Guus Hiddink, Rusya’da 4 yıl görev yaptı. Kendi verdiği rakamlarla Rusya’da uyuduğu gece sayısı 90. Son yılında şubat ayından itibaren ise bırakın Rusya’da kalmayı, Londra’da Chelsea’yi çalıştırdı. Dolayısıyla bu dönemde Rusya’ya neredeyse hiç uğramadı. Yarı finalde Iniesta’nın 93. dakikadaki golüye elenişlerini unutmak ne mümkün. Yani bu kadar da hafızasız olamayız.
Rusya bu dönemde evinde 11 resmi maç yaptı. Kaynaklarım beni yanıltmıyorsa 5 de hazırlık maçı. Toplam 16 maç. Rusya’da geçirilen zaman 90 gün. Maç başına ortalama 5-6 gün eder. Bugünden farklı değil.
Biraz daha geri dönelim. Hiddink, G.Kore’yle Dünya Kupası’nda yarı final oynadıktan sonra evine döndü. PSV Eindhoven’a...
Hollanda devinin ikinci büyük tırmanışı onun sayesinde oldu. Daha önce bu kulüple 3 kez şampiyon olmuştu. Bu gelişinde de aynı başarıyı tekrarladı ve tarihin en başarılı Hollandalı teknik adamı oldu.
PSV’yle Şampiyonlar Ligi yarı finaline çıktı. Fenerbahçe’ye gelmeden önce bu kupayı kazanmış, ondan sonra PSV hiç yarı final görmemişti. Milan’a kaybetti. O maçı ve sezonu hatırlayanlar PSV’nin o maçı da, kupayı da hak eden şahane bir oyun oynadığını da hatırlayacaktır. Bir deplasman golüyle kaybettiler, ama saygı kazandılar.
2005 Haziranında Hiddink, Avustralya Milli Takımı’nı da çalıştırmaya karar verdi. İki takımı birden. Uruguay’ı play-off’da eleyip Dünya Kupası’na katılma hakkı da kazandı. Yine Avustralya’da yaşamıyordu tabii. Gerçi zaten takımın çoğu da batı Avrupa’da futbol oynuyordu.
2006 Dünya Kupası’na 32 yıl sonra ilk kez katıldılar. Japonya’yı 3-1 yenip ülkenin kupalardaki ilk galibiyetini elde ettiler. İkinci turda İtalya’ya elendikleri gün Fritz Walter Stadı’nda olan gazetecilerden biri de bendim. Çok iyi oynadılar, ama 8 saniye kala tarihin en saçma penaltılarından birini Cantelejo çaldı. Totti attı. Hiddink de veda etti. Henüz 2 ay evvel PSV’deki 6. şampiyonluğunu kazanmıştı. 2 ay sonra Avustralya tarihine geçti. Öyle bir heyecan yarattı ki, ülke, eğer Güney Afrika 2010’a işleri yetiştiremezse kupaya talip olduğu açıkladı.
Biraz daha geri gidelim. Güney Kore’de çalıştığı döneme. 3.’lük maçından sonra şakayla karışık da olsa meclise ‘Hiddink’in ülkeden çıkışını yasaklayalım’ teklifi verildi. O Güney Kore’yle 3.lük maçından 4 ay önce bir hazırlık maçı yapmıştık. O gün statta olan gazetecilerden bir de bendim. Maç Amsterdam’a 180 kilometre uzaktaki Bochum’da oynanmıştı. Çünkü Kore Milli takımı oyuncuları yaklaşık bir yıldır lige katılmıyordu. Hiddink’le birlikte Avrupa’da hazırlık maçları oynayıp kupaya hazırlanıyordu. Hiddink Güney Kore’ye de yine çok fazla gitmiyordu anlayacağınız.
Bunları neden mi yazıyorum? Eğer bugün ‘Ya! bu Hiddink Türkiye’de hiç kalmıyor! Az maç seyrediyor’ dersek bu onun tarzını eleştirmek olur kuşkusuz. Ama daha çok bunu söyleyen ‘spor yorumcusu’ tayifesinin de cehaletini gösterir.
Hiddink gelirse böyle gelir. Bu Hiddink’in sözleşmesinde var... “Türkiye’de ev istemem. Çünkü Amsterdam’da yaşıyorum.” dedi mi dedi! Peki biz o gün neyi alkışlıyorduk?
Hiddink’in, Türkiye’de kalmayacağı, çok maç izlemeyeceği daha en başından belliydi anlayacağınız.
Hiddink scout sistemine inanan bir adam. Yardımcılarının verdiği raporları değerlendirmeyi seven bir teknik direktör. Takım çalışmasına inanıyor.
Biz neye inanıyoruz peki? “Schuster, Tayfur’u neden dinlemiyor?” derken mi samimiyiz?
Hiddink, Oğuz’u dinliyor derken mi?
Söylesenize hangisi?
Hedef en iyi 2. olmakGrup çekildiğinde de Belçika maçının öncesinde de aynı fikirdeydim, bugün de aynı fikirdeyim. Bu grupta temel hedef ikinciliktir. Mümkünse tüm grupların en iyi ikincisi olmak. Bunun sırrı da Almanya’yı, Almanya’da yenmek değildir. Bunun sırrı geri kalan herkesi yenmektir. Mümkünse de Almanya’ya, Türkiye’de yenilmemek.
Dolayısıyla geçtiğimiz cuma sabahı hangi maçı mutlaka kazanmamız gerekiyor diye sorsak cevap yüzde yüz Azerbaycan olmalıydı.
Almanya’ya karşı özellikle Aurelio çıktıktan sonra oynadığımız oyun skordan bağımsız olarak korkunçtu. Kabul! Hatta belki son 20 yılın en kötüsü. Ama aslında salim kafayla düşündüğünüzde kaybedilmiş hiçbirşey yok. Eğer Haziran’a kadar 9 puanı alırsak. Yani Azerbaycan, Avusturya ve Belçika’yı yenersek sorun kalmaz.
Tarihinde hiçbir grupta birinci olmamış bir ülke olarak, Rooney’e, Messi’ye 4 atmış tarihin en iyi Almanyalarından birini orada yeneriz diye işe başlarsanız bugün soğukkanlı olmak mümkün olmuyor.
Bizdeki asıl dert bu!
500 milyon dolarlık araziArda’nın sakatlığı sonrası çok şey öğrendik bu pubis denen illetle ilgili. Oyuncunun boyu ve fizik yapısına göre ayrı çalışma programları uygulanması gerektiğini. Ameliyatın aslında son çare olduğunu vs. Bu konuşmaların arasında bir de tartışma başladı. Suni çim, hatta bir önceki teknoloji olan halı sahanın üzerinde dönen bir tartışma...
Emre Belözoğlu’nun, Arda’nın sakatlığı ile ilgili olarak söyledikleri ise, işin içine Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti girince başka türlü bir tartışma yarattı. “Galatasaray altyapısında birçok oyuncu benzer sakatlıklar yaşadı. Sebep suni zeminler olabilir” dedi Emre... Bunu işkembeden atmadı herhalde. O da bu sakatlık nedeniyle 1.5 yıl zorluk çekmiş. O dönemde sürekli forma giyemediği halde milli takıma çağrılmış. Bu durumda çağrılmaması gerektiğini söyleyen bu satırların yazarıyla arasında da hoş olmayan olaylar geçmişti. Emre kendisini tedavi eden doktordan duymuştu. Ve aktarıyordu.
Bunun üzerine Cevat Güler ve zamanın tıp heyeti cevap verdi. Kim haklı, bilmiyorum. Doktor değilim. Ama artık bana daha önce aktarılan bir hikayenin de yazılması gerektiğini de biliyorum.
Bundan birkaç sene önce dönemin altyapı koordinatörü Ali Yavaş , Adnan Polat’ın odasına gider. “Başkan” der, bir maruzatım var!
Ve başlatır anlatmaya.
-Altyapıda çok fazla sakatlık oluyor. Bu zeminler sağlıklı değil. Değiştirmek gerekir. Çocuklar sakatlanıyor.
Adnan Polat’ın biraz dinler ve kısa ve net cevabını verir. Ve belki de bu Ali Yavaş’la yolların ayrılmasına kadar varan sürecin de başlangıcı olur.
-Ali Bey! Ali Bey! 500 milyon dolarlık bir arazinin üzerinde olduğunuzun farkında mısınız?
Ali Yavaş ne denmek istediğini anlar, konuşmayı bitirir.
500 milyon dolarlık arsa üzerine o günlerde villalar yapılma fikri olduğunu ama krizin bu projeyi rafa kaldırttığını hatırlarsınız.
Bugün ortada villa yok ve en iyi ihtimalle 4 ay için de Arda...