Maçın 88. dakikası içindeydik. Evimizdeydik. Oynadığı son 11 resmi maçta sadece 4 gol yiyen rakibimize karşı bir maçta 4. golü atmayı başarmıştık. Rakip artık dağılmıştı. 3 gündür süren baskı organizasyonu sahadaki presle birleşince durum onlar için içinden çıkılmaz bir hal almıştı.
En azından 5 dakikalık bir uzatmayla birlikte, bir gol için fazlasıyla vakit vardı. Bir gol her şeyi değiştirecekti. Gol bulmak mümkün, hatta kolaydı.
Ama...Â
88. dakikada attığı golle hat-trick yapan Tuncay bize her şeyin bittiğini söyledi. Tarihin en garip sevincine imza atarak... Bu ülkenin belki de en yılmaz, en kaderini kabul etmez, en isyankâr, en karakterli(lerinden biri) oyuncusu, bir maçta Avrupa’nın en az gol yiyen takımına 3 gol atan yıldız, ‘Kahretsin’ diye bağırarak sağ kolunu şöyle bir salladı. Ve attı havluyu! Maç o an bitmişti. Tuncay bize takımın içinde bulunduğu ruh halini anlatıyordu.
Daha 5 dakika vardı neresinden baksanız ve bu iş olmayacaktı. Olmadı da! Olan sadece maçın sonundaki korkunç rezalet oldu. Hâlâ utancını yaşadığımız o hezimet, o perişanlık...
İşte beni, belki de hepimizi en çok şaşırtan, bu olaydan, yani İsviçre maçından 3 yıl sonra böylesine bir karakter değişimine uğramış olmamız. Galipken kaybetmiş ruh halinden belki de tarihin en inanılmaz geri dönenine dönüşmemiz.
Peki ne deÄŸiÅŸmiÅŸ olabilir?
Terim’e yapılan ‘herkesi ileri yolladı, inancını kaybetmedi’ şişirmelerini geçiniz. Teknik direktörümüz hep aynı. Sadece ismi değil. O günkünden belki de daha sinirli ve kontrolsüz duruyor kulübede.
Oyuncularını her hatada nasıl acayip bir şekilde haşladığını görüyor olmalısınız. Terim çocuğumun okul takımdaki antrenörü olsa, hemen, hiç düşünmeden alırım çocuğu takımdan. Hatta okuldan. Çünkü almazsam gün gelir ya psikolojisi bozulmuş olarak kendisi bırakır ya da bir Emre Belözoğlu’na dönüşür. Hani ayaklarından çok kolları ve dili çalışan 3 senedir neredeyse hiçbir şey oynamayan bir büyük yetenek. Onun günahı mı bu? Hayır! 18 yaşındayken UEFA yarı finalinde milyarların gözü önünde bir çocuğu döverseniz, o da 25 yaşında sizin için hareket çeker tabii. Hem de bir kez değil. İki, üç kez...
Bu kendinden geçme hali bilinç dışı olsa, hadi yine neyse diyeceÄŸim. Ama çoÄŸu kez deÄŸil. Çünkü siz TV’den o kendine has mimikleri, hareketleri izlerken çoÄŸu zaman ona bakan bir tek oyuncu bile olmadığını görmüyorsunuz. Yani aslında bu jest ve mimikler oyunculara deÄŸil, delice bir hırsa tapanlara yapılıyor çoÄŸunlukla.Â
Sonra da intikam. Neden anneleri arıyor muşuz?
‘Anne ne anlar futboldan? Utanmıyor musunuz?’ böyle diyor Terim. Ben olsam bunu söylediğim için utanırdım.
Neden anlamasın? Anlamadığını nereden biliyoruz? Yaptığımız işi beyin cerrahlığıyla karıştırmamak lazım. Futboldan anlayan anne bol, emin olun. Anlamak da kolaydır. Misal; Mia Hamm’in ikizleri olunca dünyanın gelmiş geçmiş en iyi kadın futbolcusu unvanı elinden mi alındı? Anlamaz mı artık futboldan? Merak ediyorum Terim’in çevresindeki anneler ne düşünüyor bu açıklama hakkında? Nasıl bir üstü örtülü ayrımcılık bu?
Ya da aslında belki de daha önemlisi: Anneler reklamda oynarken, hem de tam da bu konulu bir reklamda oynarken oluyor da, gazeteci onları arayıp sorunca neden olmuyor? Söylesenize!
Asıl siz ayrımcılık yapmaya utanmıyor musunuz?
Hiçbir deÄŸiÅŸiklik yok Terim’de. Yanında benim bu ülkede en çok güvendiÄŸim gazetecilerden bazıları hatta ustam da olmasına raÄŸmen olup biten bu! Hiçbir ÅŸey deÄŸiÅŸmiyor. L’equipe’teki makalenin baÅŸlığı gibi ‘Terrible Terim’. Saha kenarında planlanmış, ama kontrol dışı bir kibir, öfke gösterisi. Basın toplantısında hesaplaÅŸma, düello çaÄŸrıları... Kime olduÄŸu belli deÄŸil. Ahmet Çakar’a, Erman ToroÄŸlu’na mı? Neden? Halbuki Terim de, Erman ve Ahmet hocalar medyada neyse teknik direktörlük dünyasında o. Aynı tarz, aynı sivrilik. Aynı kendinden baÅŸkasını kabul etmezlik. Aynı ego, aynı aynı...Â
Ancak neyseki farklı olanlar var Milli Takım’da. Kendini geliştirenler ve ders alanlar. Bu takımı ayağa kaldıranlara, soğukkanlılıklarını koruyanlara bakın, onların değerini bilin.
Tek yumurta ikizi kadro dışı kalmış Hamit’e misal. Hamit, Raşit Çetiner döneminde İsrail Ümit Milli maçının bitimine (29 Ocak 2003) bir dakika kala oyuna alınarak, Almanlar’dan kapılmıştı. Aslında daha iyi görünen, daha parlak bir kariyer vaat eden Halil’di. Belki o olmasa biz Hamit’i alamayacaktık ve çarşamba günü karşımıza Alman Milli Takımı formasıyla çıkacaktı. Bu adam, İsviçre maçında rakip kovalayan değil, kavgayı ayırmaya çalışanlardandı. İşte bu psikolojideki bir genç adam ve onun gibi arkadaşları, cumartesi akşamı diğerlerini, aslında Fatih Terim’i de yerden kaldıranlardı.
Sonra penaltı noktasına hiç kaçmadan, muhteşem bir güvenle, sırtlarını çevirmeden gidenler de onlardı.
Şampiyonanın en kötü oyunlarını üst üste oynamasına rağmen bu takım bu mucizeleri üst üste yaratıyorsa işte bu adamların sayesindendir. Her ne kadar şovu yapanlar onlar olmasa da benim şampiyonlarım onlar. Çarşamba elenseler de, finale çıksalar da onlar her türlü takdirin üzerinde olacaklar.
Ben ayırt ediyorum.
Saha kenarında garip şovlar, korkunç kavgalar yapan Terim’in sergilediklerini, temsil ettiklerini değil, İlhan’ın golünden sonra küçük bir çocuk gibi zıplayarak sahaya koşan Şenol Güneş’in anlattıklarını seviyorum. Varsın vizyonu, misyonu olsun ve karizması olmasın.
Ve ona yaptığım bir haksızlık varsa bir kez daha özür diliyorum. Â
Terim basın mensubu, şovmen ayırt etmiyor, ama ben ediyorum. Ben Emre ve benzerlerini değil, Hamit gibileri seviyorum ve bu takımı bunun için seviyorum.
Ve inanın Güneş’i çok özlüyorum.