İlk goldeki korkunç savunma hatasını ortaya çıkaran biraz da Keita’nın baskısı. Tek başına bir baskı da değil bu. Jo da işin içinde Galatasaray’ın orta sahası da pozisyona yakın. Rakibi hataya zorladılar. İkinci golde de durum aynı. Yine rakip savunmayı hataya zorlayan bir ön alan
baskısı...
Bu baskıdan skor çıkarmayı bilen Galatasaray’ın bunun dışındaki zamanda geri çekilip kontrol oyununa dönüşü neden acaba? Belki ilk yarıdaki yenilgi, belki Darius Vassel’ın süratinin yaratabileceği sıkıntılara karşı bir önlem, belki geçen haftaki hayal kırıklığının bir sonucu. Rijkaard’ın oyunu baştan böyle planlamasını anlayabiliriz. Sonuç itibarıyla hedefine çok kolay ulaştı. Hem de çok. Ama şu da bir gerçek ki, sezon başındaki oyuna biraz yaklaşsalar, lig tarihinin en farklı galibiyetlerinden birini almaları işten olmazdı. Özellikle elde böyle bir Keita varken...
Bu tabloda şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, eğer bir hafta sonra bir kez daha karşılaşsalar bu sefer takımını bu kadar tutmaz. İpleri gevşetir.
Bu maçta bunu yapmayışı muhtemelen Ankaragücü’nden daha farklı bir performans beklediğinden... Başkent ekibi dün 11 benzemez oyuncuyla, bir nevi karma tadında sahadaydı. İki takımı birleştirip üzerine de tonla transfer yapıp ortaya çıkarılan bir takım değil. Sahada nerdeyse 11 ayrı takım var. Bırakın birlikte maç yapmayı, bırakın birlikte antrenman yapmayı, sanki hiç konuşmamış gibiler. İsim isim, kulübeden sahaya kadar hep vasat üstü isimler... Ama toplamda ortaya çıkan bir futbol takımı değil. Herkes kendisi oynuyor, kendisine oynuyor, kendi tarzında oynuyor. Bu kulübedeki karışık durumdan mı kaynaklanıyor bilmem, ama bu takıma ayrılan kaynağa yazık.
Sabri ve Barış’ın oyuna sarılışının altını çizmek lazım, ama asıl konuşulması gereken adam tabii ki, Keita. Belki, Arda da sahne almış olsa işin rengi çok daha farklı olabilirdi.