
Her zaman ağabey-kardeş ilişkisinin kökten hissedildiği Galatasaray'a, böyle bir üslup ne kadar yakıştırılabilir? Hadi kıdemi geçtik, yaş farkından dolayı bile yapılmaması gereken bu hareket, "güç zehirlenmesi" olarak mı değerlendirilir? Her fırsatta, "Ben Galatasaray Başkanı'yım. Galatasaray Başkanı ile böyle konuşulmaz. Galatasaray Başkanı'na bu yazılmaz" diye hatırlatmada bulunmak, neyin kafasıdır acaba?
'Kim' vurduya gitti!
Galatasaray, Fenerbahçe karşısında çok kötü değildi aslında... Hatta daha fazla net pozisyonlar buldu, rakibine daha fazla köşeye sıkıştırdı. Ama Min-Jae Kim'in usta dokunuşlarını aşamadı. Öyle anlarda, öyle vuruşlar yaptı ki, Kadıköy ekibini ayakta tuttu.
Yani Galatasaray, "Kim" vurduya gitti!
Sergen Yalçın'ın kumarı!
Beşiktaş, 4 yıl ara verdiği şampiyonluğa Sergen Yalçın ile birlikte kavuştu. Her ne kadar bu, Galatasaray ve Fenerbahçe'nin hediyesi olarak lanse edilse de, sonuçta Şampiyonlar Ligi'ne adını yazdıran isim oldu Beşiktaş... Alınan sıfır puanı Yalçın ve yönetim tahmin ediyor muydu bilemem ama, kağıt üzerindeki transferler, "Tam isabet" olarak düşünülmüş, "Bu takım birkaç yıl daha şampiyonluğu bırakmaz" denilmişti.
Bugün transferler sorgulanıyor, geçen yılın "first class" futbolcuları Ghezzal ile Rosier büyüteçle aranıyor, hele Sergen Yalçın iyiden iyiye sorgulanıyor.
Bugün Yalçın, Beşiktaş üzerinden tam bir kumar oynuyor! Önündeki Ajax maçına aldırış etmeden futbolcularına, Alanya maçının devre arasında, "istifa ederim" diyerek "gider" yapıyor, Rıdvan Yılmaz'ın yeteneklerini küçümseyerek oynatmıyor, yılların emektarı Necip Uysal'ın herkesten daha fazla emek vermesini göz ardı ediyor ve gençlik aşısı denen Can Bozdoğan, Serdar Saatçı gibi isimleri, bir türlü takıma adapte edemiyor. Bugün Welinton'un yaptığı hataları bırak Serdar yapsın... Ama olmuyor...
Sergen Yalçın, 13 haftası geçen ligde 5 yenilgi alarak Beşiktaş üzerinden resmen kumar oynuyor. Hem de Rus ruleti! Üstelik, "Demokles'in kılıcı" gibi kafasında bir Şenol Güneş duruyor!
Türk futbolunun marka değeri
Hep söylenen klasik bir ifadedir; Türk futbolunun marka değerini yükseltmek... Hep de belirtilen, Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor arkada kalırsa, Türk futbolunun marka değerinin düşeceği söylenmektedir.
Ama şu nüansı kaçırmamak gerek; bunlar geriye mi gidiyorlar, yoksa arkadan gelenler bunları yetişip, geçiyor mu?
Bugün Trabzonspor, bu kadar fark atarsa, ardına yapışan Hatayspor, Konyaspor ve Alanyaspor, arkadan arkadan gelip, bunların gölgesi olan Başakşehir ve iyi bir kadro mühendisliğinin eseri Karagümrük başarılı olursa, Türk futbolu ölüp-bitecek mi yani?
Dört takımın yanında, her sene dört takım daha şampiyonluk mücadelesi verse, sonuncu takım bile çatır çatır oynayıp, lideri devirse, Türk futbolunun yetiştirdiği gençler, Süper Lig'i renklendirse, ardından da, bu yiğit kramponlar Avrupa kalitesine gelse, fena mı olur?