Geçen yıl boyunca en çok eleştirdiğim futbolcu Lincoln... Bu yılın başında da durum çok farklı sayılmazdı. Sebebini anlatmaya gerek var mı bilmiyorum! Eleştiri onun ne olduğuyla ilgili değil, ne verdiğiyle alakalıydı.
Ayrıca defansif orta sahanın bu kadar savunma yönü olmayan oyuncuyu taşıyamaması nedeniyle ve Avustralyalı’nın iş ciddiyeti avantajıyla, Lincoln’ün, Kewell’ın yedeği olması gerektiğini düşünüyordum.
Ancak Lincoln bu durumu değiştiriyor. Geçen yılki Beşiktaş maçı öncesi kadro dışı bırakılmasıyla başlayan ‘yokluğu’ artık son bulmuş görülüyor. Oyuna, takımına, lige keyif ve değer katan bir oyuncuya dönüştü. Artık transfer edilmesinin sebebini performansıyla ortaya koyuyor.
Pazar akşamı penaltı öncesi Uğur İnceman’a attığı çalım, basit görülebilir. Oysa Ronaldinho’nun reklamlara konu olan adam geçişleri kadar akıl almaz bir kıvraklık, zekâ ve doğaçlama gösterisiydi bu. Hızla ilerlerken, onu kaleden uzak tutmaya yüzünü o tarafa çevirmemeye çalışan Uğur’un markajında köşe gönderine doğru giderken, tabanıyla topu okşayarak terse çekip Uğur’u penaltı yapmaya mecbur etti. Müthişti...
Susmak olanaksız
Bir İtalyan takımının formasıyla Serie A’da bu çalımı atıp penaltıyı almış olsa şimdi internetteki sitelerde en çok tıklanan haber olacaktı. Hayranlıkla seyredecek, altına yorumlar düzecektik. Bir ‘bizdeki topçuya bak, bir de adamların bulduğuna’ diye. Oysa biz o hareketin, Arda’nın, Holosko’dan aldığı penaltının, Holosko’nun şahane golünün olduğu 6 gollük maçın üzerine hakem konuştuk. Normalimiz bu olduğu için.
Atmosfersiz ortamda, formalar, renkler gözümüzü karartmadan futbolsever olarak bakabildiğimizde, yani Lincoln Schalke forması giyerken bu muhteşem hareketlerin hakkını verebiliyoruz biz de. Bizde oynayınca mümkün olmuyor.
Bütün bu hoşlukların olduğu maçın sonrasında Pazar akşamı, senelerdir hakem konuşmamakla övünen Stadyum’un tüm katılımcıları - ben de dâhil olmak üzere - sadece hakem konuştuk.
Çünkü hakem konuşmak, komplodan bahsetmek uyuşturucu gibi. Başladığınız anda durmak, artık konuşmuyorum demek olanaksız. Çünkü bu hafta Trabzonspor aleyhine olan bir kararı komploları da içine katarak konuşunca, ertesi hafta Beşiktaşlı haklı ya da haksız bağırırken susmak olanaksız. Haftaya Galatasaray’ın aleyhine bir durum olduğunda yine konuşmak, feryada ses olmak zorundasınız.
Sadece bordo-mavi, siyah-beyaz, sarı-lacivert ve sarı-kırmızı için.
Hakem konuşur
Konya’nın ya da Eskişehir’in hakkı yendiği için değil, büyüklerden birinin işine yaramadığı için konuşmak zorunluluk. Ve tüm bu itiş kakış arasında asla Lincoln’ün çalımına sıra gelmez... Onu göremezsiniz dahi.
Çünkü hakem konuşmak uyuşturucu gibidir. Hayatın güzelliklerini göremez hale gelir ve hep onu, sadece onu konuşursunuz.
Yani diyeceğim, bildiğiniz sağlam bir rehabilitasyon merkezi varsa, 2. yarıya kadar hep beraber yatalım...
MHK yorumları
Delgado’nun yediği 2. sarı kartın gösterildiği belki de tek ülke Türkiye. Kural bu karara karşı çıkılmaz gibi dursa da öyle değil. FIFA’nın kural değişikliğinin MHK tarafından algılanış biçimi durumu böyle yapıyor. Bizimkilerin Avrupa maçlarını izlediğinizde bu hareketlere kart çıkmadığını görüyorsunuz. Ama bizde uygulama çok sert.
Ve buraya dikkat edelim. Hakemlerin hemen tamamı bu uygulamadan şikayetçi. Bu kartları vermek istemiyorlar ama MHK, hakemlere bu konuda yetki vermiyor. Kart isteyen oyuncuya şiddetine bakılmaksızın kart gösterilmesi için talimat verilmiş durumda.
Şöyle açıklayayım. Delgado şans eseri Arjantin Milli Takımı’na çağrılsa ve Ali Sami Yen’de Cüneyt Çakır’ın yönettiği bir maçta Almanya’nın karşısına çıksa. Ve aynı hareketi yapsa, kart görmez.
Durum budur...
Aceto Balsamico’dan
Şöyle yazmış Bülent ‘Evinden şemsiye ile çıkıp stada gelen taraftarın sağnak yağmurda şemsiyesini stada sokmasının yasak olduğu ama maç sonrasında kulüp yöneticilerinin sahanın ortasına kadar girip hakeme saydırabildikleri bir ülkede yaşıyoruz.’
Üstüne bir şey söylemiyor, yazmıyorum. Zira gerek yok...
acetobalsamico.blogspot.com