Valencia yeni bir ekip. Silva, Villa, Marchena, Baraja gibi kulüple özdeşleşmiş oyuncular artık yok. Başlarındaysa biraz da yeniden yapılandırma hedefi olan 38 yaşında bir teknik adam var.
Emery rakibe göre 4-2-3-1 ya da 4-3-3 dizilişlerini tercih ediyor. Bu aslında Mata kanatta ya da yedek mi kalacak, santrfor arkasında mı oynayacak kararına bağlı gibi...
Bugün ise, tam anlamıyla bilmek mümkün olmasa da, Vicente’nin yokluğunda 4-3-3/4-5-1 formasyonuna yakın bir planla sahada olmalarını bekleyebiliriz.
Rakibi heyecanlandır
Valencia’nın deplasman geleneğinde az da olsa zaman zaman rakibi baskı almak vardır. Ancak genel planları nettir. Her zaman hızlı ve yetenekli kanat hücumcuları vardır. Oyun dengede gider gibi gözükürken baskın yapıp sorun çıkarmak temel amaçtır.
Bu özellikleriyle İspanya’nın önde gelen futbol geleneğine sahip olduklarını söylebiliriz.
Bu bir güçtür, ama dar bir planla çalışan bir makineye karşı oynamanın da avantajları yok değil. Bursapor’un yapması gereken Valencia’yı tuzağa düşürmek, kontrollü oyundan onları uzaklaştırmak.
Ertuğrul Sağlam’ın avantajı rakibin dayattığı oyuna cevap verebilecek bir kadroya sahip olması.
“Siz iyi kontratak yapıyorsanız, biz de yapıyoruz. Siz süratli hücum ediyorsanız biz de ediyoruz” deme şansı var. Dolayısıyla ev sahibiyim bastırayım ve maçı kopartayım aceleciliğine düşmeyecektir.
Dolayısıyla Valencia’yı “çıkın ve baskı kurmaya çalışın” tuzağına düşürmek mümkündür.
Sağlam sezon başından bu yana oynadığı tüm maçlarda bu oyunun provasını yapmaya çalıştı sanki. Kabul edelim ki Trabzonspor’la oynanan Süper Kupa finalinde bu oyun bunalımlar yaşadı. Ama ondan sonraki oyunlar beni fazlasıyla umutlandırdı. Hatta takımın lige taktik disiplin açısından çok konsantre olamayışı da bununla, yani ligdeki rakiplerin tavrıyla alakalı. Bursa buraların şampiyonuydu ve kimse onları yeneceğine tam ikna olmadı, baskı kurmaya çalışmadı. Buna rağmen kayıpsız yürümeleriyse Bursa’yı moral açısından dopingli kılıyor.
Kaynağında durdur
Bugün Bursa’nın genel stratejisinin oyunun merkezini orta sahanın kendi tarafında tutmak olması beklenmeli. Topu icap ettiğinde rakibe bırakmakta sorun görmeyen ama orta saha ve savunma hattını birbirine yakın tutup çoklu kademeyle Valencia’yı o bölgede sıkıştıran bir plan bu. Eğer burada gerekli direnç sağlanamazsa bütün yapı çökebilir. Ancak bu plan tutarsa rakibi çözmek beklenenden de kolay olabilir.
Eğer bunu sağlayabilirlerse, Sağlam’ın hazırlık maçlarında sıklıkla denediği çapraz uzun toplarla rakibi eksik yakalama planı bu maçta da önemli silahlarından biri olacaktır.
Kabul edelim ki Şampiyonlar Ligi’nin mottosu ‘asla yenilme’dir. 5 maç berabere kal, bir maç kazan! Hedefe ulaşırsın.
Baskın yap
Ve Valencia’nın da temel planı bu ana fikir üzerine kurulacaktır. Gereğinden fazla risk almazlar. Bursa’nın şansı ise gruptaki genel psikolojinin farklı oluşu. Bursaspor dışındaki takımların Türkiye deplasmanını ‘puan kaybedilmemesi gereken maç’ görecekleri kesin. Onların kafasındaki bu düşünceyi kuvvetlendirmek lazım. Kazanacaklarına, mutlaka kazanmaları gerektiğine ikna olduklarında kontrol belli oranda kaybolacaktır ve Bursaspor asıl güçlü olduğu silahını ortaya koyabilir. Eğer ilk maç Manchester’la olsa durum farklı olabilirdi. Çünkü onlar her türlü duruma anında tepki verebilecek bir esnekliğe ve tecrübeye sahipler. Ancak Valencia’yı şaşırtmak ve çaresizliğe itmek mümkündür.
Burada topu hızla çıkarmakta temel kaynak olacak üç oyuncu, İvankov ve Ali Tandoğan ve Ergiç’e ekstra bir görev düşüyor.
Oyunu top rakipteyken yavaşlatıp, bizdeyken ekstra bir hıza çıkarmak onların işi. Ve Bursaspor’un temel hücum gücü aslında bu oyuncular. Ali’nin daha önce Valencia’yı yenmişliği de var üstelik.
Bu oyuncuların bu gücü yeteneği ve potansiyelleri var. Geriye kalan Volkan ve Sercan ya da kim oynayacaksa vuruş isabet yüzdelerini en azından kendi maksimumlarına çıkarmaları. Bir kez öne geçtikten ya da en azından geri düşmedikten sonra her şey çok daha kolay olacaktır.
Çünkü hiç bir şey olmasa Şampiyonlar Ligi’nde beraberlik de kazançtır...
Bugün eğer bu tuzağı kurmak mümkün olabilirse Bursaspor’un neden bu ülkenin şampiyonu olduğunu hem ülkeye hem de Avrupa’ya göstermek mümkündür.
Sayın Başkan ve Aykut
Teknik adamlara ismiyle hitap etmek gibi bir huy yerleşti. Aykut Kocaman’a, Aykut, Ersun Yanal’a da Ersun...
Bu doğru bir tavır olabilir mi? Ya Hoca’yla bitireceksin, ya soyadını ekleyeceksin. Futbolcu değil artık o. Hoca olmuş. Babana ismiyle hitap ediyor musun? Öğretmenine? Samimiyet duvarını aşan bir yaklaşım bu. Hatta cıvık.
Diğer taraftan başkanlaraysa soyadı da yetmiyor. ‘Sayın...’ eklemek zorunda hissediyoruz. Neden? Başkan yetmez mi?
Durum özetle şu yani: Başkana, ‘başkan’ yetmiyor, teknik adama hoca fazla geliyor.
Halbuki birisi kelle koltukta bir meslek icra ediyor, diğeri gönüllü bir iş yapıyor.
Biz hangisine daha çok saygı gösteriyoruz?
Çetin Altan ustanın sınıflandırmasıyla değerli olana mı, önemli olana mı?
İlla önemli olanın karşısında eğilmek daha çok eğilmek zorunda mıyız? Değer üreteneyse tepeden bakıp adıyla kükremek mi lazım?
Bu dengesizliğin sebebi ne?
Neden bu hitap işini kafamızda oturtamıyoruz?
‘Kadın’a ya kadın demekten utanmak da bundan farklı değil. ‘Bağyan’ dememiz lazım geliyor.
Nasıl bir iş bu?
Neden olmuyor. Neden illa eğilmek ya da karşımızdakine tepeden bakmak zorundayız?