Maç sonrası stattan çıkan muhtemelen - bir İngiliz taraftar haykırıyordu yanındaki arkadaşına. F’li kelimeyle yağladığı bir hayret nidasını: ‘İnanılmazdı’
Gülen yüzüne ve maç biter bitmez dışarıda oluşuna bakılırsa Chelsea taraftarı olmamalı. İnanamadığının ne olduğunu da kestirmek güç.
10 Ekim’den bu yana gol yememiş Şampiyonlar Ligi’nde toplam 2 gol yemiş Chelsea’nin 2 gol yemesine mi?
Bu yıl hiç kaybetmemiş olan Londralıların İstanbul’da kaybetmiş olmasına mı?
Oyun olarak bu kadar geri düşmüş bir takımın böylesine dirilişine mi?
Marco Aurelio’nun şahane oyununa mı?
Deivid’in golüne ya da Volkan’ın kaya gibi sert oluşuna mı?
İngiltere’nin sıradan oyuncularından biri olarak bilinen ‘Coca Cola Kid’ Kazım Richards’ın maçın kaderini değiştiren oyuncu olmasına mı?
İkinci yarıda sürekli geniş alanda birebir kalmalarına rağmen Lugano’nun Drogba’yı durdurmuş olmasına mı?
Sahada en çok tanıdıkları ve muhtemelen çekindikleri oyuncu olan Kezman’ın Fenerbahçe’nin en kötüsü olmasından ortaya çıkan kaliteye mi?
Belki hepsine ve daha fazlasına...
Şaşıran sadece İngilizler ya da dünya futbol kamuoyu değil kuşkusuz.
Zico’nun uyutma taktiği!
‘Belki iyi oynadığımızı düşündüğümüz için orta sahada pres yapmadığımız anda golleri yedik. Bu hep konuştuğumuz bir şey. Futbolda hep uyanık olmak zorundasınız’ diyen Avram Grant’ın da benzer bir şaşkınlık içinde olduğunu söylemek lazım. Ben ise artık şaşırmıyorum. Çünkü Grant’ın da sözlerinden hareketle Zico’nun önce rakibi uyutmak istediğini düşünüyorum artık.
İlk yarıda hemen hiç rakip ceza sahası içine giremeyen, kaleyi bulan şut atamayan bir takımın maçın geri kalan kısmında alay konusu olabileceğinden endişe ederken böylesine bir geri dönüş... Beşiktaş’ın Liverpool deplasmanından sonra Arsene Wenger’in, “Bu seviyede 8-0’lık sonuçlar alan takımlar olmamalı” aroganlığıyla bir kez daha yüzleşmek acı olurdu. Sevilla’da 2-0 geriye düşüldüğü andakine yakın bir ruh haline gömülmüştü maça çok büyük bir şovla başlayan Saracoğlu.
Ama Chelsea’nin Avrupa hikayesinde Türk takımlarıyla karşılaştığında hep olduğu gibi bir ilk yaşandı. Londralı’nın evinde aldığı en ağır yenilgi Beşiktaş’tan gelmişti 0-2’yle. En farklı deplasman galibiyeti de Galatasaray’ı daha sonra UEFA Şampiyonluğu’na götürecek 0-5’ti.
Bu kez de yılın ilk yenilgisine bütün yıl yediği kadar gol yiyerek Fenerbahçe karşısında uğradılar.
Ancak bana sorarsanız asıl muhteşem olan yılın en iyi Şampiyonlar Ligi maçlarından birinin kentimde oynanmış olmasıydı. Sanki hakem yoktu sahada. Chelsea futbol oynamak istiyordu. Fenerbahçe daha iyi oynamak. Ballack, Makalele- Lampard’a karşı Marco’nun oyunu bile yeterdi.
Avantajlı skor nedir?
2-1 normal şartlarda elemelerde deplasman takımı için iyi bir sonuçtur. Ama bu seviyede? Fenerbahçe evinde galip gelen tek takımken bu klişeden gerçekten bahsedebilir miyiz? Ve Chelsea’ye karşı avantajlı skor nedir söylesenize? 3-0 yeter mi? Emin misiniz? Eninde sonunda, en sonuna kadar oynamak hiç geriye yaslanmayı aklınızdan geçirmemek şart değil mi zaten. E o zaman?
Kazanan her zaman haklı değildir. Tamam. Ama peki ya her zaman kazanan? Her zaman kazanan Zico’yu yine eleştireceğiz. Dün ilk yarıda tribünlerin de yaptığı gibi. Ama artık asıl fikir onunki. Çünkü o hep kazanıyor.
Salı günü Fenerbahçe’nin Stamford Bridge’e Gökhan ve belki Roberto Carlos’la eksiksiz gitme şansı var. İlk yarıda bu kez daha önde baskı yiyerek başlayacaklar. Ve Fenerbahçe bu kez sıkıştığında topu ileriye vurmak daha çok tercih edilen bir seçenek olacak. Hatta bunlardan gol şansı çıkarmak da.
Bu kez gerçekten Kezman’ın yerine Semih’e ihtiyaç olacak. Aksi halde tutunmak bu kez gerçekten zor olur.
Artık tüm yıl boyunca gördüğümüz sayısız örnekten biliyoruz ki Fenerbahçe bu turu geçebilir. Detayları Salı günü daha net tartışırız.
Türk kahvesi
Bu konu futbol dışı kusura bakmayın. Ama biliyorsunuz ki ‘Futbol fena halde hayat benzer’ ve her konunun futbolda bir izdüşümü vardır. Bu bağlantıyı size bırakıyorum.
Kahve çılgınlığı yaşıyoruz. Her sokakta yerli - yabancı 3 kahve zinciri var. Ucuz olan ve yerli olandan yanayım. Paramı mümkün olduğu kadar onlara harcıyorum.
Anlamadığım iki noktayı da paylaşmak arzusundayım. Kahve neden bu kadar sıcak servis ediliyor bu bir. Bunu kim içebiliyor?
Ve neden menülerde ‘Turk kahvesi’ yazıyor? Hele de yerli olan dükkanlarda. Ne kahvesi olacaktı ki! Ben Türk, satan Türk, yer Türkiye. Türkçe veriyorum siparişi, Türk Lirası ödüyorum zaten. Adına Türk kahvesi demenin manası ne?
Bakın bizde 4 çeşit kahve vardır. Orta, az şekerli, şekerli ve sade. Türk kahvesi diye bir şey yokdur. O zaten Türktür. Türk Mehmet mi diyorsunuz bana. Siz hiç İtalyan Esspresso’su, Fransız Creme’i diye bi şey duydunuz mu? Rica ediyorum menülerinizi düzeltiniz.