Mehmet Demirkol

Mehmet Demirkol

mdemirkol@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Tehlikeli bir yol


Bize ülkemizi nasıl sevmemiz gerektiğini öğretmeye çalışanlar vardır.
Doğduğunuz ve uzak yaşayamadığınız toprağı nasıl sevmeniz ya da nasıl sevmemeniz gerektiğini kakarlar kafanıza sürekli. Hain olmamak için onların söylediği gibi sevmeniz şarttır. Sanki aşk başkasının tarifine göre yaşanırmış gibi!
Bize kadınımızı/erkeğimizi nasıl sevmemiz gerektiğini öğretmeye çalışanlar da vardır.
Sabah kalktığınızda, gözünüzü açmadan yüreğinize düşen güzelin burnunuzun direğini titretmesi için başkasının tarifine ihtiyacınız varmış gibi.
Bize Tanrı’yı nasıl sevmemiz gerektiğini öğretmeye çalışanlar da vardır. Başınız sıkıştığında, başınıza iyi bir şey geldiğinde, yalnız hissettiğinizde, günahınızdan arınmak istediğinizde, acıya artık dayanamadığınızda gözünüzü kapatıp yakarmak ya da şükretmek için başkasının tarifine ihtiyacınız varmış gibi.
İşte hayatta korkmanız gereken adamlar bunlardır! Aşkı tarif eden sevgi totaliterleri...
Renklere vurulmak, bir futbol yıldızına âşık olmak, acılarını ve mutluluklarını bir kulüple birlikte yaşamak da tarife tabii değildir.
Benim takımıma vurgunluğum, tribünde hemen yanımda oturanın aşkıyla aynı olmayabilir. Öte yandan takımından on binlerce kilometre uzakta hayatını sürdürüp internet başında aşk yaşayanla, her hafta locada oturup viskisini yudumlayanın da benzer olabilir tutkusu. Her hafta otobüsle deplasman kovalayanın aşkıyla, heyecandan senelerdir maça bakamayanınki farklı olabilir. Sağcının takımına aşkıyla, solcunun aşkı da bazen benzeş...
Takıma vurgunluk özeldir. Çeşitlidir. İkiz kardeşte bile DNA aynıdır, ama belki takım aşkı farklı. Saracoğlu’nda herkes Fenerbahçe’ye âşıktır, ama herkesin Fenerbahçesi farklıdır.
Ben bir stada gittiğimde önce pankartlara bakarım bu yüzden. Nabzı orada dinlersin çünkü. Kale arkasında bir duygu vardır, bazen hemen yanında başka bir duygu. Bazen isyan, bazen teşekkür. Bu nabız atmazsa, tribün yaşayan bir ölü olur. O kulüp de...
Fenerbahçe Stadı’nda yaşanan pankart yasağı (bu hafta sadece zafer bayramı ilintili pankarta izin verildi) ve taraftarın tektipleştirme çabası bu yüzden fazlasıyla dikkat çekici ve üzerinde durulasıdır. Aslında üzücü, sıkıcı ve çok da tehlikeli... 

Haberin Devamı

Endüstriyel futbol
Endüstriyel futbol işine gereğinden fazla kafayı takmış, stat konforunun her şeyden önemli olduğunu bilen bir adam yazıyor bunları. Yıllardır eğer dünya futbolunun önemli bir parçası olacaksak statları değiştirmemiz, taraftar/seyirciyi yeniden organize etmemiz gerekir diyen biri.
Ama sınır aşılıyor Saracoğlu’nda...
Renk azalıyor. Doğru yolda 8 yıldır seyreden arabanın frenleri artık tutmuyor gibi. Bunun adı hiç tereddüt etmeden söyleyeyim, totalitarizmdir. Sevgiyi ve taraftarı tektipleştirme, elitleştirme hareketi.
Ama Fenerbahçe bir zenginler kulübü, elitler derneÄŸi deÄŸil ki... Hiçbir kulüp öyle olamaz ki!Â
Yönetimin stada astığı ‘Tek kimlik Fenerbahçelilik’ pankartı da fena halde 30’larda Almanya ya da İtalya söylemlerine benziyor.
Niyetin ne olduğunu anlamakla ve iyi niyetle yola çıkıldığını bilmekle birlikte bu yolun çok tehlikeli olduğunu vurgulamam lazım.
Bir taraftar suç işliyorsa, başkalarını rahatsız ediyorsa, huzuru kaçırıyorsa cezalandırılır, hakları elinden alınır. Suç bireyseldir. Yapan cezasını çekmeli sonuçlarına katlanmalıdır.
Ancak birileri rahatsız oldu diye tüm örgütlenmeleri yasaklamaya çalışmayı da 30’larda Almanya ve İtalya’da bıraktığımızı sanıyordum. Ya da doğu sınırımızın hemen dışında.
Fenerbahçe Yönetimi, bir kişi bile rahatsız olsa onun sorununu çözmeye çalıştığı için alkışı hak ediyor.
Ama kimsenin, kimseye, kimi, nasıl seveceğini, aşkını nasıl yaşayacağını öğretme hakkı da yoktur.
Aşkı tarif edenden, böyle seveceksin diyenden korkacaksın en çok. Çünkü en büyük günah sevgi totalitarizmidir.

Beyaz peynirli cips
Öyle kuru milliyetçilik yapmam. Yapanı da sevmem. Üzerinde yaşadığımız bu imparatorluk mirasında özellikle de mutfağımızda Rum kültürünün önemli bir yeri olduğunu da bilirim. Ayrıca da severim. Ancak...  Reklamlarda gördüm. Lays gurme adında bir ürün serisi. Dünya peynirleri aroması katılmış cipsler. Şahsen bir gurme değil de gourmand (bir çeşit obur) olarak hemen aldım tabii. Ve sinirlerim zıpladı. Rokforlu, parmesanlı ve ‘feta’lı. Feta dediğiniz Yunanistan işi kötü beyaz peynir... Merak ediyorum. Bu global marka, Yunanistan’da da beyaz peynirlisini çıkardı mı bu ürünün?


Skibbe sorunsalı
Baros oyuna girerken bir referandum yapabilsek Ümit Karan’ın çıkacağını kaç kişi bilirdi? Rakibi kendi sahasına biraz da kendi isteğiyle hapsetmiş, ama ceza sahası içine fazla adam sokamadığı için pozisyon bulamayan bir takım varken, eldeki tek gerçek santrforu oyundan çıkarmak! Eğer bu sakatlıktan yeni çıkmış bir oyuncuyu fazla zorlamamak içinse bir dereceye kadar anlaşılabilir. Ancak oyunun ideolojisinde gerçek bir eksiklik.
Geniş alan bulamadığın hatta doldurt boşalt oynayacağın bir dönemde santrforsuz kalmak ilginç. Galatasaray derinlikli ve kağıt üzerinde iyi bir kadro yaptı, ama bunu kullanmakta açıkça zorluk çekiyor. Bu tip maçlarda Ümit Karan ve Nonda olmadan rahat etmesi olanaksız gibi duruyor. Ya da Skibbe oyun planını santrforsuz bir sisteme doğru değiştirecek. Yoksa hem sezon öncesindeki transfer çabaları hem de saha içinde dökülen ter boşa gidecek.

Yattara’yı      işleten
Sezon öncesi Trabzonspor değerlendirmemde yazmıştım. Onca transfer var, ama hâlâ en büyük yıldız Yattara... Bu bir eleştiri değil tespit. Çünkü bugün iki resmi maçın ardından artık şunu da söyleyebiliriz.
Kadrodaki 13 transfer arasında bugün için yararlanılabilenler, özellikle de savunmaya hemen oturan 3 oyuncu, Yattara’nın kendisini gösterip ligin en parlak yıldızlarından birine dönüşmesinde büyük rol oynuyor.
Yani özetle onca transferin en önemli sonucu daha iyi ve daha rahat bir Yattara’yı bize izlettirmeleri oldu. En önemli transfer Gineli anlayacağınız.