Mustafa Denizli’nin sahaya sürdüğü 11 oldukça riskli gözükebilir. Hele de Manchester United gibi bir rakibe karşı Şampiyonlar Ligi maçına çıkıyorsanız. Ancak bilinen gerçek gücünüz ne olursa olsun, ister Barça olun ister Real, kontrollü oyun oynuyorsunuz. Skor zora girmediyse özellikle de deplasmandaysanız, dengeli oynamaya çalışıyorsunuz. Alex Ferguson’un da sonsuz tecrübesiyle takımını bu stratejiyle oyuna çıkarması kesindi ve öyle de oldu. 64’üncü dakikada Ferguson çift santrfora dönene kadar, Beşiktaş’a nerdeyse hiç önde basmadı. Dolayısıyla 11’in kafalarımızda yarattığı risk imgeleri de çoğunlukla boşa çıktı.
Bunda Beşiktaş’ın savunma yönü zayıf gibi duran Serdar, Tabata, Ekrem, Holosko gibi oyuncuları da geri koşmaktan iki yönlü oyundan sahne gereği kaçmamasının da payı büyük. Sonuçta genel olarak dengeli bir oyun oluştu. Manchester’ın bulduğu pozisyonlar siyah-beyazlıların tembelliğinden değil, rakibin topu çok daha hızlı çevirebilmesinden, akın yönünü tek pasla ve hızla değiştirebilmelerinden oluştu ki, bu kadarı da normaldir. Hatta burada ciddi bir savunma başarısı da var. Pozisyon sayısının az kalmasında Beşiktaş savunmasının Galatasaray maçına oranla çok daha dikkatli oluşunun payı büyük. Rakip bu nedenle çok ofsaytta kaldı. Ancak bizim tehlikeli bölgede hiç soğukkanlı ve hızlı olamayışımız kötü bir sinyal.
Maçı çözen, 64’de Ferguson’ın, Owen ve Berbatov’u sahaya sürüşü ve önde basmaya başlamaları oldu. İstediklerinde arkadan top çıkarmayı imkansız yaptılar. Çok az bir tempo artırımıyla şampiyonumuzu yenebilmeleriyse işin acıklı tarafı.
Kabul edelim ki biz elimizden gelenin de iyisini yaptık pozisyon bulamadık. Ama onlar çok basit oynayarak kazanmayı bildiler. Bizim maksimumuz pozisyon bulamadı, onların minimumu kazandı.
İşte bu kötü olan!
Sık sık tekrar ediyorum, bu ligin şifresi: “Asla kaybetme”dir.
Ama deplasmanda herkesi yenebilecek bir rakibiniz varsa, başka bir yol da bulunabilir. Yani evde kalan 2 maçı da kazanmak ve Old Trafford’dan başka bir yerde kaybetmemek artık şart.