Mehmet Demirkol

Mehmet Demirkol

mdemirkol@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Galatasaray’ın UEFA Kupası zaferini yazdığım bilgisayarla, bugün internette o yazının olduğu sayfayı açmam mümkün değil.
O kadar değişti her şey. Aletler böyle değişirken oyunun aynı kalmasını beklemek mümkün değil. Aktörler, yöntemler, kulüpler her şey değişiyor. Bologna, Mallorca, Dortmund, Leeds. Bu kulüpler o zaman neydi, şimdi ne?
Oyunun kuralları değişiyor. Saha içinde ve dışında... Çok hızlı hem de. Daha önce hiç olmadığı kadar... Ama en önemli değişim oyunun kendisinde.
Dün Fanatik Gazetesi’nde bu değişimi anlatan güzel bir röportaj yayınlandı. Necil Ülgen ve Mehmet Demircan, Joachim Löw’le konuşmuş. Söyledikleri basit ama önemli... Çünkü biliniz ki o sadece bir teknik adam değil, bir futbol düşünürüdür.
Löw sadece Euro 2008’in en iyi hocalarından biri olmakla kalmadı misal. Basın toplantılarındaki açıklamalarıyla kupanın en iyi yorumcusu da oldu. Saha kenarından (Avusturya maçının yarısında ve Portekiz maçında tribündeydi gerçi) oyunu bu kadar iyi analiz edebilmesi takdire şayandı. Dünkü röportajı da basit ve zihin açıcıydı. Tek bir sözcük üzerinden anlatıyordu her şeyi. Löw, tıpkı değişimin bizzat kendisinde olduğu gibi oyunda da temel faktörün artık her şeyden önce hız olduğunu söylüyordu.
Hız artık her şey... Ve bu yüzden artık klişeleşmiş maç yorumlarında kullandığımız cümleler süratle manasızlaşıyor. Misal rakibi ceza sahası çevresinde baskı altına almak artık o kadar da şart değil. Hatta belki de bazı seviyedeki takımlar için istenmeyen bir durum. Çünkü rakip alanda baskı kurmak sizin için daha dar alanlar ve rakip için daha geniş alanlar anlamına gelebiliyor. Bu durumda hızlı ve mesafeden bağımsız şekilde olumlu pas kullanabilenler için baskı yemek bir avantaj bile olabilir. Iniesta 30 metrelik bir pasla Riera’yı görüyor, o bir uzun çapraz top atıyor ve geniş alanda Torres bile değil, Güiza gole koşuyor. Ya da Messi bomboş durumda kafa golü atıyor. Şampiyonlar Ligi finalinde hem de...
Bu pas beceri ve hızına karşı baskılı oynamak ne sonuç getirir ki! Barça ve devamındaki İspanya, ‘yeni futbol’ için verilen ilk örnek olsa da Chelsea’yi Manchester’ı, bu Konfederasyon Kupası’ndaki Brezilya ve ABD’yi, Inter’i, Wolfsburg’u, ilk yarıdaki Hoffenheim’ı, Shaktar’ı, Bremen’i, zaman zaman Stuttgart’ı, misal Metalist’i, Fransa Ligi’ndeki takımların yarısını, hatta bazı maçlarda Sivasspor’u, kendi güçleri içinde aynı klasmana koyabiliriz.

Rijkaard’ı Rijkaard yapacak olan
Daha önce birçok defalar Alman basınıyla kavga eden Daum’un da bu sene Köln medyasıyla yaptığı en büyük kavga bu konudaydı. Başka kelimelerle - Löw kadar akıllı olmayan bir yöntemle - aynı şeyi anlatmaya çalışıyordu o da. Şunu haykırıyordu: “Futbolun geleceği kontrataktır”
Oyun artık böyle. Başka türlü bugünün oyunu içinde baş ve yardımcı aktör olma şansı yok. Aragones bunu yapamadığı için başarısız oldu. Yapmak istediği buydu, başka bir alternatif görmüyordu. En yukarıdaki oyunu istiyordu. Buna uyan bir kadro oluşturmak için vakti yoktu. Bunu oluşturacak bir oyuncu dönüşümü sağlayacak insani ilişkilerden yoksundu. Zeminler bile onun için engeldi. Skibbe de bu öğretiye hakim bir adamdı ama onun da benzer sıkıntıları oldu.
Ersun  Yanal için zaten durum sadece hep bu oldu. Bu bahsettiğimiz hız oyununu başka türlü formüle etmiş olsa da Türkiye’de ilk dillendiren ve Anadolu’da uygulamayı başarmış adam Yanal’dır. Bu oyunun basketbol gibi oynamalıyız diyen o. Gençler’le başarılı olan da. Başka bir ülkede doğmuş olsa durum farklı olurdu. Çünkü çabuk yıldı ve sıkıldı. Bülent Uygun’daki hırs ve inanmışlık onda olsa durum farklı olurdu. Uygun da aynı fikirde. Aydın Örs’le bu oyun üzerinde çalışmış olması da bundan.
Hız artık her şey... Oyuncuların değil, oyunun hızı.
Ve biliyoruz ki, bu bugünden yarına olmaz.
Başta da söylediğim gibi, Galatasaray’ın UEFA Kupası zaferini yazdığım bilgisayarla, bugün internette o yazının olduğu sayfayı açmam mümkün değil. Terim’in ta Ümit Milli Takım’dan UEFA Şampiyonluğu’na uzanan çalışması yaklaşık 10 yıllık bir süreçti ve sürekli bir gelişimden besleniyordu. Terim oyuncularına belki de 20 yaşından sonra altyapı eğitimini vermeye bu oyunu kurmaya başladı. Çünkü altyapı eğitimi yeterli olmayan bir oyuncu grubuna bugünden yarına bu oyunu oynatmak mümkün değil.
Şimdi “haklı olarak Rijkaard geldi hücum futbolu oynayacağız” heyecanıyla yatıp kalkan Galatasaraylıların kendilerine şunu sormaları gerekiyor.
Hayatında ilk kez “doğu”da çalışacak ve her gün her şeye çok şaşıracak olan bu Surinamlıya gerçekten sabredecek misiniz? Stada 10 yıldır gösterdiğiniz sabrın bir kısmını bu adama verebilecek misiniz? Çünkü Ayhan’ı bile yeniden formatlaması gerekecek. Bu durumda Rijkaard’ı Barça’daki Rijkaard yapacak olan bizzat Galatasaray’ın tüm unsurlarının yaklaşımıdır.
Löw’ün röportajından bir bölümle bitirelim ki durum daha net anlaşılsın:
“Barcelona’ya baktığımızda diğer takımlarla inanılmaz bir fark görüyorsunuz. Sanki uzaydan gelmişler. İncelemek üzere bu ülkeye gittim. Altyapılarını araştırmak istedim. Bir gün 17 yaş altı takımlarının antrenmanını izledim. Daha sonra A takımı ile maç yaptılar. Gözlerime inanamadım, çünkü iki takım arasında fark yoktu. Hızlı bir oyun vardı, bir ara genç takımı A takım zannettim.. Mükemmel bir sistem oturtmuşlar. Belli bir sistemle yürüyorlar ve başarı zaten kendiliğinden geliyor.”

Haberin Devamı

Okur Fenerbahçe’yi istese
Tanjeviç’in ne kadar önemli bir hoca olduğu, dünya basketbolundaki yeri vs. Bunun üzerine laf edecek bilgi birikiminde değilim. Üzerine konuşmak haddim değil.
Ama Mehmet Okur’un Türk basketbolundaki yeri ve önemini bilecek kadar da izleyiciyim. Ki izlemesem de bunu söyleyebilirim.
İki basit soru sorarak duruma bakalım:
Türk milli takımına Mehmet Okur’u çağırmayacak başka bir koç var mı?
Mesela Mehmet Okur delirse ve “NBA’i bırakıyorum. Aziz Başkan, yıllık 1 milyon dolara Fenerbahçe’de oynamak istiyorum dese, Tanjeviç ne yapacak?”
Hidayet, Mirsad ve Mehmet’i birlikte oynatabilecek bir koç için ihale açılsın kanımca. Herkes teklifini versin. Ve bu iş bitsin.
Çünkü Okur istiyorsa bu takımda oynar.