Geçen hafta yazdığım yazıya hiç olmadığı kadar büyük bir destek geldi. Ülke için sevindim. Tabii eleştiriler de oldu. Akla yakın olanları cevaplamam lazım. Buyrun:
1- Birçok dalda bir dolu şampiyona hep İstanbul’da yapılıyor. Ona neden ses çıkarmıyorsun da, Euro 2016 batıda olunca muhalefet ediyorsun?
- Ben kendimi bir futbol yazarı olarak sınıflandırıyorum. Spor yazarı değilim. Zaman zaman başka alanlarda yazdığımda, “Dayanamadım. Sınırı bu seferlik aşıyorum” notunu hep koymaya çalışırım. 13 yıllık kısa gazeteciliğim süresince hem kendi gazetemden, hem de başka büyük gazetelerden sadece spor değil, yaşam ve siyaset yazmam için çok iyi teklifler aldım. Ama reddettim. Yapamaz mıydım? Ülke şartlarında yapardım. Siyaset bilimi eğitimi aldım. Yakın tarih ve coğrafya özel ilgi alanımdır. Sinemadan, yemekten keyif alırım. Ülkedeki yazı kalitesi ortalamasına bakarsanız, yazardım. Ama uzmanlaşmak başka bir şeydir. Odaklanmayı gerektirir.
Ben futbolda uzmanlaşmak, bu alana odaklanmak ve bunu yazmak istedim. Gelecek planlarım da bu doğrultuda. Başka türlü düşünene saygı duyarım. Ama benim tercihim bu.
Bugün bu duruma itiraz etmemin sebebi de kendimi uzmanlaştırmaya çalıştığım alanda olması.
Bu benim vatandaşlık ve meslek ahlakı açısından görevimdir. Basketbol yazarı olsam 2010’daki şehir tercihlerine de itiraz ederdim.
Hatta örneği de vardır. Sınırı aşarak, F1 pistinin İstanbul’da yapılmasına şiddetle itiraz ettim. Hâlâ da projenin yararsız ve yanlış olduğunu düşünüyorum.
2- Diyarbakır’da ve Trabzon’da altyapı yetersiz... Zaten bu organizasyon olmaz. Bunu istemek hayalciliktir.
Şu ana kadar 4 büyük turnuvaya gittim. Trabzon ve Diyarbakır’dan çok daha yetersiz altyapısı olan şehirlerde maç seyrettim. 100 bin nüfuslu 35 bin kişilik stadı olan Coimbra’ya 70 bin İngiliz geldiğinde oradaydım. İnsanlar parklarda ve benzin istasyonlarında sabahladı. 2002’de Türkiye, Saitama’da yarı final oynadıktan sonra 3.’lük maçı için Daegu’ya gitti. Tren ve tarifeli uçuşla gitmeye niyetlenseniz ne kadar sürüyordu biliyor musunuz? 2 aktarmayla en kısa 7 saat 25 dakika en uzun 9 buçuk saat.
Son Avrupa Şampiyonası’nda Cenevre’de son grup maçımızı oynadık. Bir sonraki maç Viyana’daydı. Mesafe 1000 km. Uçaklar ful. Tren bu mesafeyi 12 saatte alıyor. Arabayla gitmek zorunda kaldık. 12 saat. Hırvatistan’ı yenince Viyana’dan Basel’e döndük. Sanırım 700 km ve 7 saat. Aynı şartlar. Sonra final için yine Viyana. Medeniyetin merkezinde yol eziyeti. 2012’de Polonya ve Ukrayna’da neler yaşanacağını tahmin bile edemiyorum.
Otel mevzuuna gelince, Rize ve Samsun’un otellerini ekleyince Trabzon yeter de artar bile... Bu tür organizasyonlarda sadece o şehre değil komşularına da bakılır. Hiçbir şehir tek başına bu işlerin altından kalkamaz.
Son Avrupa Şampiyonası’nda Milli takım İsviçre’de Cenevre’deydi, Türk basınının yarısından fazlası, Fransa’da konakladı. Çünkü otellerde yer yoktu. Her gün yüzlerce km yol yapıldı. Gümrük geçildi yahu!
O yüzden! Bana bunlarla gelmeyin.
3- Güvenlik sorunu var!
Güney Afrika’da her gün sebepsiz yere 50 cinayet işleniyor. Konu futbolsa Brüksel’de oynanan bir İngiltere-Polonya maçından daha büyük güvenlik sorunu bulamazsınız.
1 Eylül 2010 Çarşamba günü İstanbul’da İran’la ABD Basketbol Milli Takımları oynayacak. Güvenlik açısından bu maç, New York’ta oynansa ne fark eder, Van’da oynansa ne olur?
Bu yüzden lütfen geçiniz.
4- Avantajımıza olduğu için bu seçimler yapıldı.
Trabzon eğer bu şehirler arasında olsaydı 100 üzerinden 3 puan kaybederdik. Diyarbakır olsa 5. Bu risk alınmaya değerdir. Çünkü rakipler dökülüyor. İtalya ve Fransa organizasyonu eski statlarda yapmayı planlıyor. Bütçeleri bizimkinin yanında bir hiç.
2012 için en yüksek teknik puanları almamıza rağmen organizasyonu hiç hak etmeyen, hiç hazır olmayan Polonya ve Ukrayna’ya siyasi nedenlerle verdiler ve pişmanlar. Eğer teknik puanlara göre bir seçim yapılacaksa biz Diyarbakır ve Trabzon’la da bu rakiplere karşı kazanırız. Çünkü bizim ekibimiz daha iyi çalışıyor (haklarını verelim) bütçemiz yüksek, arkasında büyük devlet desteği var.
Ama eğer Polonya ve Ukrayna’nın üzerine, Dünya Kupası da Güney Afrika ve Brezilya’da yapıldıktan sonra bir büyük batı ülkesinde yapmaya niyetleri varsa... Hele Platini, Fransa’yı gerçekten istiyorsa iş bitmiştir. İsterseniz maçların tamamını Ege sahillerinde Altın Stat’larda yapın yine de alamazsınız.
5- 87 yıllık ülke gerçeği orada dururken TFF’yi eleştirmek haksızlık.
Bakın en elle tutulur eleştiri bu. Ben zaten TFF’yi eleştirmiyorum. Eleştirdiğim genel politika. Çünkü bu tip organizasyonları federasyonlar alamaz. Ülkeler alır. Bir devlet böyle bir organizasyona aday olduğunda elini kuvvetlendirecek her şeyi yapar. 2002’de Japonya’nın önceliği Güney Kore ve Asya’yla ilişkilerini düzeltmekti. 2018 ve 2022 için adaylığını koyan Belçika bunun ülkenin silkinmesi ve bütünlüğüne katkıda bulunmasını istiyor. Hedefleri topyekun bir ayağa kalkış.
2006’da Almanya, milli takım taraftarı yaratmaya ve bu yolla gençlere Alman olmaktan gurur duymanın önemini anlatmaya çalıştı. Gazeteler sokaklarda elinde Alman bayraklarıyla dolaşan Türk gençlerinin resimlerini basıp, onlarla röportaj yaptı. 4. Kuşak Türk gençlerin ilk defa kendilerini ülkenin bir parçası gibi hissettiklerinin altını çizdi. Aynı politika bugün de devam ediyor. Bugün Mesut Özil’i alamadıysak aynı politikanın bir sonucudur.
Yani anlayacağınız bu organizasyonlar sadece para kazanmak için yapılmaz. Hatta bazen para bile kaybedersiniz. Çünkü zengin turist her futbol seyircisini holigan olarak görür ve turnuvalardan kaçar. 98’de Fransa’nın turizm gelirleri düştü.
Bunlar makul ve anlaşılabilir eleştirilere cevaplar.
Geri kalan saçmalıklarla uğraşacak zamanım yok.
Ve son olarak... Ben kendi adıma bu organizasyonu alacağımızı düşünüyorum. Öylesine bir başvuru olsa zaten bu derece şiddetle itiraz etmezdim. Ve bu şansı ülke adına iyi değerlendirmek gerekiyor.
Amaç sadece “ülkemizde maç yapılsın” olmamalı. Bu ülke ülkenin her bir bireyi için daha iyi bir yer olsun diye yapılmalı.
“Ne yapalım şartlar bu” diye yola çıkılan hiçbir iş tutmaz.
Bu ülke bambaşka bir ilkeler bütünü üzerine kuruldu. Şartları zorlayan, daha iyisini isteyenlerce...
“Ne yapalım şartlar bu” demek, bu ülkeye yapılmış en büyük haksızlıktır.