Trabzonspor’un pas otomatiği rakibine oranla çok daha iyiydi. Gerçi golleri bu yolla bulmadılar, ama daha net şablonları oyuna büyük ölçüde hakim olmalarını sağladı.
Colman’ın mükemmel bir şekilde takımı yönlendirişi, Yattara’nın hiç ara vermemiş gibi güvenli oluşu bu duruma yardım etti. Yattara umursamaz duran, üstün yetenekli futbolcuların önde gelen temsilcisi. Umursamazlığı onun Real seviyesine çıkmasını engelledi belki... Öte yandan bu sayede bu kadar uzun süren araya rağmen hiçbir baskı hissetmeden mevzuya balıklama dalabiliyor.
Sonuçta Trabzonspor topa sahip olup bütünlüğünü sağladığı dakikalarda topu neredeyse hiç boşa kullanmadan tek pasla hızla çevirerek boşluk aradı. Fenerbahçe’yi de peşinden koşturdu, yordu.
Konuk ekipte ise herhangi bir hücum şablonundan bahsetmek mümkün değil. Hemen herkes doğaçlama oynuyor. Semih ve Mehmet Topuz bu mantık içerisinde Stoch oyuna girene kadar kısmi itici güç oldu. Stoch oyuna girince de Fenerbahçe biraz olsun oyunu rakip alana yıkmayı başardı.
Bu durum aslında hızlı hücumculara sahip Trabzonspor’un da istediği bir durumdu, ama onlar Teo ve Yattara’yla akıl almaz goller kaçırırken, Fenerbahçe bir şekilde ite kaka da olsa skor buldu.
Trabzonspor’un bu yarışı önde götürmesi için bu tip durumlarda Colman’a yardımcı bulması gerekiyor. Ve topa sahip oldukları zamanı da biraz artırmaları...
Fenrabahçe’nin ise bir dolu şey yapması lazım gibi. Andre Santos’un biraz forma girmesi gibi bir dolu detay. Orta sahanın sadece savunma düşünüyor oluşu onları hücum yönünde plansız yapıyor. Topuz koşuyor, Özer yan pas veriyor Emre zorluyor, ama birlikte bir şey yapmıyorlar. Alex ikilemi de bundan doğuyor. Dün yoktu top yapmak zorlaştı. Oynadığı zaman kolay olacağının bir garantisi ise yok.
Şu bir gerçek ki, Fenerbahçe’nin Niang’dan yararlanması için orta saha uyumuna ihtiyacı var. Bu doğaçlama oyunla olmaz.
Son olarak iki not: Avni Aker’in zemininden de bahsetmek lazım. Her sene bu mevsimde bu durumda oluyor. Ekim’e doğru oturuyor. Ama dün çok ciddi sakatlıklara yol açabilirdi. Ve belki de Polonyalı savunmacı için açtı. Yatırımı zemine de yapmak lazım.
Onur bu maçta yediği 2 golü ilk maçında yemiş olsa çoktan silinip gitmişti. Kaleciye sabretmek şans vermek gerekir. Bu da herkese derstir.
Hiddink’le değil bizimle konuşun
Bir üniversitenin hangi konu üzerine araştırma ya da çalışma yapacağı kendisinin, yönetiminin vakfının ve bağışçıların inisiyatifindedir. Ya da evrensel anlamda durum böyle olmalıdır.
Ancak ilköğretim okullarının durumu farklıdır. Bir müfredat vardır. Adeta bir sosyal kontratla belirlenmiş olmalıdır ve tek bir sistem uygulanmalıdır. Yani yine evrensel anlamda ülkede herkes çocuklarının nasıl yetiştirilip eğitim ve öğretim aldığı konusundan detaylı bir şekilde haberdar olmalıdır.
Sporda, futbolda da durum farklı olamaz.
Yani bir A Milli Takım’ın nasıl ve hangi oyuncularla oynayacağı temelde bu işi alan teknik adamın karar vermesi gereken bir konudur. Federasyonun aklında bir hedef vardır. Buna uygun hocayı seçer ve artık iş o hocanındır. Planını programını kendisine göre yapar, hedefe doğru yol almaya başlar. Ulaşırsa başarılıdır, ulaşamazsa değil... Her şey gözönünde gerçekleştiği için, durum hakkındaki her detay bilindiği için kamuoyu gerekli notu anında verir zaten.
Altyapı farklı olmalı
Öte yandan tıpkı ilköğretim okulları örneğinde olduğu gibi, altyaş grupları ve diğer milli takımlar yani kısaca altyapıda ise durum farklı olmalıdır. Planın ne olduğu, genç nüfusun nasıl spor alanına çekileceği, bunun eğitim hayatıyla koordineli olarak nasıl yapılacağı, seçmelerdeki kriterin ne olacağı gibi durumları kamuoyunun dışarıdan bakarak bilme olasılığı yoktur. Bu yüzden haberdar edilmeleri, konunun tartışmaya açılması şarttır.
Aslında lafı hiç uzatmadan “Çocuklarımızı neyin içine attığımızı, kimlere emanet ettiğimizi ve nasıl bir sistemin bir parçası olacaklarını bilmemiz gerekir.”
Kendimize özgü bir futbol sistemimiz mi olacak? Yıllardır planlama konusunda örnek aldığımız Almanya modeline mi yakın olacağız? Yoksa artık nüfus yapısı ve sosyo-ekonomik durum açısından çok benzeştiğimiz Brezilya modeli mi örnek alınıyor? Ya da yükselen yıldız İspanya gibi mi olmak peşindeyiz? Yol nedir? Tespitler, teşhis ve uygulama nasıl olacak?
Kulüp takımı gibi işliyor
Açık söylemek gerkirse bugüne kadar bu konuda çok büyük bir merakım yoktu. Çünkü saygıyla andığım rahmetli Gündüz Tekin Onay gibi bir kaç cengaverin şahsi çabaları dışında ortada pek bir şey yoktu.
Ama bugün TFF Futbol Genel Direktörlüğü isimli bir müessese var. A Milli Takım dışındaki her şeyin bağlı olduğu bir kurum. Bu yeni yapıyla A Milli Takım bugün neredeyse sadece bir kulüp takımı. Türk futbolu ise Ersun Yanal’ın yönetiminde.
Peki Türk futbolu nasıl organize oluyor? Neyin peşindeyiz bilen var mı?
Tespitler ne? Sorunlar neler? Ya çözüm önerileri?
Türkiye Hiddink’e maç kaybettiği zaman soru sorar! Çünkü her şey sahada gözümüzün önünde oluyor. Peki 11 yaşındaki çocuklara nasıl bir eğitim vereceğimiz konusunda bir oturup konuşmak, fikir alışverişinde bulunmamız gerekmez mi?
Bu yeni yapı konusundaki tartışma bu olmalı. Ersun Yanal’ın Hiddink’in elini sıkıp sıkmadığı, konuşup konuşmadıkları değil.
Atlarsın uçağa 3 saat sonra Amsterdam’a inersin, geçersin Hiddink’in karşısına 2 saatte her şeyi konuşursun. Mesele bu değil.
Yoksa görüşmeye Oğuz Çetin engel oluyormuş, yok takımı Çetin yapıyormuş. Hiddink aptal öyle mi? Ya da Levent Kızıl’a hadi kalk Amsterdam’a gidelim de bir konuşalım dediğinde ‘Hayır’ mı diyecek?
Mesele inanın bu değil.
Mesele şu: Bizimle ne zaman konuşulacak? Türkiye kendi planından ne zaman haberdar olacak?
Ramazanda salyangoz
Marcus Merk konusunda şüphelerim vardı. Hakemliği konusunda da vardı ya! Ancak 2 haftada bize başka bir hakem yorumu dersi verdiğini söylemem lazım.
Volkan Şen’in pozisyonu çok net değil mi? Maçta ben de korkunç bir hakemlik hatası olduğunu düşünüyordum. Ve hala da Volkan’ın ikinci sarı kartı görmesi gerektiği fikrindeyim. Ama artık bunun korkunç bir hakem hatası olduğu fikrinde değilim.
Kural açık: “Oyuncu kasti olarak ve açık biçimde rakibin topa sahip olmasını engellemek amacıyla topu elle tutarsa ihtar verilir.”
Cuk oturuyor... Hemen herkes, hatta Ertuğrul Sağlam bile kırmızı kart çıksa itiraz edemeyeceklerini söylüyor. Benim için de durum aynı.
Ancak Marcus Merk’in bakış açısı farklı.
Yukarıda yer verdiğim madde, kural kitapçığının ikinci bölümünde yer alıyor. Bölümün başlığı ise “Oyun Kurallarının yorumlanması ve hakemler için rehber” başlığını taşıyor.
Yani böyle net bir fotoğrafın bile yorumlanması gerekiyor. Hakemlikte yorum bir fotoğrafın okunmasıdır. Maçın hakemi de o pozisyonu herkes gibi açık bir şekilde gördüğüne göre neden bu yorumu yapmış olmalı diye sormak lazım.
Marcus Merk’in yorumu bu soruyu sorarak cevaplamaya çalıştığı için manalı. Diyor ki:
-Burada sarı kart çıksa sorun olmaz. Bu kolay yol olurdu...
-Bu hareket bir refleks. Oyuncu düşünce bir refleksle topa elle dokunuyor. Yani sarı kart şart değil. (yani diyor ki amacı rakibin akınını bilinçli olarak kesmek değil)
-Bu 32 yaşında bir hakem için Ali Sami Yen Stadı’nda cesur bir karar.
-Kırmızı çıksa hepimiz kabul ederdik. Ama hakem oyuncu lehine karar verdi.
Beğenin beğenmeyin, ilginç farklı ve mantıklı olduğunu kabul etmek lazım...
Merk’in sıradışı yorumları
Her ne kadar bu hareketi ne tıbbi ne de başka bir anlamda refleks tanımına sokamasam da Markus Merk’in yorumunun ülkede daha önce görülmemiş bir yöntem izleyerek yaptığını söylemek lazım.
“Hakem neden vermemiş olabilir?” sorusunu soruyor... Ardından tüm şartları ve olguları sıralıyor. Bir analitik çizgi izleyerek cevap bulmaya çalışıyor. Hem hakemin kararının, hem de kendi söylediği bir yorumun, yorum üzerine yorum olduğu için de kesin bir yargıda bulunmuyor. İhtimalleri sıralıyor.
Tabii bu bizi tatmin etmiyor. Çünkü Ali Sami Yen Stadı’nda bu kadar net ve tartışmasız bir kararı verip rahat etmektense, başka bir şey yapan hakemin satılmış olması ya da başka bir takımın uşağı olması bizim için daha mantıklı bir cevap.
Markus Merk farklı, ilginç ve özel.
Ha bize uyar mı? Yok uymaz. Bu müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benziyor. Her ne kadar salyangoz yemek günah olmasa da...
HAKEM ALDATMAK
Kendini yere atıp faul kazanmaya çalışmak sarı kart.Elle oynayıp, topu önüne almak gol atmaya çalışmak da. Topun auta gittiğini bile bile, ısrarla korner noktasını gösterip hakemi kandırmaya çalışmak neden değil?