Kayseri’deki 0-0’lık oyun... Bükreş yenilgisi, Bellinzona’dan deplasmanda yenen 3 gol, Bursa yenilgisi, Eskişehir yenilgisi... Galatasaray’ın arada bir tek, klasman dışı diyebileceğimiz, maalesef çok kötü oynayan Kocaeli’ye karşı alınmış bir galibiyeti var.
Bu belirgin deplasman sıkıntısının içinde hâlâ yüzmekte olan Galatasaray’ın, Fenerbahçe’ye yenilmesi sürpriz değil. Sürpriz ya da beklenmedik olan Lizbon’daki çok iyi oyun ve galibiyetti.
O maçta Arda, Ayhan ve Lincoln’ün iki yönlü ekstra oyunları, Quique Flores’in planlarını alt üst etmiş olmalı. Galatasaray’ı iyi analiz etmiş bir teknik adam için yaptığı tüm çalışmayı alt üst eden bir maçtı Işık Stadı’nda oynanan.
Bu sadece bizi ve Flores’i değil, Skibbe’yi de şaşırtan bir oyun oldu. Maç sonrası açıklamalarında bunu netlikle görebilirsiniz. Yani özel ve sır dışı olan Kadıköy’deki oyun değil, Lizbon’daki oyundu. O yüzden bu maçları bir kenara bırakalım ve genel sıkıntıya odaklanalım.
Galatasaray’ın bu sıkıntıya düşmesinin psikolojik bir sebebi olduğunu düşünmemek için bir sebep yok. Hayır, Fenerbahçe deplasmanlarından ya da Kadıköy’ün büyüsünden bahsetmiyorum. Çünkü sıkıntı pazar akşamı başlamadı. Senelerdir var ve pazar akşamı da bu sıkıntının kafalara iyice dank ettiği klasik yıllık maç oldu. Sıkıntı, geniş kadrosunun kullanılamamasına yol açan camianın genel ruh haliyle alakalı.
Bu ruh halini ‘hücum fetişizmi’ olarak anlatabiliriz. Sahada ne kadar hücumcu varsa, o kadar başarı geleceğine dair var olan genel ortak kanının sonucu bu. Bunun kaynağı UEFA Kupası’nı kazanan takımın yanlış analizidir.
Fikir yanlış
O takım olabildiğince dengeli bir ekipti ve başarılarının tamamı bu dengenin mükemmele yaklaştığı oyunlarda geldi. Aklın ve dengenin kaybolduğu maçları da oldu Galatasaray’ın. Chelsea’den alınan farklı yenilgi gibi. Camia bu süreçten ‘denge’ dersiyle çıkamadı. Akıllarda kalan ders ‘hücum fetişizmi’ oldu. O günden bu yana ve özellikle bu yıl Galatasaray’ın kadro ve takım oluşturma ana fikri hep bu doğru olmayan ana fikre dayandı.
Bunun sürdürülebilir bir durum olmadığı yukarıda gördüğünüz deplasman dizgisinde açıktır. Bir tek maçı Benfica karşılaşmasını alarak örnek oluşturmak bilime aykırıdır.
Ve bunun sorumlusu Skibbe değil. Doğrusunu söylemek gerekirse Galatasaray’ın tam yetkili teknik adamının Skibbe olmadığını düşünmek için zaten fazlasıyla sebep var. Bu sıkıntı Galatasaray’ın Völler’inden kaynaklanıyor.
Jokey modeli
Geçen salı günü Lig Radyo’daki programda teknik adamların hızla kulüp değiştirmesinden bahsediyorduk. Bu sırada ’İsmail bey’ adlı bir dinleyicinin mesajıyla neşelendik. ‘Teknik adamlar torbaya girsin’. diyordu. Tıpkı bir zamanlar hakem atamalarında uygulanan sistem gibi. Hafta içi kura çekilsin ve hangi takımın başında hangi hoca çıkacak belli olsun. ‘Böylece kim hangi kadroyu nasıl oynatır belli olur’. ‘Yedekte kalan oyuncu nasıl olsa haftaya Güvenç hoca gelecek o beni oynatır diye düşünüp küsmez’ gibi detaylarla da fikrini zenginleştirmişti. Dedim ya bu ağlanacak duruma güzel, mizahi bir yaklaşımdı ve güldük.
Dinleyici haklı. Bu durumu resmileştirmek lazım. Ya kısıtlamaları daha da geliştirip bu işi bir plana bağlamak gerekiyor. Ya da gevşetip bir sisteme bağlamak. Artık jokey sistemine dönmüş teknik direktör halini resmileştirmek lazım. Kaldıralım kısıtlamaları. Takım çalıştırma işini antrenörlere (seyis benzeri) verelim. Teknik adamlara da (Jokey tarzı) serbest çalışsınlar.
Aynı takımı 17 hafta başka hocalar çalıştırsın, ayrıca bir de teknik direktör puan durumu tutarız hem. Onların taraftarları da oluşur.
Formula 1 hesabı...
‘Bu da bizim Völler’
Düşünün! Galatasaray yetkilileri, Haldun Üstünel ya da başkan Polat, ya da ikisi birden Leverkusen’in hocasıyla masaya oturuyor. Karşıda oturan adam, genç bir Alman.
-Bak, diyorlar. Gençlerle yaptığın işleri çok beğeniyoruz. Bizim maçta takımını çok beğendik. Biz de çok iyi genç oyuncular var. Leverkusen’de yaptığın işleri bizde de yaparsan, hem sen, hem biz, hem de bu gençler hep beraber çok başarılı oluruz.
Adam çok memnun oluyor. Teklif güzel, şehir güzel, kulüp güzel, plan, ekip, para güzel...
Detaylar konuşuluyor. Ekibin kimlerden oluştuğu, kimlerden oluşacağı anlatılıyor.
Sonra Adnan Sezgin’i gösteriyor yetkili. ‘Bu beyefendi de bizim Rudi Völler’imiz. Völler, Leverkusen’de ne yapıyorsa Sayın Sezgin bizde fazlasını yapıyor’.
Adam ‘Memnun oldum’ diyor, el sıkışıyorlar...
Tabii ki bu yazdıklarım senaryo. Bunlar konuşulmamış olabilir, ama konuşulmuş olması da muhtemel. Ancak konuşulmamış olsa dahi, hayatı boyunca bu modelle çalışmış bir adam Sezgin’i böyle algılayacaktır. Galatasaray’ın Völler’i...
Galatasaray’da durum budur. Skibbe’nin algılaması da bu...
Cevat Güler her ne kadar saygın bir spor emekçisi olsa da, geçen yılın son 6 haftasında tarafsız, ama araştıran ve bilen bir gözlemci için takım Hasan Şaş, Hakan Şükür, Adnan Sezgin üçlüsü tarafından maçlara çıkarılmıştır. Şimdi Şükür yok, Şaş yok, Sezgin orada. Ve altına Völler modeliyle çalışmaya alışmış bir teknik adam alınıyor.
Şimdi bu teknik adamın yardımcılarının görevine son verildiğinde bu durum ona garip gelir mi?
Galatasaray’ın, Skibbe tercihi asla rastgele değil. Başka türlü bir yapılanmanın sonucudur.
Dolayısıyla Skibbe açısından bir sorun yoktur. Bu olup biten de Galatasaray’ı artık başka türlü yönetenler için başarılı bir organizasyondur. Ha Galatasaray için öyle midir? Bu başka bir soru! Cevabını UEFA Kupası’ndan yanlış dersleri çıkaranlar versin.
Ah Maradona’m ah!
Messi’yi nasıl oyundan alacak? İşi gücü bıraktım bunu düşünüyorum. Dünyanın gelmiş geçmiş 1 numarası, asi, isyankar, kötü, ama güzel, hayatla dalga geçen, disiplinsizliği efsaneleştiren, çocuğunuza örnek göstermeyeceğiniz, ama sizin kahramanınız olan bu tatlı serseri nasıl olur da ‘hoca’ olur.
Pele kredi kartı şirketi sponsorluğunda dünyayı dolaşırken, Castro’ya sığınan şahane adam nasıl yapar bunu aklım almıyor. Disiplinsiz davrandı diye Agüro’yu kadro dışı mı bırakacak şimdi? Messi’yi nasıl oyundan çıkaracak. Nasıl kabul etti bu işi? Yıktı beni!