Cemal Ersen’in geçtiğimiz günlerde yaptığı 3 harika röportajı okumuş olmalısınız. Okumadıysanız internetten bulmanızı ve okumanızı tavsiye ederim. Kemal Dinçer, Muhittin Boşat ve Ali Aydın’ın söyledikleri üzerinden Türk futbolunu okumak kolay. Bu oyunun ülkede nasıl yönetildiği, neyin aslında ne olduğu gün gibi ortaya dökülüyor. Üstüne bir de Ercan Güven’in yazısını okuyun ve anlayın vaziyeti.
Üzerinde durulması gereken o kadar çok şey var ki. Yorumu birkaç gazete sayfası alır.
Ancak öte yandan, Ercan Güven’in “Bu hakemler faalken de böyle miydi?” cümlesi de her şeyi anlamak için yeterlidir olabilir.
Tüm bu röportaj dizisinde benim en çok ilgimi çeken ise Ali Aydın’ın verdiği cevaplardan çok üslubu oldu. Önce son derece çarpıcı duran röportaj başlığına bakmak lazım. Ali Aydın, Kemal Dinçer için ‘Hayat Bilgisi’nden sınıfta kaldı’ diyor. Oturaklı bir laf. Zaten sadece bu cümle bile röportajı okumaya itiyor insanı. Biraz naif mafya kokuyor. Hafif hafif!
Sonra okumaya başlıyor ve televizyonda kendilerini kaybeden eski hakemlerden çok daha öte buhranlı bir üslupla karşılaşıyorsunuz. Önce hafiften bir tebessüm kaplıyor insanın yüzünü. Sonra da üzülüyor insan. Ali Aydın ve benzerlerine değil. Hakemliklerinde yaptıkları hatalar sonrası düştüğü duruma üzülen ben ve benim gibilere.
Cemal Ersen, Haluk Ulusoy ve yakınlarıyla çekilen aile fotoğrafını ve Kemal Dinçer’in bu konudaki yorumunu soruyor Ali Aydın’a. Cevaplara bakın...
‘Kemal bey maalesef bu camiayı tanımıyor. Yönlendiriliyor. Hem üzüldüm, hem sevindim. Üzüldüm, çünkü masum bir yemekten ne anlamlar çıkarıldı. İnsanlar suçlandı. Sevindim, çünkü artık Ali Aydın ismi bu zihniyetle birlikte anılmayacak. Bizim aile fotoğrafımız bellidir. Birlikte çile çektiğimiz, maçlarda küfür yediğimiz, karda çamurda dürüstlük ilkesiyle hareket ettiğimiz insanlar ailemizdir. Kemal beyin kendi aile fotoğrafına da saygı duyuyorum.’
Bir daha gözlemcilik yapacak mısınız?
- Ali Aydın gözlemcilik yapsa ne olur, yapmasa ne olur. Biz dostlarını ve arkadaşlarını iki maç için sattı dedirtmeyiz kendimize. Ama unutulmasın. Altın altındır. Bazen durduğu yerde tozlanabilir. Yarın çıkarır üzerindeki tozu silersiniz. Eskisinden de değerli olur. Gün olur yine ait olduğumuz camiaya döneriz.
Şimdi...
1-Birisi kendisinden üçüncü tekil şahısta bahsediyorsa ben o adamdan korkarım. Neresinden baksanız dengeli tavır değildir.
Bunu tanıdığınız insanlar arasında kimler yapar?
Bir politikacılar, iki, konuşmayı yeni öğrenmekte olan çocuklar...
Üç, Tarzan!
Tarzan, Jeyn!
2-Bir insan kendisiyle ilgili bir teşbih yaparken ‘Altın altındır’ ve ‘üzerindeki tozu silersiniz. Eskisinden daha değerli olur’ gibi cümleler kullanıyorsa bu da dengeli bir tavır değildir.
Peki bunu kim yapar? Tarzan yapmaz. Hatta politikacılar bile yapmayabilir! Çocuklar? Asla...
3- Bir insan bu üslupla konuşuyorsa onun yediği yemekten, hem de acayip bir dönemde yenilen yemek sonrası çekilen fotoğraflardan her anlam çıkmaz mı? Kemal Dinçer haksız mı?
4- Ve gelelim zurnanın zırt dediği yere. İlk cümleye ‘Kemal bey maalesef bu camiayı tanımıyor!’a.
Ali Aydın’ın anlamadığı ya da anlamak istemediği asıl konu bu.
Zaten Kemal Dinçer’in o göreve getirilme sebebi camiayı tanımaması. Onu o göreve çağıranlar bunu bir avantaj olarak görüyorlar.
İşi bıraktıktan sonra bizim mesleğe adım atanlardan iyice tanıdığımız bu camiaya dışarıdan birisinin getirilmesi sebepsiz olabilir mi? Bu atamanın sebebi, camiayı kendisinden 3. tekil şahısta bahseden ve kendisini ‘altın’ teşbihiyle anlatan bir ruh haline teslim etmemek zaten.
Yani aslında bütün mevzu bu . Dışarıdan hakem getirmemek için dışarıdan yönetici getirme inceliğini gösterenleri anlayamamak.
Eğer onlar giderse. Eğer Ali Aydın’ın istediği yönetim gelirse, bir sonraki adım, korkarım Türk hakemliğinin yok oluşu, Bank Asya’da bile maç yönetememesi olacak. Bir incelik yapılıyor. Sektör dışından yönetici getiriliyor ki, dışarıdan hakem/gözlemci getirip dünya âleme rezil olmayalım.
Ama bunu dahi anlamak mümkün olmuyor. Kendisinden 3.tekil şahısta bahsedip, kendisini altına benzetenler için kolay değil belli ki!
Deschamps’la bir gün, bir yerde
Ertuğrul Sağlam- Lucescu hikâyesi gün gibi açık, bu sabah kadar tazeyken...
Del Bosque’nin arkasındayız. Ancak ben gidersem Rıza gider. Tigana geleceğimiz. Ve nihayet Ertuğrul Sağlam’la sonuna kadar masalları da hâlâ kulaklara fısıldanmaktayken, Beşiktaş Yönetimi’nin dünkü yalanlamasına siz de kuşkuyla yaklaşmadınız mı?
‘Demirören önümüzdeki sezon için Deschamps’la görüştü’ haberinin doğru olmama ihtimali var tabii ki. Ama kabul edersiniz ki, tüm bu hikâyeler ortadayken doğru olma ihtimali de hiç, ama hiç yadsınamaz.
Madem başkan bir dönem daha var olmak istiyor, hoca bakma vakti de yavaştan geliyor demektir. Yani aslında Demirören yönetiminin bir yalanlama değil, bir düzeltme yapması gerekirdi.
‘Başkanımız henüz Deschamps’la bir görüşme yapmamıştır’ gibi.
Ya da ‘bu konu çerçevesinde belirtilen zaman diliminde bir görüşme olmamıştır’ gibi.
Çünkü ben eminim ki bu 4 sene boyunca bir şekilde Demirören yönetimi Deschamps’a ya da menajerine bir teklif yapmıştır. Eğer yapmadıysa da bu haberi yapan gazeteci arkadaşa teessüflerimi bildirmek isterim. Çünkü bu yönetimin görüşmediği teknik adam sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Onlardan birini bulmak büyük başarı.
Başkan neden şikayetçi
Aziz Yıldırım, Fenerium’da forma imzalıyor mu? İmzalıyor.
Çoluk çocuk kuyruk olup onunla fotoğraf çektiriyor mu? Evet.
Bugün Aziz Yıldırım bir futbolcu kadar yıldızdır. Seveni, ona imreneni, onun gibi olmak isteyeni, hatta ona tapanı vardır.
Üstüne üstlük güce tapan bu topluma her şeye kâdir bir insan imajı da vermektedir. Fenerbahçe’de onca yıldız oyuncunun konuşması yasak. Koca koca şirketleri yöneten koca koca yöneticiler de konuşmak için Yıldırım’dan izin bekliyorlar. Koskoca camiada istediği zaman konuşabilen yegane insan, hem önemlidir, hem değerlidir, hem de haber değil midir?
O zaman halka açık yerde de resmi çekilir.