2006 Dünya Kupası öncesi Jurgen Klinsmann’ı en çok eleştirenlerin başında Federasyon Başkanı Beckenbauer geliyordu. ‘Amerika’dan maille oyuncu takip etmeye çalışıyor’ diye dalga geçmişliği de vardır, hatırlarsınız. O dönem Klinsmann’ın eş durumundan ABD’de fazlaca vakit geçirmesi anavatanında eleştiri konusuydu.
O maillerin sırrı ise çok sonra anlaşıldı. ABD profesyonel sporlarında sürekli kullanılan bir performans artırma metodunu oyuncularından uygulamalarını isteyen Klinsmann, maille bu çalışmaları takip ediyor, yeni programları gönderip oyuncularından sürekli geri dönüş alıyordu. Klinsmann o kupada Avrupa’yı başka bir sistemle tanıştırdı. Yarı finale kalan ev sahibi kupanın en çok koşan ekibi oldu.
Fatih Terim’in 2008 Avrupa Şampiyonası öncesi Almanya kampında oyuncuları emanet ettiği Scott Piri de bu ekibin bir parçasıydı. Piri’nin varlığı oyuncuların fazla yoruldukları yönündeki şikâyetlerine yol açtı.
Oyuncuların sıvı alımı ve yeme içme alışkanlıkları da tamamen değiştirildi. Topla çalışma sonrası, hazırlanan özel çadırda özel aletlerle çalıştırılıyorlardı.
Söylentilere bakılırsa yoğun sezonun ardından oyuncular pestilleri çıktığından şikayetçiydi. Sağlık ekibi bu çalışmaların bizim oyunculara uygun olmadığı uyarılarında bulunuyordu. Terim’in yardımcıları ise Scott Piri’nin maç öncesi takımı ısıtmak için sahaya çıkmasından memnun değildi.
Milli Takım bu çalışmalar sonrasında şampiyonanın en parlak fizik performansını sergiledi. Hemen bütün maçlarda son dakikada oyuna yeni başlamış gibi dinç bir oyunla yarı finale kadar geldiler. Şaşırtıcı bir şekilde yine aynı ekiple çalışan Almanya’yı bile geride bırakmayı başardık. Ama başka bir şey daha oldu. Takımın yarısı çoğu darbeye bağlı olmayan sakatlıklarla devre dışı kaldı.
Bu neden oldu? Almanların 2 yıllık bir zamanda sağladığı fizik yükselişi bizim sadece 1 aylık bir yüklemeyle sağlamaya çalışmamızdan mı? Kesin bir şey söyleyemeyiz. Ama şüphelenebiliriz.
İtiraz edemeyeceğimiz başka bir gerçek daha var. Tesadüf ya da değil, şampiyonaya çağrılan 23 oyuncudan bu sezon performans olarak üzerine koyabilen yok.
Şimdi gelelim Madrid’deki maça. Oyuncuların ikinci yarıda sahada ruh gibi dolaşmalarının günahını bir Alman’a, Skibbe’ye, ya da bu rakibin bir önceki hocasına, Aragones’e yükleyebiliriz. Birisi çoktan ülkesine dönmüş, diğerinin eli kulağında. Hep birlikte ikisinden de nefret ediyoruz.
Peki ya içlerinden biri çıkıp “Ben bu adamları yaz dönüşü bu seviyeye çıkarmak için neler çektim biliyor musunuz!” derse ne cevap vereceğiz?
Lafı uzatmayayım ve ben kendi adıma Aragones ve Skibbe’nin bu konuda kulüplerine şikayetleri olduğunu söyleyeyim.
Karar sizin!
Yaşlı ve yorgunAna yazıdaki genel fotoğrafın üzerine bir de sahaya çıkan takımın yaşına bakalım. 28 ortalama yaşla sahadaydık. 25 yaşın altında sadece 2 oyuncumuz vardı. En genci de maalesef en yorgunu Arda’ydı. Rakipse 25 yaş ortalamasıyla sahadaydı. 25 yaşın altında 5 oyuncusu vardı.
Hocaya, iki 35’liği neden oynattın diye sormak niyetinde değilim. Emre Aşık belki sahanın en iyilerinden biriydi. İbrahim Üzülmez de memlekette seçilebilecek oyuncuların başında geliyordu. Ama şunu sorabiliriz. Dar alanda yaslanarak oynarken kabul, ama Sami Yen’de bu kadroyu sahaya sürebilir miyiz? Mutlak kazanmanız gerekmese de kesinlikle yenilmemeniz gereken bir oyuna bu kadroyla çıkmak mümkün mü?
Takım çok ama çok yorgun gibiydi. Umuyorum sadece gibidir. En azından bir beraberlik iddianın sürmesi açısından şart.
Şike ihbarı veyaLincoln’ün, Kayseri maçının 30. dakikasında atılacağının önceden ihbarı konusu dün yeniden açıldı. Adnan Polat bu ihbarın kendilerine geldiğini, ama gülüp geçtiklerini, ancak olayın gerçekleştiğini bir kez daha söyledi. Bunu, Galatasaray Başkanı dillendiriyorsa bir ihbardır. Normal bir ülkede savcılar harekete geçer ve sorarlar: Olay nasıl oldu?
Spor Toto teşkilatı ve İddaa’nın, TFF’nin ve Spor Bakanlığı’nında bu konuyu takip etmesi gerekir. Ancak aradan 1 ay geçmesine rağmen olayın üzerine giden yok. Peki neden?
Dün, kulislerde bu ihbarı yaptığı söylenen eski federasyon yöneticisiyle konuyu konuştum. O aradı. -Evet o benim dedi. Şaşırdım. Anlattı: “Tribünde maçı izlerken Selçuk Dereli’nin sıfır toleransla maç yönettiğini görünce böyle giderse, Baros oyundan atılabilir” dedim, sonra da ekledim: “Ya da Lincoln!”
Lincoln’ün atılması sonrası yanındaki futbol camiasının ünlü ismi hayretle şöyle diyor: “Yahu maçları Rıdvan değil sen yorumla. O golü biliyor, seninki daha zor”. “Devre bitti abimiz kalktı. Herhalde içeride konu geçmiş, önce Yurdeşen Karahasan, sonra Başkan ve Haldun Üstünel de gelip sordular. Onlarla da bu şekilde konuştuk”. “Ancak sonra nasıl olduysa konunun maçtan, ilk düdükten önce konuşulduğu iddia edilmeye başlandı”.
“Ben maçtan önce kırmız kartı nereden bileyim. Selçuk Dereli’nin oğlu bilemez. Lincoln 30 dakika topa değmese Dereli onu nasıl atacak?” İşte söyledikleri bunlar. Karar yine sizin.
Not: İsmi açıklamamaktan çok rahatsızım, ama ne yazık ki söz verdim. Umarım taraflardan biri açıklar ve konu aydınlanır.
Cesur ve çekingenRıdvan Dilmen kadro açıklandığında haklı olarak ‘Çok cesur bir kadro’ dedi. Evet listeye baktığınızda hiç de çekinden bir hocanın oyuncu topluluğunu görmüyorsunuz. Hatta bir 90 dakikayı çıkarması sadece bu seviyede değil, Türkiye Ligi’nde bile zor olan Emre B.-Arda-Nihat üçlüsünü sahaya birlikte sürmek, onlar iyice tükenmişken Semih’i oyundan çıkarmak! Hepsi çılgınca cesaret örnekleri. Ama sizi sadece kadro anlatmaz ki... Oyun stratejiniz ne? Oyunun merkezi neresi? Kanat savunmacılarınız kaç bindirme yaptı. Orta saha oyuncularınız duran toplar haricinde kaç kez ceza sahası çevresine geldi?
Sizin oyun cesaretinizi bunlar ölçer! Bu istatistiklere bir bakın. Sergio Ramos’la Gökhan Gönül’ü değil, Nihat’ı karşılaştırın. İşte o zaman kim daha çok istiyor görebilirsiniz.
Ya da bakmayın! Ben baktım. Durum hiç iç açıcı değil.