Yüksek tempoyla topu çevir. Topu kalenden uzakta tut. Rakibin oyun merkezine baskı yapıp, oyun kurmasını engelle.
Topu kaptığın anda rakip dengesiz kalacaktır. Hızla kaleye yürü.
Schuster’in temel prensibi bu. Şenol Güneş’in de...
Trabzonspor’un, Manisa maçında 25 dakikadan sonraki oyunu ve Beşiktaş’ın, Kadıköy’de Ekrem’in sakatlandığı 22. dakikadan devrenin sonuna kadarki futbolu bu oyunu oynamazlarsa başlarına ne geleceğinin örneği.
Eğer rakibi en başından durduramazlarsa, topu rakip yarı alanda tutamazlarsa sıradanlaşıyorlar. Ve:
1-Oyunun temposu düşüyor. Fizik güçlerini sergilemelerini ve bunun avantajlarını kullanmalarını sağlayacak şartlar yok oluyor.
2-İleri uçtaki yetenekli oyuncuları oyunun içinde tutamıyorlar.
Top Trabzonspor ya da Beşiktaş’ın sahasındayken ilkinde Jaja-Umut-Yattara gibi değerler tamamen kayboluyor. İkincisinde de Quaresma-Bobo ve Guti...
Oyun Zapo’yla Toraman’ın, Egemen’le Giray’ın zirve noktası kadar oynanabiliyor.
Her iki takım da sahip oldukları zenginliği ve farklılığı yitiriyor.
Gün itibarıyla ligin en zayıf ‘hücum organizasyonlarından ikisi’, Manisa ve Fenerbahçe böylece rakiplerini çok zor durumlara sokabiliyor. Fark atıyor ya da bunun ucundan dönüyorlar. Çünkü böyle olduğunda organizasyon ya da takım değil, teker teker oyuncuların güçleri tartıya çıkıyor. Niang, Alex ya da Makukula... Her iki takımda da bireysel olarak bu seviyede savunmacılar yok. Onları artıya geçiren organizasyonları.
Üstüne Quaresma gerçeği var. Takımın serbest adamı olarak top sürekli ileride tutulabildiğinde, oyunun sürekli içinde, sürekli bir tehdit ve sürekli iştahla oynuyor. Top Beşiktaş yarı sahasına geldiğinde ise durum farklı. Portekizli’inin Barça, Chelsea ya da Inter’de kendisini göstermesini engelleyen şartlar ortaya çıkıveriyor. Yani taktik disiplin eksikliği. Eğer dünyanın en iyisi değilse bundan zaten.
Alman olmanın avantajı
Top ondayken oyunun içindeyken eşsiz yetenek. Ama oyunun diğer yönünde neden bugün Manchester’da olmadığını da gösteriyor. Schuster ondan ve fizik olarak kariyeri boyunca sorunlar yaşayan Guti’den maksimumu almak için bu yolu seçiyor. Ve hiç kuşkusuz haklı.
Genel fotoğraf bu. Ve bu iki takımın zayıflıkları da sanılanın ve söylenenin aksine rakip kontratağa yatmışken ortaya çıkmıyor. Aksine rakip kalabalık gelirken problem yaratabiliyor.
Manisa Tarbzonspor’a karşı maçı 1-0’dan 2-1’e getirirken kontr atak mı yapıyordu?
Ya da Fenerbahçe savunmaya yattığı ikinci yarıda veya maçın ilk 25 dakikasında mı daha çok şans yakaladı, yoksa Beşiktaş’ın orta saha üstünlüğünü kaybedip Fenerbahçe’yi buyur ettiği 25-45 arasında mı? Ezberden konuşmayalım. Gerçek fotoğrafa bakalım.
Sezon başında, Schuster’in oyun planının ne olabileceği konusunda birkaç fikir yürütme yapmıştım. Temel çekincem futbol anlayışı açısından İspanyol kökenli teknik adamın pas oyununa fazla dalıp, ülkedeki yerleşik fizik futbolunun yaratacağı sorunlarla yüzleşmek zorunda kalması ihtimaliydi.
Ancak Schuster oyuncularını top rakipteyken de önde olmaları ve kavga etmeleri gerektiğine çok çabuk ikna etti. Bu da Alman olmanın, daha doğrusu uluslararası olmanın avantajı olsa gerek.
Ve tabii bir de kadro yapısının. Misal Rijkaard geçen yıl önde yabancılar, arkada yerlilerle oynuyordu. Ancak Beşiktaş’ta durum farklı. Sahaya Nobre ve Aurelio’yla birlikte 8 yabancı oyuncu sürme şansı var. İdeal kadroyla sahaya çıktığında Üzülmez, Toraman ve kaleci dışında yerli oyuncu olmayacak. Dolayısıyla elindeki DNA’sı bu oyuna, Rijkaard’ın Galatasaray’ından daha uygun bir ekip.
Burada önümüzde duran soru işareti şu: Eğer Pazar günü Fenerbahçe ilk yarıda maçı 3-0’a getirseydi ne olacaktı? Ya da Porto bunu yaparsa? Kırılma noktasında ne yaşanacak?
Şans bulabilecek mi?
Beşiktaş kamuoyu, yönetimi vs. böyle bir durumda nasıl tepki verecek? Rijkaard’ın kamp tercihi bile sorun oldu! Beşiktaş yönetimi medyası ve kamuoyu bu yolda bu kırılma anlarında da Schuster’i yüreklendirmeye devam edecek mi?
Schuster’in üzerinde koşarak gittiği yolda böyle bir kriz vukuu bulduğunda özellikle yönetimin tavır ne olacak?
Rijkaard’ın yaşadıklarını mı yaşayacak, yoksa planını mükemmelleştirmek için yeterli şans bulabilecek mi?
Trabzonspor’a gelince! Buradaki soru işsteri ise tamamen Şenol Güneş’le alakalı. Geçen hafta işstifadan döndüğü doğruysa durum vahim. Güneş bir Trabzonlu. Şehrin onda etkisi, katkısı büyük.
Onu eşsiz kılan ise hem yerel hem de evrensel zenginliğiyle tek olması. Milli Takım ve G.Kore tecrübeleri onu Trabzonu hem içeriden hem de dışarıdan en iyi tanıyan futbol adamı yapıyor. Sorunları biliyor, muhtemelen çözümleri de. Eğer yönetim krizinin üzerinde ve dışında olursa çözüm bizzat o olur. Ama gerçekten istifayı bir an için bile düşündüyse maalesef sorunun parçası da olacaktır.
Umarım bunları çoktan aşmıştır.
Aykut Kocaman’ın planı
Teknik direktör bir takımın her şeyidir. Etkisi %100, hatta mümkünse daha fazladır.
Ancak maçın ilk düdüğü çaldıktan sonra bu etki artık %10’lardadır. Oyuncu değiştirme ve mola azlığı bu durumu yaratır. Yani genel anlamda, teknik adamlık statta değil, antrenman sahasında icra edilen bir meslektir. Nacizane düşüncem bu.
Aykut Kocaman’ın derbi performansını bu kıtsaslarla değerlendirmek lazım.
25’le 45 arasındaki Beşiktaş’ın yaşadığı krizden standart oyunla farklı bir galibiyet çıkabilirdi. Buna kuşku yok. Böyle olsaydı Kocaman da büyük bir zafer yaşamış olacaktı. Tıpkı Lorant’ın 6-0’ı gibi.
Ama takımın kontratak planının tuttuğu genel kanısına hiç katılmadığımı söylemeliyim. İlk 25 dakikada kontraya yatılan bölümde Fenerbahçe rakip ceza sahasına gelemedi dahi.
İkinci yarıda tam defansif oyunda ise 2 kontratak bulunabildi. Alex oyundan çıktıktan sonra sadece 2 stoperi geride bırakmış bir takıma karşı ise sıfır kontratak.
Bunun iki temel sebebi var. Takımda pas yapabilen yegane oyuncu Emre yok. (peki niye yegane?)
Ve açık biçimde takım yorgunluktan öldü.
Bu durumda planın tuttuğunu söylemek manalı değil.
Fenerbahçe bu maçı 4-0 kazanabilirdi. Ama bu ne kontr planın tuttuğunu gösterirdi, ne de bu anlayışın üzerine gelecek kurulabilir!