Lafı hiç dolaştırmadan; Beşiktaş, Türk futbol tarihinin en inanılmaz dış transferlerinden birine imza attı.
Ve aynı zamanda büyük bir sorumluluğun da altına girdi. Biliyorsunuz o genç bir yıldızken Ronaldo’dan daha çok dikkat çeken bir adamdı. Büyüme yolunda onun çok gerisinde kaldı. Ülkesinde kral, dışarıda yedek bir kariyeri oldu. Uluslararası alanda asla kendisinden bekleneni veremese de, büyük potansiyeli onu hep büyük kulüplerin kadrosunda tuttu. Barça, Porto, Chelsea ve Inter.
Şimdi Beşiktaş’ta şansını deneyecek.
Beşiktaş bu sene iyi organize olup ona gerekli özgürlüğü tanırsa, kulübü sadece zirveye çıkarmak konusunda yardımcı olmaz, tarihi bile değiştirebilir.
Burada yönetimin ve Schuster’in hassas bir dengede hareket edip hem onu pohpohlaması, mutlu etmesi, hem de diğerlerini kırmaması gerekiyor.
Tribünlerin onu sınırsız bir destekle bağrına basacağından hiç şüphem yok. Quaresma’yı, İnönü, yeniden bir dünya yıldızına dönüştürebilir. Hem etnik kökeniyle, hem oyundan zevk almasıyla, hem de zevk vermesiyle Beşiktaş tribünlerinden büyük sevgi alacağına ve bunun karşılığını vermek için elinden geleni yapacağına hiç kuşkum yok. Ama dengeyi iyi ayarlamak gerekiyor. Her yönüyle özel bir adamdan bahsediyoruz. Bu adamların vasatı olmaz. Uçlarda yaşarlar.
Bu ya Beşiktaş’ın tarihine geçen ve tarihi değiştiren bir transfer olacak ya da tam tersi.
Umarım ilki olur...
Yeni Zidane
İyi, hatta çok iyi bir futbolcu, bir virtüöz olmak bir şeydir. Altyaş gruplarında parlak oyunlar sergileyip parıldamak da...
Ama büyük oyuncu olmak bambaşka bir şeydir. Dünya sahnesine hem de 21 yaşında çıktığın bir maçta bu kadar soğukkanlı, kendinden emin, oyuna ağırlığını koyan ve herkesten farklı duran bir adam olmak başka bir şey.
Dün böyle bir oyuncu izledik. Mesut’u kazanamayacağımızı en başından bu yana biliyordum. Çünkü Almanya sadece bir futbol politikası olarak değil, temel bir politika olarak göçmenlere milli formayı açmıştı. Cacau, Khedira, Taşçı vb.
Yani Mesut’u kaybedeceğimizi biliyordum ama bir sonraki Zidane’ı kaybettiğimizi düşünmemiştim. Şimdi biraz içim yanıyor. Hem Mesut için hem de bizim formayla Mesutlaştıramadıklarımız için. (Mesut biraz daha tecrübeli olsa ne o sarıyı görürdü ne de girdiği 2 pozisyonda sorun yaşardı.)
Total futbol
Löw ilginç ve keyif veren bir kadro sahaya sürdü. Müller ve Podolski’yi orta sahanın iki kanadına, Mesut’u Klose’nin yanına sürüp bir çeşit 4-2-4 doğrusu, 2-4-4’le sahayı doldurdu. Oyun anlayışları da bu yapıyı tamamlıyordu, çünkü akan oyunda ceza sahasına girmeyen sadece 2 stoperdi. Toptan bir oyundu bu. Total futbol. Ne gariptir ki bir önceki kupada Hiddink’le buna yakın bir oyun oynayan rakip Avustralya, yeni Hollandalı hocasıyla tam defansif bir çaba içindeydi. Belki de mecbur kaldılar...
Löw Sacchivari bir sürrealist. Etnik çeşitlilikle oyun yaratıcılığını da bir üst seviyeye çıkarıp Almanya’nın en çok kültürlü yüzünü çizmeyi başarmış görünüyor. Bu genç kadro tüm büyük eksikliklerine rağmen dün çok disiplinli, çok yaratıcı ve arayan bir takımdı.
Almanya’nın bu oyunla şimdiden İspanya ve Brezilya’nın en ciddi rakibi olduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde.