11.02.2015 - 15:58 | Son Güncellenme:
Galatasaray'ın Brezilya'lı yıldızı Felipe Melo, Galatasaray Dergisi'ne bir röportaj verdi.
Melo, birçok konuda çarpıcı açıklamalar yaparken; Fenerbahçe ile Kadıköy'de oynanacak mücadeleye ilişkin ifadeler de kullandı.
İşte o röportaj:
Dünyanın bir uzak köşesinden gelip de Galatasaray tarihini değiştiren oyuncular vardır. Mesela Hagi, mesela Prekazi. Mesela Popescu. Taffarel. Onları tarife pek gerek yoktur, adlarını anmak kâfidir. Sadece isimleri ile bir zihin dolusu hatıra canlanır. Onlardan biri ile baş başayız şimdi. 2011 yazından bu yana Türkiye’de yaşanan Felipe Melo gerçeğinin karşısındayız. Sözü geçmişten aldık, bugüne baktık, geleceğe uzandık…
Geride kalan 3,5 yılın özetini isteyerek başlayalım…
Fazla bir şey söylemeye gerek yok, her şeyi kazandık Türkiye’de. Kazandığımız şampiyonluklar ve kupalarla birlikte harika bir dönem oldu.
Hiçbir kulüpte çok uzun süre kalmadın, sürekli önüne bir fırsat çıktı ve ileri adımlar attın. Daha sonra buraya geldin ve yıllardır da buradasın. Ne değişti?
Almeria’da çok güzel bir yıl geçirmişken, Fiorentina büyük bir teklif yaptı. Transferin tüm tarafları için iyi bir teklifti ve daha büyük hedefler adına Fiorentina’ya katıldım. Fiorentina’dayken hedeflediğimiz her şeyi yaptık. Şampiyonlar Ligi’ne katılmak istedik ve katıldık da. Sonra benzer bir şekilde Juventus’a gittim, iki yılda 100 kadar maça çıktım. Ancak biraz zorlu bir dönemdi çünkü bir tek futbolcu vardı kendini her zaman öne atan, o da bendim. O dönemki Juventus, şimdiki Milan ya da Inter gibi bir durumdan geçiyordu. Ben kendimi ortaya koyarken herkes kendisini saklıyor gibiydi. Bundan dolayı ayrılmak istedim. Buraya geldiğimde ise her şey daha farklıydı, daha farklı hedeflerimiz vardı, bu hedeflerimiz doğrultusunda ilerlediğimiz için de çok mutluyum.
Yıllar sonra baktığında, Galatasaray’da geçirdiğin yıllar hayatının neresinde olacak?
Burada bir sıralama yapmamak gerekir çünkü bunların hepsi geçmişime ait konular ve ben ileride geçmişime baktığımda attığım tüm adımları sırasıyla düşüneceğim. Örneğin Almeira’ya gitmeseydim önüme büyük kapılar açılmayacaktı belki de. Tanrı’ya şükürler olsun ki Almeria’ya gitmişim; Fiorentina gibi, Juventus gibi takımlarda oynadım ve sonrasında buraya geldim. Galatasaray’da çok şey kazandık ve buranın biraz daha özel bir durumu var.
Sence taraftar neden seni bu kadar çok seviyor?
Bunu cevaplamak çok zor, ben söyleyemem, onlara sormak gerekir.
O zaman taraftar gözüyle soralım. Bugün birçok Galatasaray taraftarını sahaya koysak “Melo gibi” oynamaya çalışır. Biraz da sahada kendimizi görüyor olabilir miyiz?
Sadece istek ve arzuyu ortaya koymakla ilgili olmadığını düşünüyorum. Örneğin 2010 Dünya Kupası’na baktığımızda benim hem kısa hem uzun pas yüzdem çok yüksekti. Belki bu gibi faktörler de etkilidir ancak dediğim gibi yine de bu sorunun cevabını taraftar daha iyi bilir, ben daha çok neye göre değerlendirdiklerini bilmiyorum.
“KİMSEYİ KENDİMDEN GÜÇLÜ GÖRMÜYORUM”
Kendi mevkiinde en beğendiğin futbolcu kim?
Yaya Toure. Çok güçlü. O bölgede en iyisi kendisi. Manchester City’de biraz daha önde oynuyor ama o rolde onun üstüne tanımıyorum.
Sen kendini kaçıncı sıraya koyarsın?
Ben kimseyi kendimden daha güçlü görmüyorum. Yaşıma rağmen komple bir futbolcu olduğumu düşünerek kimseyi üstümde görmüyorum. İlk 5’te olduğumdan eminim. Örneğin Pirlo’yu izliyorum, çok önemli bir futbolcu, inanılmaz yetenekleri var, topu ayağına aldığında fenomen oluyor ama top kazanmak için hiçbir şey yapmıyor. Şu anda Milan’da oynayan Essien, bence Chelsea döneminde komple bir futbolcuydu. Gol atıyordu, top kazanıyordu, fiziksel olarak çok güçlüydü… Ama şu anda düşüşte olduğunu söyleyebiliriz. Bir de Kroos var, o da Pirlo gibi. Bu tarz oyuncuları seyrederken keyif alırsınız, belki beni seyrederken aynı keyfi almazsınız ama ben takımımı ileri taşımayı seven bir futbolcuyum, zor anlarda insiyatif alıyorum. Topu ayağıma aldığımda da kötü olmadığımı düşünüyorum, o yüzden kendimi onlardan eksik hissetmiyorum. Onlardan daha iyi olduğumu da söylemiyorum, hepimiz oradayız diyebilirim, aynı yerdeyiz. Belki de bu yüzden Avrupa’nın en iyi Brezilyalı orta sahası ödülünü kazandım.
Başka hiçbir futbolcuda görmediğim bir özelliğin var, ki bunu tribünden izlemek çok keyifli oluyor. Bazı anlarda topa gerçekten de bir pitbull gibi konsantre oluyorsun, vücudun hafifçe öne eğik bir şekilde rakibin ayağındaki topa odaklanıyorsun ve o top nereye giderse gitsin mutlaka bir şekilde dokunuyorsun, en kötü ihtimalle taçla sona eriyor pozisyon. Bunu yaparken nasıl bir psikoloji içine giriyorsun?
Bu psikolojiyi çocukluktan beri taşıyorum içimde. Şöyle bir benzetme yapabiliriz bununla ilgili; topu bir tabak olarak düşünelim, o tabağın içindeki yemeği yemek istersiniz. Benim bu yemeği her zaman yemem gerekiyor, bu yüzden de her zaman topa dokunmalıyım.
Türkiye’deki insanları öyle bir standarda alıştırdın ki, artık başka bir oyuncu oynasa göklere çıkarılacağı oyunu sen oynadığında eleştirildiğin oluyor.
İnsanların alışkın olduğu bir performans grafiği vardır ve onu daha çok tutturan futbolcular öne çıkar. Geçen yıl Messi için “eski Messi değil” deniyordu, 40 tane gol attı. Tek bir futbolcu vardı onu geçen, o da Cristiano Ronaldo’ydu. İnsanlar 60-70 gol atmasına alışkın olduğu için kötü bir performans olarak değerlendiriyor ancak Cristiano Ronaldo dışında herkesten daha iyiydi. Beni kötü olarak nitelendirdikleri bir maçta belki markajlarda sert değilimdir ya da kaymaları yapmamışımdır ancak mutlaka çok fazla top kazanmışımdır ve taktiksel olarak mükemmel oynamışımdır. İnsanlar o performansı görmediklerinde biraz daha olumsuz değerlendirebilir ancak önemli olan bir performans grafiğini tutturabilmek. Bir maça damga vurup da sonraki maçlarda hiçbir şey yapamamak çok fazla anlam ifade etmez.
Koşu mesafenin düşük olduğu yönünde eleştiriler yapılıyor. Bunlara cevap vermek ister misin?
Bu insanların ne düşündükleri umurumda değil çünkü futboldan anlamadıkları için öyle diyorlar. Gerçekten hiç umrumda değil, o yüzden fazla bir şey söylemeyeceğim. Yine aynı kişiden örnek vereceğim. Messi az koşuyor ama hat-trick yapıyor. Ben az koşmuşum ama iki tane gol pozisyonu hazırlamışım, elli tane top kapmışım, bütün toplarda ben varım, kötü mü oynamış oluyorum? Belki de her pozisyon koşmayı gerektirmiyordur.
Çok konuşulan bir futbolcusun. Türkiye’de haksızlığa uğradığın konular olduğunu düşünüyor musun?
Açıkçası ben bu konuları konuşmayı sevmiyorum. Geçen sefer konuşmadım iki maç ceza verdiler. Ağzımı açıp tek kelime söylesem büyük yankı uyandırıyor o yüzden fazla bir şey söylemek istemiyorum. Sadece bir konuya değineceğim. “Felipe Melo kayarak çok sert müdahaleler yapıyor” deniyor. Uzun sayılabilecek bir süredir buradayım, bana böyle bir pozisyon göstersinler. Ben hiçbir rakibimi sakatlamak için bir hamle yaptığımı hatırlamıyorum. İnsanlar oynadığımız futbola bakarak insani değerlerimizi yargılıyor. Ben kendi takımım için böyle bir mücadele veriyorum, “benim takımım” diyebildiğim bir takımda diğer futbolculara göre daha sert bir görüntü çizebilirim ama ben kendi takımım için yapıyorum bunu, ter döktüğüm takım için böyle bir mücadele veriyorum. Buradaki ilk senemde, Fenerbahçe’nin sahasında şampiyonluğu böyle kazanabildik, kendi görüntümüzü ortaya koyarak. Sahanın dışına geldiğimizde ise benim dört tane çocuğum ve güzeller güzeli bir eşim var; benim kocaman bir ailem var ve ben sahada gördüğünüzden çok daha sakin bir insanım. Sadece maç esnasında kesinlikle takımım için her şeyi yapabilecek bir futbolcuyum ve açıkçası diğer takımlardan yapılan eleştirileri pek umursadığımı söyleyemeyeceğim çünkü ben kendi takımım için mücadele ediyorum. Galatasaray’ın olduğu gibi her takımın böyle mücadele eden futbolcuları vardır, o yüzden eleştirileri duymuyorum bile.
Sezona Cesare Prandelli ile başlamıştık. Fiorentina’da da onunla birlikte çalışmıştın, sence neden başarılı bir dönem olmadı?
Tabii ki Prandelli buraya başarısızlık için gelmedi, tam tersi bizimle birlikte büyük başarılar kazanmak için geldi. Şunu söyleyebilirim ki biz hiçbir zaman onun dönemindeki kadar çalışmadık, hatta o kadar çok çalıştık ki hepimiz çok yorgunduk. Ama o burada yeni bir düzen oturtmak istiyordu; yeni bir antrenman sistemi, yeni bir oyun sistemi… Bunun bir başarısızlık olarak görülmemesi gerekiyor çünkü futbolda böyle dönemler sürekli yaşanır. Örneğin Mourinho, Real Madrid’e Şampiyonlar Ligi’ni kazanma hedefiyle gitti ama olmadı, ardından Carlo Ancelotti geldi ve kazandı. Bu demek değil ki Mourinho başarısız bir antrenör. Sadece bazen kimya tutmaz futbolda. Dediğim gibi Prandelli döneminde hepimiz çok çalışıyorduk, çok istekliydik ama futbola yansıtamadık. Yansıtamadığımız için de maalesef olmadı.
Derbilerdeki skorer kimliğini neye borçluyuz?
Tanrı’ya sormamız gerek. Ben defansif orta saha olarak oynuyorum ve gol pozisyonuna girme ihtimalim yüksek değil. Ama gerçekten de bir şekilde böyle oluyor ve bu beni çok mutlu ediyor.
Yıllardır Selçuk İnan ile birlikte dolduruyorsunuz Galatasaray orta sahasını, maçları birlikte domine ediyorsunuz. Partnerini nasıl değerlendirirsin?
Biri ile uzun yıllar birlikte oynadığınızda her şey otomatikleşiyor ve futbol oynamak size daha büyük keyif vermeye başlıyor. Artık dördüncü senemiz, birbirimizin özelliklerini çok iyi biliyoruz ve ne yapmamız gerektiğini otomatik olarak anlayıp hayata geçiriyoruz. Bu anlamda aramızdaki ilişki çok özel. Biz Galatasaray’ın zor döneminden sonra beraber geldik ve Galatasaray’ı tekrar ayağa kaldırıp şahlandırabildik. Her şeyi kazanmayı başardık ve bence Galatasaray tarihine birlikte geçtik.
Sneijder?
Harika bir insan ve harika bir futbolcu. Benim iyi bir arkadaşım. Birlikte bir kupa kazandık ve kendisinden bize yeni kupalar kazandırmasını bekliyorum. Inter’e Şampiyonlar Ligi’ni kazandırdı, çok büyük bir futbolcu ve beklentilerim çok yüksek kendisinden. Çünkü hepsini yapabilecek seviyede.
Bir taraftar gibi konuşuyorsun. Hep daha fazlasını istemek profesyonelliğinin gereği mi yoksa bir nevi taraftarlık mı?
İkisi de değil, bu Felipe Melo’ya özgü karakteristik bir durum. Yetinememek, her şeyin en yükseğini arzulamak... Benim karakterim bu.
31 yaşındasın ve ligin en iyi oyuncularından birisin. Fiziksel özelliklerin ön planda olduğu bir mevkide oynuyorsun. Kaç yıl daha bu standardı tutturabileceğini düşünüyorsun?
Sen dua etmeye gider misin? Ben her zaman dua etmeye giderim ve Tanrı’yla konuşur, yardım isterim. Yarını hiçbir zaman bilemeyiz. Futbol kariyerim belki yarın bitecek, belki de 40 yaşıma kadar devam edeceğim. Bunun yanıtını yalnızca Tanrı bilebilir.
Galatasaray’ı biraz olsun takip eden herhangi bir insan için milli takımdaki yerin garanti olurdu ancak kadroya alınmadın ve hepimiz buna çok üzüldük…
(Araya girerek) Ben üzgün değilim. Başta üzülmüş olabilirim ancak şu anda üzgün değilim.
Dünya Kupası’nı izlerken ne hissettin?
Bunu söyleyemem.
Turnuvanın ardından seni milli takıma ilk davet eden teknik direktör Dunga takımın başına geçti. Milli Takım hedefin devam ediyor mu?
Kesinlikle devam ediyor. Tanrı’nın açtığı bir kapıyı kimse kapatamaz. Ne yapıp edip milli takıma dönmem gerekiyor ve tek özgüvenim işimi iyi bir şekilde yapmak, dua etmek ve şükretmek. Evet, Dunga beni daha önce milli takıma çağırdı. Bunun için önce Tanrı’ya, sonra da Dunga’ya çok teşekkür ediyorum. O çok sevdiğim bir arkadaşım ve hayatım boyunca da öyle olacak.
“HER ŞEYİ ROBERTA İLE BİRLİKTE BAŞARDIK”
Biraz da yeşil alanın dışına taşarsak; Roberta Melo ile başlamak istiyorum. Gerek tribünde, gerek internet üzerinden yaptığı yorumlarla iyi bir Galatasaray taraftarı portresi çiziyor. Sana verdiği desteğe de şahit olabiliyoruz…
Tabii ki öyle. Evlendiğinde tek bir kişi olursun, biz Tanrı karşısında tek bir kişiyiz. Ben futbolda ne kazandıysam onunla birlikte kazandım. Onunla karşılaşmadan önce bir sürü şey yapmış olabilirim ancak ondan sonra bütün hayatımda ne kazandıysam onun sayesinde. Burada da söylenir mi bilmiyorum ama Brezilya’da “büyük bir adamın arkasında büyük bir kadın vardır” diye bir söz var. Ama bence bu cümle çok yanlış. Bir kadın, bir adamın hiçbir zaman arkasında olmaz, yanında olur. Biz Roberta ile yan yana önemli başarılar kazandık.
Nasıl tanıştığınızı anlatır mısın?
Onu ilk kez bir partide gördüm. Porto Allegre’de bir öğleden sonraydı. Roberta bana bakmadı bile, Felipe Melo’nun kim olduğunu da bilmiyordu. Sonrasında biraz uğraşıp numarasına ulaştım, konuştuk ve buluşmaya ikna ettim…
İtalya’da verdiğin bir röportajda ilişkinizin ilk dönemlerinde yaşanan bir Japon yemeği faciasından söz ediyorsun! Japon yemeğini çok sevdiğini söylüyorsun ancak chopstick’ler geldiğinde işin rengi değişiyor. Öyle mi oldu gerçekten?
Tam olarak öyle olmadı, anlatayım. Bir gün yemeğe gittiğimizde bana Japon yemeklerini sevip sevmediğimi sordu, ben de “Ben Japonum” diye cevap verdim. Babam çok severdi Japon yemeklerini. Daha sonra kendi babasıyla birlikte bir Japon restoranına davet etti beni. İlk başta salata almaya gittik, bir tabakla geldi ve içi suşi doluydu. Oysa ben et yemeye gittiğimizi sanıyordum. Roberta “Bak bak ne aldım bize” dedi ve tabağı bana uzattı. Bir tane aldım; çok güzel, çok lezzetli olduğunu söyledim. İkincide de bozuntuya vermemeye çalıştım ancak üçüncüyü yemek zorunda kaldığımda “yeter” dedim ve bunları daha önce hiç yemediğimi itiraf ettim. Bugüne baktığımızda ise suşiyi çok seviyorum.
Türkçenin çok zor bir dil olduğunu, 50 yıl da uğraşsan konuşamayacağını söylüyordun. Hâlâ aynı yerde misin?
Çok zor. Beğenmediğim için değil ama bana zor geldiği için asla öğrenemeyeceğim. Ben İngilizceyi bile çat pat konuşuyorum. Futbolu bırakıp Amerika’ya gittiğimde konuşmak zorunda kalacağım ama Miami ya da Orlando’ya gittiğimde çoğunluk İspanyolca konuşuyor zaten. İspanyolca, İtalyanca ve Portekizce konuşuyorum.
Futbolu bırakınca ABD’ye mi yerleşeceksin?
Evet, böyle planlıyoruz.
Peki buraya ziyarete geldiğini de görebilir miyiz?
Kesinlikle.
Birçok futbolcu evde maç izlemediğini söyler. Sense evine geldiğimizde televizyonda Paris Saint Germain’in maçı izliyordun, üzerinde Chicago Bulls tişörtü var ve her taraf spor dergileriyle dolu…
Futbol benim hayatım. Ben futbola, daha genelinde spora aşık bir adamım. NBA’e olan ilgimi zaten biliyorsunuz. Bunun dışında, örneğin Beşiktaş maçından önce UFC izleyebilmek için sabah 6’da uyandım. İyi olmuş, belki de bu sayede gol bile attım o maçta. Yarın sabah 6’da eski bir Brezilyalı efsanenin maçı var, kesinlikle izlemeyi planlıyorum. Belki yarınki Bursaspor maçında da önemli bir şey yaparım.
Kadıköy’deki Fenerbahçe maçından önce de var mı, takvim belli mi?
(Bir anda ciddileşerek) Orada nasıl şampiyonluk kazandıysak aynısını ortaya koymamız lazım. İnsanlar “kazanamadılar, kazanamadılar” diye konuşuyor ancak neyi kazanmadık ben anlayamıyorum; biz orada şampiyon olduk.
Tabii ki, belki de on galibiyete bedel…
Bence daha fazla. Öncesinde, sonrasında yaşananlar; ışıkların söndürülmesi… Biz orada bir sürü şey kazandık. Bir süredir üç puan alamamış olabiliriz, futbolda böyle şeyler olur. Onlar bizim evimizde 2-1 kazandı da ne oldu? Sahalarında şampiyon olduk. Biz eğer kendi evimizde o maçı kaybetmeseydik onların evinde kupa kaldıramayacaktık. Ki kaybettiğimiz maçı da 13-2 kazanabilirdik. Bundan on yıl sonrasında kimse Felipe Melo’nun olduğu Galatasaray’ın kendi evinde Fenerbahçe’ye 2-1 yenildiğini konuşmayacak. Ama yüz yıl sonra bile Felipe Melo’nun oynadığı Galatasaray’ın Fenerbahçe’nin sahasında şampiyonluk kazandığı konuşulacak.
BİR SPORSEVER OLARAK FELIPE MELO
Basketbolda idolün var mı? Bir basketbolcu olsan kim olurdun?
Dennis Rodman. Uyku bile uyumazdım Bulls’u izlemek için. İnanılmaz oyunculara sahiplerdi. Küçücük bir televizyonda onları izlerdim. Chicago Bulls benim için tarihsel öneme sahip bir takımdır çünkü onları seyrederek büyüdüm. Daha sonra maçlarına da gitme fırsatı buldum. İlk gittiğim maçta Oklahoma City ile oynuyorduk ve kazandık. Daha sonra San Antonio Spurs’ü yendiğimiz maçı da yerinde izledim. Bugünkü oyunculara baktığımızda Lebron James de tabii ki çok büyük bir yetenek ancak şu andaki idolüm Kevin Durant. Ben aslında tek bir takımın taraftarı değilim, bir sürü oyuncu ya da takımı beğeniyor ve destekliyorum. Miami Heats de sevdiğim bir takım. San Antonio Spurs’ü izlediğimde insanı delirtebilecek oyuncular görüyorum, o kadar iyiler ki, örneğin Ginobili… Miami’yi seviyor olsam da Oklahoma ile oynadıkları maçta Kevin Durant’in performansı nedeniyle bir yerden sonra maçı Oklahoma’nın kazanmasını istedim. Sadece tarihsel olarak kendimi adadığım bir takım vardı ve o da Chicago Bulls. Umarım ki futbolu bıraktığımda oraya gider ve kendime özel bir yer ayırtırım.
Başka hangi sporlarla ilgileniyorsun?
Tenisi çok severim. Avrupa’da ilk oynadığım takım Mallorca’ydı biliyorsunuz ve orada Rafael Nadal’ın amcası (Miguel Angel Nadal) ile oynardık. Rafael Nadal’ı çok seviyorum. Serena Williams’ın stilini de çok beğenirim. Usain Bolt’un ismini mutlaka vermeliyim, çok büyük bir heyecan duyarak izliyorum. Spor dünyası fenomenlerle dolu, sanırım saymak işimizi çok uzatır…
Carlos Arroyo ile birlikte bir fotoğrafınızı gördük geçenlerde. Taraftarın iki kahramanı aynı karede buluştu. Arroyo hakkında ne düşünüyorsun?
Öncelikle bizler kahraman değiliz. Benim için birisinin hayatını kurtaran bir polis kahramandır. Biz belki idol olabiliriz. Kahraman çok büyük bir kelime. Ben Afrika’daki çocuklara bir şeyler gönderdiğimde, Brezilya’da yokluk çeken insanlara yardım edebildiğimde, çocuklarımın oynamadıkları oyuncakları ya da artık küçük gelen giysilerini bir paket yapıp onlara ulaştırabildiğimde o insanlar için kahraman olabilirim belki. Ancak sahanın içinde başardıklarımız bizi kahraman yapmaz.
Arroyo’ya gelirsek… İnanılmaz bir karaktere sahip olduğunu düşünüyorum. Zaten çok iyi bir basketbolcumuz, yeteneğiyle ilgili herhangi bir şey söylemeye gerek duymuyorum. Kriz döneminde de burada kalmayı tercih etti, para varmış yokmuş sorun etmedi. Bana göre bu şekilde renklerimize bağlılığını kanıtladı. Böyle de olması gerekiyor.
Galatasaray taraftarının sana olan sevgisinin nedenini senin açıklayamayacağını söylemiştin. Peki böyle bir kulübün efsaneleri arasına girmek, burada yıllarca hatırlanacak bir oyuncu olmak neler hissettiriyor?
Evet bunu ben yanıtlayabilirim. Her futbolcunun hedefi bu olmalı. Ben Almeria’da bir sezon oynadım; o sezon UEFA Kupası Şampiyonu Sevilla’yı deplasmanda 4-1 yendik, Barcelona ile berabere kaldık, Real Madrid’i yendik ve yine deplasmandaki Valencia maçını kazandık. Negredo, Diego Alves gibi çok önemli futbolculara sahiptik ve çok iyi oynadık. Sonrasında taraftarlar beni Almeria’nın gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu seçti. Bu inanılmaz bir şey benim için. Ben orada yalnızca bir yıl oynadım ve sokağa bile çıkamıyordum, bütün taraftarlar etrafımı çeviriyordu. Bir futbolcu için bundan daha güzel bir duygu düşünemiyorum. Juventus’la hiçbir şey kazanmadık. Galatasaray formasıyla Torino’ya döndüğümde taraftarlar müthiş bir coşkuyla beni çağırdı. Bunun çok önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. Bir takımın unutulmazları arasına girmek, benim torunlarıma anlatacağım bir şey. Ve ben tüm bunları Tanrı’ya bağlıyorum. Fenerbahçe’nin sahasında şampiyonluk kupasını almak, bir maçın son dakikasında kaleye geçip penaltı kurtarabilmek hep onun sayesinde.
5 An ile Felipe Melo
Yaşadığınız güzel anları, eski arkadaşlarınızla her görüşmenizde yeniden anar mısınız? Ezbere bildiğiniz şiirleri tekrar tekrar okur musunuz? Sevdiğiniz bir romanı almaz mısınız elinize bir kez daha, bir kez daha? Felipe Melo’nun bize yaşattığı pek çok andan aldığımız keyif de bunlardan aşağı değil. En ince ayrıntısına kadar belleğimize kaydetmiş de olsak, geriye dönüp bir defa daha hatırlanmaya değer…
18 Eylül 2011 // Galatasaray – Samsunspor
ARENA’DA İLK SELAM
Kabus gibi geçen birkaç yılın ardından beyaz bir sayfa açmak istiyorduk. Yeni ve güçlü bir kadro kurduysak da, sezona İstanbul BŞB mağlubiyeti ile başladık. Yeni Galatasaray’ın Aslantepe’deki ilk resmi maçı içinse 18 Eylül’ü bekledik. Samsunspor’du rakip. Muslera, Eboue, Ujfalusi, Selçuk, Riera, Engin ve Elmander ile birlikte bu stattaki ilk resmi maçına çıkan çok sayıda oyuncudan biriydi Felipe Melo. Dakikalar 18’i gösterirken tehlikesiz bir bölgeden kazandığımız serbest vuruşta topun başına geçen Selçuk İnan, kısa pasla topu ona aktardı. Sigara içen, idmansız bir insanın kaleye yürüse soluğunun kesileceği yerden şutu denedi. Muhteşem bir kavisle fileleri bulan top, Galatasaray’ın o sezon Süper Lig ve playoff saçmalığında attığı toplam 78 golün ilki unvanıyla fileleri bulurken, Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena tribünleri pitbull sevinci ile tanışıyordu… Bu daha başlangıçtı…
7 Aralık 2011 // Galatasaray – Fenerbahçe
“MERHABA FENERBAHÇE, BEN MELO”
Felipe Melo, orta sahadaki dirençli futboluna ek olarak Galatasaray hücumlarına verdiği katkı ve ilk dört haftada attığı üç golle kendisini Galatasaray taraftarına tanıtmıştı. Zaman, Fenerbahçe’ye yeni stadımızı tanıtmanın zamanıydı. Bu statta oynanan ilk derbiyi öndeyken yaptığımız hatalarla kaybetmiştik ancak yeni dönem asıl şimdi başlıyordu. Önce Eboue, Joseph Yobo’ya biraz da ayıp ederek öne geçirdi takımını. Ardından Elmander, Bilica’ya yaptığı baskının ödülünü golle aldı. Dakikalar 66’yı gösterirken ise Melo’ya geldi sıra. Selçuk İnan’ın sağ kanattan kullandığı köşe atışına yükseldi yükselmesine ama top bel hizasından geliyordu. Bütün vücuduyla yaptığı hamle, Galatasaray’ı Fenerbahçe önünde üç farka taşırken, Melo’nun da derbilerdeki ilk golünü getiriyordu. Bu gol, aynı zamanda onun daha sonra oynanacak derbilerde üstleneceği rolün de sinyallerini veriyordu…
12 Mayıs 2012 // Fenerbahçe – Galatasaray
MELO GİBİ DURMAK
Hiç oynanmaması gereken bir maçtı. 17 Mart 2012 gecesi, 2-0’dan 2-2’ye gelen ve Baros’un son dakikada direkten dönen topu ile hatırlanan maçta, aynı yerde şampiyonluğu garantilemeliydi Galatasaray. Ama burası Türkiye’ydi ve burada artık hiçbir şey şaşkınlık yaratmıyordu. Sezon boyunca oynadığımız futbolla hak ettiğimiz ve üç puanlık sistemin uygulamaya konmasından o güne kadar eşi görülmemiş şekilde 31. haftanın sonunda ulaştığımız şampiyonluğun resmiyete dökülmesi için yarıya indirdikleri puan farkını altı maç daha korumamız isteniyordu. Bu altı maçın birinde, başrolünde Samuel Johnson’ın oynadığı bilimkurgu filminin devamı çekilmiş, tek kale oynadığımız maçı bir şekilde 2-1 kaybetmiştik. Maç sonunda yapılan saygısızca hareketlerin cevabı için ise çok beklemeyecektik. Felipe Melo, sadece 20 gün sonra, Kadıköy Şükrü Saracoğlu Stadyumu’nun soyunma odası tünelinden içeri şampiyon unvanı ile girerken, formayı çıkardı ve bir duruş sergiledi…
20 Kasım 2012 // Galatasaray – Manchester United
MANCHESTER MAÇINDAKİ GİZLİ ASİST
Türkiye’de şampiyonluk olabilecek en güzel hâllerinden birine bürünüp öyle uğramıştı Galatasaray’a. İkincisi yoldaydı. Sıra gelmişti Avrupa’da başarıdan uzak yılları tarihe gömmeye. Bizimle birlikte Manchester United, Braga ve Cluj’dan oluşan H Grubu, gazetelerin “Aslan’ın dişine göre” diye yazdığı bir gruptu belki ama maçlar sahada kazanılıyordu ve ilk üç maç sonunda Galatasaray 1 puanla grubun son sırasındaydı. Önce Burak Yılmaz Romanya’da şapkasından tavşan çıkardı. Ardından Manchester United’ı puansız göndermek gibi zor bir görevle yüzleştik. Doğruya doğru, dört maçta aldıkları 12 puan, İngiliz devine İstanbul’da kadro rotasyonu uygulama imkânı tanımıştı. Yine de, içinde bulunduğumuz sezon da gördüğümüz üzere İngiliz her zaman İngilizdi ve skora ulaşmak için çok çalışmak gerekiyordu. İlk yarıya, yine bu sezon başımıza bela olan Danny Welbeck’in hızlı hücumları damga vurdu. İkinci yarıya ise Galatasaray hızlı başlar gibi oldu. 52. dakikada Felipe Melo, orta sahada buluştuğu topu sağ kanattaki Eboue’ye verdi ve ileri koşmaya başladı. O koşu, çok iyi bir kafa vuruşu ile devam etti ama kaleci topu kornere atmayı başardı. Bize gereken tek gol bu kafa vuruşuyla gelmedi belki. Ama Melo, koşusuna devam ediyordu. Tribünlerin önüne geldiğinde durdu ve daha oynadığı ilk hazırlık maçında yapmaya başladığı kendisiyle özdeşleşen hareketleri ile tribün – saha bütünleşmesini sağladı. Kullanılan kornerin akıbetini söylemeye gerek var mı?
24 Kasım 2012 // Elazığspor – Galatasaray
BU DA OLDU
Felipe Melo, 22 Temmuz 2011 günü arkasında çok önemli bir kariyer ile Galatasaray’a gelirken, Galatasaray taraftarının elbette ki ondan bazı beklentileri vardı. Bu beklentilerin çoğu, kafamızda yarattığımız ezberlerden oluşuyordu. Doğrusu 2010 Dünya Kupası’nın en yüksek pas isabetine sahip oyuncusu olmasının da, bir önceki sezon Juventus’ta aynı kategoride yüzde 86 başarı göstermesinin de çok fazla üzerinde durmadık. Biz, Felipe Melo’da savunmanın önünde klişe tabirle rakibi ısıran, güçlü, sert ve ciğeri sağlam bir ön libero arıyorduk. Bulmasına bulduk. Ama o bize çok daha fazlasını sundu. Kimse ondan bir sezonda 12 gol atmasını, uzaktan şut tehdidi oluşturmasını, seyri ne doyulmaz diyagonal paslarla takımı ani hücuma çıkarmasını, çalım atmasını beklemedi. Tribünde üçlü çekilirken saha içinde kafasıyla tempo tutmasını, yaptığı güzel bir müdahalenin ardından sevincini tribündeki dava arkadaşlarıyla paylaşmasını zaten hayal bile edemezdik… Önemli bir maçın son dakikasında kaleye geçip penaltı kurtarmasını? Belki birkaç yıl önce olsa “yok canım, olur mu öyle şey” derdik ama en başta da dediğimiz gibi, Türkiye’de 3,5 yıldır bir Felipe Melo gerçeği yaşanıyor…