2 Haziran 1985’te korkunç Heysel Katilamı’nda 39 İtalyan ve Belçikalı’nın hayatını kaybetmesi nedeniyle İngilizlerin 5 yıl uluslararası organizasyonlardan men edilmesi ve Margaret Thatcher’in takındığı tavır önemlidir. Hatta bu kararın çıkmasını bizzat istediği de söylenir, bilirsiniz.
Bu tavır dünyanın hemen her yerinde meydana gelen her büyük saha olayından sonra ilk akla gelen, hatırlatılan devrimci bir yaklaşım olarak tarihe kazındı. Bakın! Bizim gibi adamlar için Thatcher’i sevmek kolay değildir. Sıkıcı muhazafakarlığını kalpsizlik boyutlarında yaşadığını söylemek mümkündür.
Ancak bildiğimiz bir şey var ki, bugün İngiliz Ligi futbolun NBA’i olmaya bu kadar yakınsa her şey onun bu tavrıyla başladı.
Bizler bu tavrı biliriz de o gün aslında ne demişti, bunu sanıyorum unutuyoruz:
Demir Lady’nin yaklaşımı açık, sade ve kolay anlaşılırdı:
“Önce evimizdeki oyunu holiganizmden temizlememiz gerekiyor. Sonra belki yeniden yurtdışına gidebiliriz.”
“Dünyaya rezil” olduk değil. “Dünyanın neresinde böyle şeyler olmuyor ki” de değil. “Hakkımızı yiyorlar” değil, “Birkaç kendini bilmez” hiç değil.
Ama “cezamızı çeker, döneriz” de değil!
“Düzeltir, döneriz” de değil!
Burada önemli olan niyet ve tavır “Belki” kelimesinde vücut buluyor. Önce evi bir düzelteceğiz, sonra “belki”...
Yani “umurumda değil” diyor. “Olmasa da olur” diyor. Avrupa’ya gitmesek de olur. Çünkü asıl mesele bu değil! Bunu biliyor ve tedaviye hazır... İşte soruna böyle yaklaştığınızda onu çözmek kolay oluyor. Önce sorunun sizde olduğunu kabul edeceksiniz.
“İsviçre bizi tahrik etti” demeyeceksiniz.
“N’oldu canım magnum mu sıktılar?” da demeyeceksiniz.
“Bir önceki maçta neler olduğunu unutmadık” da değil...
“Önce onlar özür dilesin” de değil.
Biz kapımızın önünü başkaları için değil, kendimiz için temizleyeceğiz.” Diyor. Rezil olmak değil derdimiz, insanca yaşayabilmek! Önce mümkün olduğunca temiz bir toplum olacağız. Sonra belki yeniden uluslararası toplumun bir parçası oluruz.
Mesele şu ki bizde böyle bir delikanlı yok!
Bizde var olan cıvık bir politika. Taraftarı değil, holiganı, kaşıma, okşama... Herkes vatan haini olmaktan korkuyor. Bazen Türkiye’nin vatan haini olmaktan, bazen Galatasaray veya Fenerbahçe Milleti’nin vatan haini olmaktan...
Sağın zirvesi olan Thatcher’ın vatan haini olmaktan hiç korkmayıp yaptığını, bizimkiler yapamıyor.
Korkmayın! Korkuyorsanız da çekilin korkmayanlar gelsin!
Şunu bilmek gerekir ki bugün yönetenlerin cevap vermesi gereken soru şudur: Sahaya girip oyuncuya vuranları ya da sahaya bir şeyler atıp kafa yaranları mı istiyorsunuz tribünlerinizde, yoksa korku içinde ağlayan o güzelim kız çocuğuyla, babasını ve annesini mi?
Seçmeniz gereken nettir:
Ya o holigan için vatan haini olacaksınız ya da o kız çocuğunu kaybedeceksiniz. Arası yok!
Hain olmaktan korkmayın.
Ancak böyle kahraman olursunuz!
Hainlik kılavuzu
1-Adnan Polat ve Aziz Yıldırım beraber bir basın toplantısı düzenler ve her ikisi de kendi sahalarında yaşanan olaylardan utanç duyduklarını açıklar.
2-Biz tribünlerimizde insan gibi bir rekabet istiyoruz derler.
3- Bundan sonra tribünde bu tip olayları çıkaranları yakalamak ve bir daha tribünlere almamak için yoğun çaba sarf edeceğiz derler. (Fenerbahçe’nin futboldaki derbi sonrası 8 kişiyi belirleyip açıklamakla attığı adımı bir kez daha övmek boynumuzun borcudur)
İş böyle biter.
Yoksa kan davası sürer gider. Ve siz çocuğunuzu bir kan davasının ortasına bırakır mısınız?
Yapmayın beyler
-Floransa’da otelde çan sesiyle nasıl yerimden zıpladığımı hiç unutmam.
-Roma’da bir saatte 10 kez motosiklet alında kalma tehlikesi atlattım.
Bunları söylesem İtalya’da herkes “E! Ne var bunda der!”
Ve asıl önemlisi:
-72-85 arası sadece 2 teknik adam. Trabzonspor’u 14 yılda sadece iki kişi çalıştırdı. İkinci ligle birlikte 7 şampiyonluk bu zaman zarfında geldi. 2000 yılından sonra ise tam 15 hoca görev yaptı. Ve şampiyonluk yok.
Broos’un dediklerine bir de böyle bakalım.
Aziz Nesin! Her gün dilimizdesin!
Ortalama bir oyuncunuz yurtdışına gidiyor. 100 otomobil ve 2500 kişi karşılıyor. Konvoy havaalanından şehre 3 saatte gidiyor. Bayram, sevinç izdihamı... Ortalık birbirine giriyor. Fotoğraflar gazetelerde boy boy çıkıyor. Ortalama bir oyuncu, Maradona’nın Napoli’de şampiyonluk kupasıyla dolaşması etkisi yapıyor yani. Şahane!
Aradan 3 ay geçiyor. Aynı oyuncu bu kez gecenin bir vakti otelden atılıyor. Bavulları elinde tıs tıs arabaya yürüyor.
Nedir bu?
Üstat Aziz Nesin’in ölümsüzlüğü! Her gün anıyorum, ama her gün!
En çok da Tuncay için yaptığımız yaygaraya gülüyorum...
Hangisi daha acayip?
Stoke’un hocası belli ki değişik bir adam. Çok akıllı ya da sosyal zekâsı çok kuvvetli değil... Anladık da bu sadece Stoke City fubol takımını ilgilendirir.
Ya Vassell’in başına gelen. Kararı veren Ankara Büyükşehir Belediyesi...
Peki bu kimi ilgilendirir?