Cumartesi sabahı kalktım. Telefon defterimi açtım. Brezilya’dan Kore’ye tanıdığım tüm uluslararası futbol uzmanı meslektaşlarımın hepsini aradım. Yerel saati uygun olmayanlara da elektronik posta attım.
Tek bir soru sordum herkese: “Mehmet Topuz hakkında ne düşünüyorsun?” Yaklaşık 30 kişiye ulaşmayı başardım.
“İki sene önce Lille istemişti galiba” ve “Ya U-20 ya da Ümit Milli Takım’da izlemiştim sanırım. İyi futbolcuydu” en övgü dolu cevaplardı. İsmi o kadar da duyulmamış değildi, Kayserispor’da oynadığını bilenler oluyordu, ama bir anda nereden duyduğunu hatırlamayanlar da fazlaydı. “Sivas’ın golcüsü değil mi?” karşı sorusuyla da birkaç kez karşılaştım.
Bazılarına Mehmet Topuz’un Kayseri’den aldığı parayı, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın 6 milyon euro civarında bir bonservis vererek bu oyuncuyu almak istediklerini söyleyince şaşırdıklarını belirtmeliyim. “Euro 2008’de neden yoktu?” sorusunu da sıkça duydum. Ki sanırım en önemli soru da buydu. Ülkenin Türkiye’de doğmuş ve sadece Türkiye’de oynamış oyuncuları arasında en yüksek ücreti alanı, Avrupa 3.’sü takımda olmayışı nedendi?
Bu ligin şampiyonluk mücadelesinden daha heyecanlı geçen son savaşının baş kahramanının uluslararası bilinirliği işte bu seviyede...
Bu uluslararası az bilinirlik, onu kötü futbolcu yapar mı? Tabii ki hayır! Son sezonunu bir kenara atarsak şahsen benim en beğendiklerimden biri. Heyecanı devam ediyorsa hâlâ çok yararlı olma ihtimali de var. Ancak önümüzdeki sezon içinde 27’sine basacak az bilinir bir oyuncunun toplam 12-15 milyon euroluk bir paketle ülke içi bir transfer yapıyor oluşu üzerine düşünmek lazım. Şu sebeple:
Topuz, Edirne’nin dışına çıktığında bu paranın üçte biri bile etmiyor. Uluslararası bir meslekte bu kabul edilebilir bir durum değildir.
Menajerlik nedir?
1-Topuz, Fenerbahçe’yi arıyor. ‘Gelmek istiyorum, beni istiyor musunuz?’ diye soruyor. ‘Zaten kulübünle görüşüyoruz’ diyorlar.
2-Sonra Beşiktaş’ı arıyor. Beşiktaş müthiş bir süratle davranıp imzayı attırıyor.
3-Hakan Gündoğar harika bir gazetecilik başarısıyla Topuz’un imza attıktan sonra çekilen Beşiktaş formalı fotoğrafını yayınlıyor.
4-Beşiktaş, sonra Kayseri’ye başvuruyor ve “Biz Fenerbahçe’yle anlaştık” cevabını alıyor.
5-Son olarak da eski bir Galatasaray yöneticisi “Mehmet bana doğuştan Galatasaraylıyım demişti” diyor.
Tüm bunlar 2 gün içinde oluyor. Topuz’un hangi takımı tuttuğunda değilim. O formayı giyip böyle bir açıklama yapıyorsa Beşiktaşlıdır, saygı duyulmalıdır. Ama Çarşı’da Alen’in yardımcısı olsa bile bir menajer bir profesyonelin bunu yapmasına izin verir mi?
Alın bu olay vasıtasıyla tartışılması gereken bir diğer durum. Türkiye’de menajerlik.
Oyuncu menajerler var. Misal Fenerbahçe’de oynuyor, Galatasaray’da futbolcusu var. İkisi de büyük yıldız hem de. Çok büyük hem de. Başa bir adam koyuyorlar patron gözüküyor. Fenerbahçeli yıldız Galatasaraylı yıldızın geleceğinde söz sahibi oluyor.
Menajer var. Oyuncuya daha imza atılmadan forma giydiriyor.
Peki tüm bunların menajerler dahil kime ne faydası oluyor? Menajerin Türkçesi, yürütücü demek. Ama birinci anlamıyla mecazıyla değil. Peki ya Türkiye’de?
Not: Tabii ki hepsinden bahsetmiyorum. 1 ya da 2 menajer var bu işi doğru yapan. Yoksa onlar da mı bıraktı? Çünkü bu işe girip 3 ay sonra “Allah müstehakınızı versin diye bırakan o kadar çok adam gibi adam var ki. Bkz. Mustafa Doğan...
Rijkaard meselesi
Şu bir gerçek: Bu atama sonrası 2000’de Ali Sami Yen’i terk eden bir dolu seyirci/ taraftar/müşteri koltuklarına geri dönecek. Gerçekten heyecan verici... Herkes için...
Uğur Meleke dün Rijkaard’ı anlatan güzel bir yazı yazmış. İtiraz edilecek çok az şey var. Sadece tamamlayacak bir iki laf etmeli.
Galatasaray’ın sorunu teknik direktör değildi, hiç olmadı. Kafa değişmedikçe sorun düzelmez. Adnan Polat’ın imza basın toplantısında söylediklerindeki doğrular kadar yanlışlar da yine dersin çok iyi çalışılmadığını söylüyor. Hayır, Barça’yı Katalan değil de Bask takımı yapan dil sürçmelerinden bahsetmiyorum.
Takım içi adalet sağlamak için Rijkaard’ı getirdiklerini söylemesi misal. Halbuki bu en çok eleştirilen yönlerinden biridir. Bazılarını kayırdığı, yüksek prim verdiği, bizzat oyuncuları tarafından söylenmiştir. Bunları bilmek gerekir.
Asıl önemlisi Rijkaard bir kurucu teknik direktördür. Var olan oyunu mükemmelleştirme, yoluna koyma gibi işlerle uğraşmaz. Temelden alır. En temelinden takım kurar. Seçtiği yol, belki de Ajax kökenli olmasının bir sonucu olarak budur.
Bu durumda Galatasaray’ın tüm bireylerinin, basınından başkanına kadar, susup beklemesi gerekiyor. Hiddink değil aldığınız. Seneyse sene, beklemelisiniz. “Bu adam hoca değil” kültürüne hapsolmuş bir camia için bu kolay değil. Şimdiden bilin, çok gol yiyecek Galatasaray. Çok da atacak. Çok garip maçlar verecek ve alacak. En iyi oynadığı maçı verecek. Eğer bildiğimiz Rijkaard’sa yol acılı olacak. Sonunda vuslat var ama yol dikenli. Lucescu’dan Gerets’e, Skibbe’ye ve Korkmaz’a vermediğiniz zaman primini ona her şartta verecek misiniz, vermeyecek misiniz? Mesele bu!
Yoksa Galatasaray’ın meselesi teknik direktör değil, hiç olmadı ve hiç olmayacak.